tag:blogger.com,1999:blog-84622777126521339702024-03-08T18:37:14.430+02:00Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi Dersi Paylaşım PortalıDin Kültürü Ve Ahlak Bilgisi Dersi, Din Kültürü Zümre,Din Kültürü Testi,Din Kültürü Soruları,Din kültürü Kaynakları,din kültürü sınav soruları,din kültürü sorularıromantik şairhttp://www.blogger.com/profile/14991088419750901746noreply@blogger.comBlogger27125tag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-47412329208811672602013-05-24T00:20:00.000+03:002013-05-24T00:20:07.969+03:00VEDA HUTBESİ:<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">VEDA
HUTBESİ:</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber'in,
hicri 10. yılda yaptığı Veda Haccı'nda sayıları yüz on dört
bini bulan hacıya hitaben irad ettiği hutbe. Peygamber (s.a.s) bu son
hutbesinde, bundan sonra bir daha haccedemeyeceğini bildirip vefatının
yaklaştığını ima ettiği, sonraki gelen günler de onun bu sözlerini
doğruladığı için bu hacca Veda Haccı, bu hac esnasında irad ettiği
hutbeye de Veda Hutbesi adı verildi. Veda Hutbesi her ne kadar tek bir
hutbe imiş gibi kabul edilmekteyse de, gerçekte bu hutbe, Arafat ta,
Mina da ve bir gün sonra yine Mina'da olmak üzere arafe günü ile
bayramın birinci ve ikinci günlerinde parça parça irad edilmiştir (Tecrid-i
Sarih, Terc. X, 396). Değişik yer ve zamanda irada buyurulduğu için
de hutbe, birçok kişi tarafından birbirinden farh şekillerde rivâyet
edilmiş; kişinin ya da grubun duyduğunu diğerleri işitmediğinden,
hutbenin tamamının biraya toplanmasında bu farklı rivâyetlerden
yararlanılmış ve daha sonraki yıllarda bu üç ayn yer ve zamanda
buyurulan hutbe tek bir hutbe olarak biraraya getirilmiştir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlüllah'ın bu
son haccından bir yıl önce nâzil olan Tevbe sûresinde, müşriklerin
pis olduğu ve bu yıldan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmamaları (et-Tevbe,
9/28) emredildiği için, Veda Haccı'nda Mekke'de sadece Müslümanlar
vardı, hutbeyi de yalnızca Müslümanlar dinlemişti. Zaten Mekke'in
fethinden sonra müşriklerin sayısı parmakla sayılacak kadar azalmıştı.
Rasûlüllah, Medine'den kendisiyle birlikte yola çıkan yüzbin civarındaki
ashâbıyla Mekke'ye haccetmek için geldiklerinde bir yıl önceki uyarı
sebebiyle Mekke'de müşrik kalmamıştı; çoğunluk Müslüman olurken
Mekke'yi terkedenler de vardı. Rasûlüllah, haccın bütün erkâmın
bizzat kendisi yaparak Müslümanlara öğretmiş, İslâm'ın hac
konusundaki emirleri de böylece tamamlanmıştı. İslâm'ın tamamlandığını
bildiren bazı âyetler de bu Veda Haccı'nda nâzil oldu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Cahiliye döneminde dışarıdan
gelen hacılar Arafat'ta vakfeye dururken, Kureyş eşrafı diğer
insanlardan üstün olduklarını belli edercesine Arafat yerine Müzdelife'de
vakfeye dururlardı. Rasûlüllah cahiliye döneminin bu sınıf üstünlüğüne
dayalı âdetini ortadan kaldırdı ve bütün hacılar gibi Arafat'ta
vakfeye durdu. Rasûlüllah'a orada bu dinin tamamlandığı şu âyet-i
kerimeyle müjdelendi: "Ey Mü'minler, şu küfreden müşrikler
bugün dininizi söndürmekten ümidlerini kesmişlerdir. Artık bundan
böyle onlardan korkmayınız; ancak benden korkunuz. Bugün dininizi
kemale erdirdim; ve size ihsan ettiğim nimetimi tamamladım. Din olarak
da size İslâm'ı seçtim"(el-Mâide, 5/3). Dinin kemale
erdirilmesine bütün Müslümanlar sevinirken yalnızca Hz. Ebû Bekir
ile Hz. Ömer, bunun, Hz. Peygamber'in vefatının yaklaştığına
delalet ettiğini anlamışlar ve gözlerinden yaşlar akmıştı. Gerçekten
de bundan sonra Rasûlüllah seksen iki gün yaşamış ve vefat etmiştir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Arafat'ta yüz binin
üzerindeki hacıya hitaben bir hutbe irad eden Rasûlüllah sesinin bütün
hacılar tarafından işitilmesi için belli mesafelerde gür sesli
sahabilerden bazılarını görevlendirdi. Rasulüllah'ın sözlerini
tekrar eden bu kişiler hutbenin bütün hacılar tarafından duyulmasını
sağlıyorlardı. Devesi Kusva'nın sırtında olduğu halde Rasûlüllah
şu hutbeyi irac etti:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ey insanlar! Sözümü
iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi
olarak bir daha buluşamayacağım. Ey İnsanlar bu günleriniz nasıl
mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz
nasıl mübarek bir şehir ise; canlarınız, mallarınız, ırzlarınız
da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan emindir. Ashabım! Yarın
Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden
sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski dalâletlere dönüp
birbirinizin boynunu vurmayın. Bu vasiyetimi burada bulunanlar
bulunmayanlara bildirsin Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da
işitenden daha iyi anlayarak muhafaza etmiş olur.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ey ashabım! Kimin
yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Fa izin her çeşidi kaldırılmıştır,
ayağımız altındadır. Lakin borcunuzun aslın vermek gerekir. Ne
zulmediniz ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık
yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın
altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalib'in oğlu (amcam)
Abbas'ın faizidir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ashabım! Cahiliyet
devrinde güdülen kan davaları da tamamen ortadan kaldırılmıştır,'
ilk kaldırdığım kan davası da Abdulmuttalib'in torunu (yeğenim)
Rebîa'nın kan davasıdır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ey İnsanlar! Bugün
şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfuz ve saltanat gücünü
ebedi surette kaybetmiştir. Fakat bu kaldırdığım şeyler haricinde
küçük gördüğünüz işlerde de ona uyarsanız bu da onu memnun
edecektir. Dininizi korumak için bunlardan sakınınız.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ey İnsanlar! Kadınların
haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah' tan korkmanızı tavsiye
ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve onların
namuslarını ve ismetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz.
Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; onların, aile şerefini koru
malları ve evlerinizi sizin hoşlanmadığınız hiç kimseye açmamaları,
çiğnenmemeleridir. Eğer onlar, razı olmadığınız herhangi bir
kimseyi evinize alırlarsa onları hafif bir şekilde dövebilir,
azarlayabilirsiniz. Kadıların da sizin üzerinizdeki hakları; örfe göre
her türlü giyim ve yiyeceklerini temin etmenizdir. Ey mü'minler, size
bir emanet bırakıyorum ki siz ona sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiçbir
zaman şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'ândır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ey mü'minler! Sözümü
iyi dinleyiniz ve iyi muhafaza ediniz. Müslüman müslümanın kardeşidir
ve bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi
bir hakka tecavüz, başkasına helal değildir. Ancak gönül hoşluğuyla
verilen başka. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde
hakkı vardır:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ey insanlar! Cenab-ı
Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Varis için vasiyete gerek
yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakâr için
mahrumiyet cezası vardır. Babasından başkasına nesep iddia eden
soysuz yahut efendisinden başkasına uymaya kalkan nankör, Allah'ın
gazabına, meleklerin lanetine ve bütün Müslümanların düşmanlığına
uğrasın. Cenab-ı Hak bu insanların ne tevbelerini ne de şehadetlerini
kabul eder."</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlüllah sözlerinin
burasında dinleyenlere sordu: "Ey insanlar! Yarın beni sizden
soracaklar. Ne dersiniz?" Ashab-ı Kiram cevap verdi:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Allah'ın risâletini
tebliğ ettin; risalet görevini yerine getirdin, bize vasiyyet ve
nasihatte bulundun diye şehadet ederiz." Rasûlullah şehadet
parmağını göğe kaldırarak üç kez "Şahit o! ya Rab! Şahit
o! ya Rab! Şahit ol ya Rab!" buyurarak Arafat'taki hutbesini
bitirdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber güneş
batıncaya kadar vakfede durdu. Tam buradan inmeye karar vereceği bir
anda yukarıda zikredilen Mâide sûresinin üçüncü âyeti nazil oldu.
Daha sonra devesine binen Rasûlüllah yavaş adımlarla Arafat'tan
inerek Müzdelife'ye geldi. Burada bir ezan iki kamet ile akşam ve yatsı
namazlarını birleştirerek kıldı. Ve istirahata çekildi. Sabah
olunca cemaatle birlikte sabah namazını kaldı ve ortalık iyice ağardıktan
sonra Müzdelife'den Cemretü'l Akabe mevkiine geldi. Şeytan taşlamadan
sonra Mina'ya geçen Rasûlüllah burada da Veda Hutbesi'nin diğer bölümünü
irad etti. Allah'a hamdü senadan sonra devamla:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ey insanlar!
Sizi Allah'ın kitabına bağlayan peygamberinizin sözlerini iyi
dinleyiniz, ona itaat ediniz. Hac ibadetinizin bütün hareketlerini
benden gördüğünüz gibi ifa ediniz. Öyle sanıyorum ki, ben bu
seneden sonra bir daha haccedemem. " Rasûlüllah bundan sonra
halkla sorulu cevaplı sürdürdüğü hutbesini: "Ey insanlar!
Ayların yerini değiştirerek geri bırakmak inkârda aşırı
gitmektir. Kafirler böyle yapmakla doğru yoldan saptılar. Allah'ın
haram kıldığı ayların sayısını uygun yapmak için, bir yıl
haram ayını helal, diğer yıl onu haram sayarlar. Böylece Allah'ın
haram kıldığını helal kabul ederler. Zaman, Allah'ın gökleri ve
yeri yarattığı gün gibi aynı duruma döndü. Allah'ın katında
ayların sayısı on ikidir. Bunların dördü mukaddes (haram) aylardır
ki üçü arka arkaya gelen Zilkade, Zilhicce ve Muharrem, dördüncüsü
de Cemaziyelahir ile Şaban'ın arasındaki Receb'tir. Ey mü'minler! Bu
ay hangi aydır?"-Allah ve Rasûlü daha iyi bilir."-Zilhicce
ayı değil midir?"-Evet Zilhiccedir."-Bu içinde bulunduğumuz
belde hangi beldedir?"-Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.-Mekke Şehri
değil midir?"-Evet Mekke'dir."-Bugün hangi gündür?</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">-Allah ve Rasûlü
daha iyi bilir."Yevmü'nnahr (kurban kesme günü) değil
midir?"-Evet yevmünahr'dır. Bu diyalogdan sonra Rasûlüllah
sahabelere dönerek "Şu halde iyi bilin ki; bu şehrinizde, bu
beldenizde, bu gününüzün mukaddes (haram) olduğu gibi birbirinize
kanlarınızı dökmek, mallarınızı haksız yere olmak, namuslarınızı
kirletmek de haramdır, her türlü saldırıdan masumdur. Muhakkak ki,
siz Rabbinize kavuşacaksınız, o zaman bütün bu işlerden sorulacaksınız.
Ey İnsanlar! Aklınızı başınıza alında benden sonra birbirinizin
boynunu vuracak şekilde dalâlete, vahşete düşerek cahiliye devrine
dönmeyin. Ey insanlar! Bu nasihatlerime kulak verip bunları burada hazır
bulunanlarınız burada bulunmayanlara tebliğ etsin. Olabilir ki,
kendisine tebliği edilen kimse burada bulunup işiten bir kısım
kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur" ardından Rasûlüllah
iki kez:"- Tebliğ ettim mi?" buyurdu.Sahabîler:-Evet ettin,
deyince O;"Şahit ol ya Rab!" dedi ve tekrar hatırlattı:
"Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin. "</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasulüllah Mina'daki
bu hutbesinden sonra kurban kesim yerine gelerek önceden hazırlanan yüz
devenin altmış üçünü bizzat kendi kurban etti diğerlerini de Hz.
Ali kestikten sonra her deveden birer parça et alınarak pişirilip
yenildi. Daha sonra traş olan Hz. Peygamber ihramdan çıktı ve
Kabe'yi tavaf etti. Öğle namazını da orada kıldıktan sonra Zemzem
suyunun yanına gitti ve kendisine sunulan bir bardak suyu içtikten
sonra tekrar Mina'ya döndü. Rasûlüllah Mina'da geçirdiği teşrik günlerinde
şeytan taşlama görevini yerine getirmiş, bu arada çevresinde
bulunan insanlara hutbeler irad buyurmuştu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Allah'ın yardımı
ve fetih geldiği ve insanların dalga dalga Allah'ın dirine
girdiklerini gördüğün zaman Rabbini överek tesbih et. O'ndan mağfiret
dile. Çünkü o tevbeleri çok kabul edendir" (en-Nasr, 110/1-3)
mealindeki Nasr sûresinin nâzil olduğunu duyan Müslümanlara, hem
yeni nâzil olan bu sûreyi okumuş hem de kendilerine nasihat ettiği
hutbelerinden birini irad buyurmuştur. Bu hutbesinde de yine Müslümanların
mal, can, namus emniyetinden bahseden Rasûlüllah insan haklarının
temelini oluşturan bu üç hakkı tekrar tekrar ümmetine hatırlatmıştı.
Değişik yer ve zamanda irade edilen bu hutbeler, tek bir hutbe şeklinde
bütünleştirilmiştir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hutbenin toplum hayatına
getirdiği prensipler:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İncelendiği zaman
Veda Hutbe'sinde Peygamber (s.a.s)'in başlıca şu noktalara değindiği
görülür:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">1- Her işte daima
Allah'a hamd-ü sena etmek gerekir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">2- Nefis, insanı her
zaman şerre yöneltmek ister. Bu sebeple nefislerin şer-inden de
Allah'a sığınmak lâzımdır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">3- Can, mal ve ırz
kutsaldır. Yaşama hakkı tabii bir haktır. Irz, şeref, haysiyet, hürriyet
ve mülkiyet saldırıdan korunmuş haklardır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">4- Cahiliye
gelenekleri kaldırılmıştır. İnsanlar alışa geldikleri kötü şeyleri
körü körüne yapmaktan vazgeçmelidirler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">5- Faiz haramdır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">6-Kan davası gütmek
haramdır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">7- Emânetler
yerlerine verilmelidir. Emânete hıyanet</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">edilmemelidir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">8- Küçük büyük
önemli-önemsiz her işte şeytana uymaktan sakınılmalıdır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">9- Kadınların ve
erkeklerin karşılıklı hak, vazife ve sorumlulukları vardır. Kadınlara
nezâketle davranılacaktır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">10- Hem kadın hem de
erkekler zinadan şiddetle kaçınacaklardır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">11- Köle ve hizmetçilere
iyi davranılacaktır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">12- Bütün Müslümanlar
kardeştir. Her türlü sınıf farkları ve ayrıcalıklar kaldırılmıştır.
Üstünlük fazilet iledir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">13- Zulümden sakınmak
gerekir, halkın malı haksız yere yenemez, birine ait bir şey
sahibinin izni olmadıkça başkası için helâl olmaz.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">14- Müslümanlar
birbirleriyle savaşmaktan sakınacaklardır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">15- Allah'ın Kitâb'ına
ve Peygamber'in sünnetine uyanlar asla sapıklığa düşmezler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">16- İslâm sadeliğinden
ayrılmamak, aşırılıklara sapmamak gerekir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">17-Hak Teâlâ'ya
ibadet olunacak; beş vakit namaz kılınacak, oruç ayında oruç
tutulacak, Hz. Peygamber'in tavsiyelerine uyulacaktır. Bunları hakkıyla
yerine getirenlerin mükâfatı cennettir.</span></b>
</div>
<br />
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih28.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih28.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-78114262146124541892013-05-24T00:19:00.003+03:002013-05-24T00:19:37.141+03:00 TEBÜK SEFERİTEBÜK SEFERİ
Hz. Peygamber'in Hicretin dokuzuncu yılında, Şam'da toplanan kırkbin kişilik Bizans ordusuna karşı çarpışmak üzere Medine'den Tebük'e kadar sevkettiği en son ve en güçlü askerî hareket.
Tebük arap yarımadasının kuzeyinde Medine ile Şam'ın ortasında bir yerin adıdır. Suyu ve hurmalığı olan bir yerdir. Bu savaş yolculuğunun son ucu burası olduğu için "Tebük Gazası" adı ile anılmıştır. Bu seferde savaş olmamış fakat en güçlü bir İslâm ordusu techiz edilmiş, böylece askerî ve siyasî açıdan önemli bir zafer kazanılmıştır.
Seferin nedeni: Bizans İmparatoru Heraklius'a bir mektup yazan Suriye'li hristiyanlar, Muhammed'in öldüğünü, müslümanların da kıtlık ve yokluk içinde perişan olduklarını, üzerlerine asker gönderilirse, onları kendi dinine katmanın tam zamanı bulunduğunu bildirdiler (Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, VI, 191). Bunun üzerine Heraklius silahlandırdığı kırk bin kişilik askeri bir gücü Kubad'ın komutası altında yola çıkardı. Cüzam, Lahm, Gassân ve Âmile adını taşıyan arap kabilelerinin de Rumlarla birlikte hareket edecek!eri haberi Medine'ye ulaştı. Zaten Allah'ın elçisi kuzey sınırından güvende değildi. Böyle bir askerî harekât hazırlığını öğrenince genel seferberlik ilân etti. Allah'ın Resulu diğer gazvelerde genellikle seferin nereye olacağını gizli tutarken bu defa Bizans ordusuna karşı bir sefer düzenleneceğini açıklamıştı. Çünkü gidilecek yer uzak, havalar sıcak ve kurak, düşman güçlü idi. Ordunun buna göre hazırlık yapması gerekiyordu. Mekke'den ve diğer arap kabilelerinden asker toplamak için de görevliler çıkarılmıştı.
Sıcak, kuraklık, kıtlık, uzaklık ve güçlü düşman unsurları bu seferi "güç ve zor bir sefer" haline getirmişti. Bu yüzden seferin rastladığı zamana Kur'an-ı Kerim'de "Sâatü'l-usre" (güçlük zamanı) denilmiş, bu sefere de Kur'an dilinden alınarak "Gazvetü'l usre (zorluk gazâsı)" adı verilmiştir. Bu sefere katılan orduya da "Ceyşü'l-usre (Güçlük ordusu)" denilmiştir (bk. et-Tevbe, 9/117; ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terc ve Şerh, Kamil Miras, 6. Baskı, Ankara 1983, X, 408, 409; İbn İshak, İbn Hişam, es-Sîre, IV, 161; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 75; Vâkıdî, Meğâzî, III, 991).
Hz. Peygamber savaş için hazırlık yapılmasını emrettiği zaman mevsimin olumsuzlukları, ürünün hasat zamanı oluşu ve insanların yazın sıcağında ağaç gölgesinde oturmayı sevmesi yüzünden, böyle sıkıntılı bir yolculuğa isteksizlik vardı. Ashab-ı kiramın ağır davranması dikkati çekmişti. Bu yüzden Allah'u Teâlâ müminleri şöyle uyardı:
"Ey iman edenler! Size ne oluyor da: Allah yolunda cihata çıkın, denildiğinde, bazılarınız ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemiyorsunuz? Yoksa siz ahireti bırakıp, sadeœ dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçici zevki ahiret saadeti yanında pek az ve değersizdir" (et-Tevbe, 9/38). Devamı ayetlerde, eğer bu cihata çıkmazlarsa can yakıcı bir azapla karşılaşacakları, bunun zararının Allah'a değil kendilerine olacağı, Allah'ın Resulune yardım etmeseler bile, Allah'ın O'na yardım edeceğini, nitekim Mekke'den hicret ederken de Resulullah'a yardım edildiği, mağarada da o, arkadaşına; "üzülme, Allah bizimle beraberdir" diyordu, böylece Allah'ın Resulune emniyet ve güven verdiği, şimdi de aynı yardımı yapabileceğini bildirdi (et-Tevbe, 9/39, 40).
İİslâm toplumu su ayetle topluca cihata çağrıldı: "Ey müminler! Güçlünüz zayıfınız hep birlikte savaşa koşun. Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır" (et-Tevbe, 9/41).
SAHABENİN ORDUYA YARDIMLARI:
Hz. Peygamber her gün minberine oturur ve "Allahım! Sen şu bir avuç İslâm toplumunun yok olmasına fırsat verirsen, artık yeryüzünde sana ibadet olunmaz" diyerek yalvarır ve müminleri mallarıyla ve canlarıyla cihata teşvik ederdi. Bunun üzerine servet sahibi müminler orduya yardım getirmeye başladılar.
Hz. Ömer bu sefere dörtbin dirhem gümüş para (beş dirhem yaklaşık bir koyun bedeli) getirmiş ve Hz. Peygamber'in "Geride ne bıraktın?" sorusuna "malımın yarısını" diye cevap vermiştir (İbn Esîr, Üsdü'l-Gâbe, III, 326-327; M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 2. baskı, İstanbul, t.y., IX, 156, 157). Hz. Ebû Bekir de dörtbin dirhem getirince, Allah elçisinin "Aile fertleri için ne bıraktın?" sorusuna; "Onlara Allah ve Resulunü bıraktım" diye cevap verince, bunu işiten Hz. Ömer hayır yarışında Ebû Bekir'i geçemeyeceğini belirterek ağlamıştır (Vakıdî, Meğâzî, III, 991; İbnü'l-Esîr a.g.e., III, 327).
Abdurrahman b. Avf da sekizbin dirhem sermayesinin yarısını getirince Allah elçisi; "Allah senin getirip verdiğini de, ev halkın için ayırdığını da bereketlendirsin" (Vâkîdî, Meğâzî, III, 991; Taberî, Tefsir, X, 197) diye dua etmiştir.
Hz. Osman ise ordunun techizinde en büyük yardımı yapmıştı. O, üçyüz deve, yüz at bağışlamış, ayrıca bin altın lirayı Resulullah'ın kucağına dökünce, Allah elçisi; "Ey Allah'ım! Ben Osman'dan râzıyım, sen de razı ol” diye dua etmiş ve Osman'ın bundan sonra olmuş olacak şeylerden bir sorumluluğunun bulunmayacağını bildirmiştir (bk.Ahmed b. Hanbel, IV, 75; Vâkıdî, a.g.e., III, 991; İbn Ishak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 161). Ayrıca Hz. Osman'ın birer altın sarfı ile onbin askeri techiz ettiği, su içtikleri kapların ağız bağlarına ve askı iplerine kadar sağlanmadık ihtiyaçlarının bırakmadığı nakledilmiştir. (Vâkıdî, Megâzî, III, 991; Belâzurî, Ensâbü'l-Eşraf, 1, 368).
Malî durumu zayıf olanlar da ellerinden gelen yardımı yapıyorlardı. Hz. Peygamber; "Kim bugün bir sadaka verirse sadakası kıyamet günü Allah katında onun lehine şahitlikte bulunacaktır" buyurunca, bir adam başına sardığı sarığı vermiş, siyah, hor görünüşlü bir yoksul da çok güzel bir deveyi bağışlayıp gitmişti. Ebû Ukayl iki ölçek hurma karşılığında sabaha kadar su çekmiş, bir ölçeğini ev ihtiyacı için ayırmış, bir ölçeğini de orduya bağışlamıştı. Hz. Peygamber onun için de hayır ve bereketle dua etti (Taberî, Tefsir, X, 194, 195). Başka bir yoksul Ulbe b. Zeyd ise malı, mülkü, biniti olmadığı için cihata hiçbir katkısı olamayışından çok üzgündü. Gece namazından sonra Allah'a niyazda bulundu, imkânlarının olmayışından yakındı. Ertesi gün sıkılarak, alay edilmeyi göze alarak çok az bir meta'ı Hz. Peygamber'e getirdi. Bu da sadakalara karıştırıldı. Ertesi gün Hz. Peygamber az bir sadaka veren bu yoksulu davet etti ve şöyle buyurdu:"Muhammed'in varlığı, kudreti elinde bulunan Allah 'a yemin ederim ki, sen sadakası kabul olunanların Divan'ına yazıldın" (İbn Kayyim, Zâdu'l-Meâd, Mısır 1390/1970, III, 4; Vâkıdî, a.g.e., III, 994; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 500).
Kadınlar da ellerinden gelen yardımı yapmaktan geri durmuyorlardı. Ümmü Sinan el-Eslemiyye şöyle anlatır: "Hz. Âîşe'nin evinde Resulullah (s.a.s)'ın önüne serilmiş bir örtü gördüm ki üzerinde bilezikler, bazubentler, halhallar, yüzükler, küpeler, develerin ayaklarını bağlayacak bir takım kayışlarla, kadınlar tarafından gönderilen ve savaşta işe yarayabilecek bir takım şeyler bulunuyordu" (Vâkıdî, Meğâzî, III, 991, 992).
Tebük Seferi ve Münafıklar:
Münafıklar müminleri başarıya götürebilecek her önemli işte olduğu gibi gerek Tebük gazvesi hazırlıkları ve gerekse yolculuk sırasında bozgunculuk yapmaktan geri durmadılar.
Münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selül; "Muhammed Roma devletini oyuncak mı sanıyor? Onun ashabıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi biliyorum" diyerek halka korku ve ümitsizlik vermeye çalışıyordu (Ahmet Cevdet Paşa, Peygamberlerin Kıssaları ve Halifelerin Tarihleri, İstanbul 1977, I, 206).
Münafıklardan bir topluluk hiçbir özürleri olmadığı halde Tebük seferine katılmamak için Hz. Peygamber'den izin istediler. Allah'ın Resulu seksenden fazla münafığa izin verdi. Kimi münafıklar da ganimet almak için Tebük ordusuna katılmış ve gittikleri yerlerde bozgunculuk yapmaktan geri durmamışlardır (İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, 160 vd.; Taberî, Tarih, III, 142 vd.; Vâkıdî, Megâzî, III, 995; et-Tevbe, 9/66).
Orduya özürsüz katılmayan münafıklarla ilgili çeşitli ayetler indi. Bazıları şunlardır: "Onlardan bazısı peygambere: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyordu. Bilin ki onlar zaten fitne içine düşmüşlerdir. Şüphesiz cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır" (et-Tevbe, 9/49). "Cihatdan geri kalanlar, Allah'ın Resulune muhalefet ederek oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat etmeyi hoş görmediler. "Bu sıcakta savaşa çıkmayın " dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır". Keşke bilseydiler. Yaptıklarının cezası olarak, artık az gülsünler çok ağlasınlar" (et-Tevbe, 9/81, 82; ayrıca bk. 9/42-48, 63-64, 79, 83, 86, 87, 90, 93-96).
YAHUDİ SÜVEYLİM 'İN EVİNİN YAKILMASI:
Münafıklardan bazı kişilerin Yahudi Süheylim'in Casum mevkiindeki evinde toplanıp, Tebük gazasına çıkacak halkı Hz. Peygamber'in etrafından dağıtmak üzere toplandıkları haber alındı.
Bunun üzerine Allah elçisi Talha b. Ubeydullah'ı (ö. 36/656) bazı sahabelerle birlikte onlara gönderip Süveylim'in evini ateşe vererek üzerlerine yıkmasını emretti. Emir yerine getirildi. Dahhâk b. Halîfe evin damından atlayınca ayağı kırıldı. İbn Übeyrık ve arkadaşları ise damdan atlayıp kaçtılar (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 160; Diyarbekri, Hâmis, II, 124).
İHMALCILIK YÜZÜNDEN SEFERE KATILMAYAN MÜSLÜMANLAR:
Mümin oldukları halde ihmalcilik yüzünden sefere katılamayanlar da olmuştu. Bunlar: Kâ'b b. Mâlik, Mirâre b. Rabî' ve Hilâl b. Ümeyye (r. anhüm) idi.
Kâ'b b. Mâlik; Akabe'de Hz. Peygamber'e bey'at etmiş, Bedir dışında tüm gazalara katılmıştı. Tebük seferine katılmak için her türlü imkâna sahip olduğu halde sırf ihmalciliği nedeniyle bu gazaya katılamadığını şöyle belirtmiştir: "Hz. Peygamber bu gaza için hazırlanmaya başladılar. Ben de onlarla birlikte yol hazırlığını görmek üzere sabahleyin evden çıkıp dolaşır, hiç bir iş görmeden akşam üzeri döner, gelirdim. Kendi kendime; hazırlanmak için çok vaktim var, derdim. Bu ihmalcilik bende sürdü gitti. Sonunda Resulullah ve ashabı birden yola çıkıverdiler" (Vâkıdî, Meğazî, III, 997, 998).
Diğer iki sahabe de benzer ihmal içinde olup gecikmişler ve sefere katılmamışlardı. Ancak daha sonra bu üç sahabe ruhen çok daraldı ve dünya kendilerine dar geldi. Onların bu sıkıntısı Kur'an-ı Kerîm'de şöyle açıklanır: "Ve savaştan geri kalan o üç kişinin tövbesini de kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhları son derece sıkıldığı, Allah'tan başka bir sığınak olmadığını anladıkları zaman tövbe etsinler diye, Allah onları bağışlamıştı. Şüphesiz ki, Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır" (et-Tevbe, 9/118).
ÖZÜR NEDENİYLE SEFERE KATILAMAYANLARIN ECRE ORTAK OLUŞU:
Ashab-ı kiramdan meşrû özürleri yüzünden Tebük gazvesine katılamayanların, katılan askerlerin kazandığı tüm ecre ortak oldukları hadis-i şerifle sabittir.
Enes b. Mâlik (r.a)'den rivayete göre Hz. Peygamber Tebük seferi sırasında şöyle buyurmuştur: "Medine'de bir topluluk kalmıştır ki, biz bir dağ yolunda, bir vadide her yürüyüşümüzde, onlar da bizimle birliktedirler. Ashap: Yâ Resulullah, onlar nasıl bizimle birlikte olur?" diye sorunca da; "Onları burada bulunmaktan (hastalık, gücü yetmemek gibi) meşrû özürleri menetmiştir" (Buhârî, Cihâd, 140, Temennî, 9, Menâkıbu'l-Ensâr, 1, 3, Megâzî, 56; Müslim, Zekât, 133, 136136; Tirmizî, Menâkıb, 65; Kâmil Miras, Tecrid-i Sarîh, VIII, 299, 300)
TEBÜK'E BÜYÜK YOLCULUĞA İMKÂN BULAMAYANLARIN AĞLAYIŞI:
Varlıklı sahabelerin yardımı ile ihtiyaçlı gaziler techiz ediliyor, fakat sayı çok fazla olduğu için bu yardım da yetişmiyordu. İslâm tarihinde "ağlayanlar" diye anılan yedi kişi Resulullah (s.a.s)'a gelerek, bu gazveye katılmak istediklerini, fakat binit ve yiyeceklerinin bulunmadığını bildirdiler. Hz. Peygamber'in kendilerine binit kalmadığını söylemesi üzerine bu yedi kahraman ağlayarak geri dönmüşlerdi. Bunlar Salim b. Umeyr, Ulbe b. Zeyd, Ebû Leylâ el-Mâzinî, Seleme b. Sahr, Irbâd b. Sâriye; bir rivâyete Abdullah b. Muğaffel ve Ma'kıl b. Yesâr veya Amr b. Gunme (r. anhüm)'dür. Onların bu hali Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilir: "Cihada çıkabilmek için binek vermen için sana geldikleri vakit: "Size verecek bir binit bulamıyorum" dediğinde, savaş araç ve gereçleri bulamadıklarını üzülüp gözleri yaşla dolu olarak geri dönenlere de bir sorumluluk yoktur" (et-Tevbe, 9/92).
Bunun üzerine bu yedi mücahidden ikisine İbn Yamin, ikisine Hz. Abbas b. Abdilmuttalib, üçüne de Hz. Osman binit sağlamıştır (İbn İshak, İbn Elisâm, Sîre, IV, 161, 162; Vâkıdî, Megâzi, III, 994; Taberî, Tarih, III, 143).
TEBÜK YOLCULUĞUNUN BAŞLAMASI:
Hz. Peygamber (s.a.s) Tebük gazasını Medîne'den Hicretin 9. yılı Recep ayında perşembe günü çıkmıştı. Çünkü O, cihada perşembe günü çıkmayı severdi. Bu, Resulullah (s.a.s)'ın sonuncu gazası oldu.
Medine'de vekil bırakılan Hz. Ali için münafıkların "Muhammed, Ali'yi onda görüp hoşlanmadığı bir şey için geri bırakmıştır" gibi dedikodular yapması üzerine, Hz. Ali silahlanıp Cürf mevkiinde Hz. Peygamber'e yetişti. Resulullah'ın geliş nedenini sorması üzerine hakkındaki dedikodudan söz etti. Hz. Peygamber; "Onlar yalan söylemişlerdir. Ben seni arkamda bıraktıklarıma vekil tayin ettim. Hemen geri dön, gerek benim ev halkım ve gerekse senin ev halkın içinde vekilim ol. Sen bana göre, Musa'ya göre Harun'un durumunda olmak istemez misin? Ancak benden sonra Peygamber gelmeyecektir" dedi. Hz. Ali; "Ey Allah'ın elçisi öyledir" diye cevap verdi ve Medîne'ye geri döndü" (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 163, İbn Sa'd, Tabakât, III, 24 25, Taberî, Tarih, III, 144, İbnü'lEsîr, el-Kâmil, Beyrut 1385/1965, II, 278).
Hz. Peygamber'in komutasındaki onbin kişilik İslâm ordusu Medine'den Tebük'e kadar onsekiz yerde konakladı, ondokuzuncu konaklama yeri Tebük oldu. Bu konaklama yerlerinde namaz kılınan yerler günümüzde de adlarıyla mescit olarak bilinmektedir. Zülhuşub, Feyfâ, Zülmerve, Rak'a ve Vâdilkurâ mescidleri gibi .
Yolculuk sırasında ve konaklama yerlerinde pek çok ibretli ve hikmetli olaylar vuku buldu. Allah'ın elçisi yol boyunca öğütlerini sürdürdü. Bunlardan bazıları şunlardır:
1) Sekizinci konaklama yeri olan Hicr'da olanlar:
Hicr, Semûd kavminin yaşayıp helâk olduğu yerdir. Salih Peygambere isyan eden bu topluluğu Yüce Allah korkunç bir haykırışla helâk etmişti (bk. el-A'râf, 7/73-9; el-Hicr, 15/80-84; eş-Şuarâ, 26/141-159; Hûd, 11/61-68; en-Neml, 27/45-53). Hz. Peygamber bu kavmin mucizeleri gördükleri halde peygamberlerine karşı gelmelerini açıkladı ve bu yerden hızlı geçilmesini emir buyurdu.
Hicr kuyularından alınan suları döktürdü ve bununla hazırlanan ekmek hamurlarının develere yedirilmesini emir buyurdu (Vâkıdî, Megâzî, III, 1008; Ahmed b. Hanbel, II, 9: Asım Köksal, a.g.e., IX, 185 vd.). Böyle hüzünlü bir beldeye neş'eyle girilmesini, Hıcr'da oturan halkla temas etmemelerini emir buyurdu (Vâkıdî, Meğâzî, III, 1008; Ahmed b. Hanbel, V, 231).
Allah elçisi, Hicr'da gece şiddetli kasırganın kopacağını, bu yüzden kimsenin yanında arkadaşı olmaksızın dışarı çıkmamasını ve develerin dizlerinin bağlanmasını bildirdi. Kasırga çıktı ve uyarıya uymayan iki kişiden birisi nefes darlığına uğradı, diğerini fırtına sürükledi.
Mücahitler Hicr'da sabahlayınca şiddetli susuzlukla karşılaştılar. Allah elçisi özellikle Hz. Ebû Bekir'in yağmur duası yapmasını istemesi üzerine, ellerini kaldırıp yağmur için dua etti. Daha ellerini indirmeden yağmur yağmaya başlamıştı (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 165; Taberî, Tefsîr, XI, 55; Tarih, III, 144). Bunun üzerine daha önce; "Muhammed hak peygamber olsaydı, Musa peygamber'in Allah'tan yağmur istediği ve yağdırdığı gibi, O da yağmur ister ve yağdırırdı" diyerek dedikodu yapan münâfıklar seslerini kesmişlerdi.
Hz. Peygamber'in devesi "Kasvâ"ın kaybolması:
Bir konaklama yerinde Resulullah (s.a.s)'in devesi Kasvâ kaybolmuş ve aramalara rağmen bulunamamıştı. Benî Kaynuka Yahudilerinden müslüman olan Zeyd b. Lusayt adlı münafık; "Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen ve size göklerden haberler veren Muhammed bugün kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor" diyerek müminlerin kalbine şüphe sokmaya çalışıyordu. Bunu haber alan Resulullah (s.a.s), Cebrail (a.s) haber vermesi üzerine devenin bulunduğu yeri ve ipinin bir dala takılı bulunduğunu bildirdi ve "Allah'a yemin olsun ki, gerçekten ben, bir şeyi Allah bana bildirmedikçe bilemem" buyurdu. Gerçekten o yana giden sahabiler deveyi bulup getirdiler (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 166, 167; Vâkıdî, a.g.e., III, 1010).
Zeyd b. Lusayt bu olaydan sonra, ertesi sabah kalbindeki Hz. Muhammed'in peygamberliği konusundaki şüphelerinin yok olduğunu söylemiştir (Vâkıdî, Megâzî, III, 1010). Bazıları onun tövbe ettiğini söylerken Hârice b. Zeyd gibi bazı sahabiler de onun tövbe ettiğini kabul etmemişlerdir (İbn İshak, İbn Hişâm, IV, 167;Vâkıdî, a.g.e., III, 1010).
Abdurrahman b. Avf'ın imam oluşu:
Hicr'le Tebük arasında bir konaklama yerinde tan yeri ağardıktan sonra Allah elçisi ihtiyacını gidermek için uzak bir yere gitmişti. Cemaat güneşin doğmasından korkarak Abdurrahman b. Avf (r.a)'ı öne geçirdiler. Hz. Peygamber abdest alıp dönünce Abdurrahman rukû'da idi. Cemaat Resulullah'ın geldiğini anlayınca neredeyse namazı bozacaklardı. Abdurrahman da imamlıktan çekilmek istedi. Fakat Resulullah (s.a.s)'in işareti ile namaza devam etti. Allah elçisi bir rekâtı imamla, bir rekâtı da selãmdan sonra ayağa kalkarak tek başına kıldı. Namaz bitince de; "Güzel yaptınız" buyurdu (Ahmed b. Hanbel, IV, 247; Vâkıdî, Megâzî, III, 1011).
Abdestte tek yıkama ve mestlere meshetme:
Avf b. Mâlik'ten rivayete göre, Hz. Peygamber Tebük seferi sırasında yolcular için mestler üzerine üç gün üç gece, mukîm olanlar için bir gün bir gece süreyle meshedilmesini emir buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 27). Hz. Ömer'in bildirdiğine göre abdest alınırken abdest azaları birer defa yıkanmakla yetinilmiştir (Ahmed b. Hanbel, 1, 23).
Vaktinde kılınamayıp kaza edilen sabah namazı:
Yolculukta Allah elçisi uykuda iken kaldırılmamış ve sabah namazı vakti çıkıp güneş bir mızrak boyu yükselmişti. Resulullah (a.s) Bilâl'e: "Ben sana bu gece bizi bekle ve sabah olunca uyandır" demedim mi?" buyurdu. Bilâl: "Seni uyutan beni de uyuttu" dedi. Hz. Peygamber o yerden kalkıp biraz gittikten sonra, önce sünneti sonra da farzı kaza etti (Vâkıdî, Megâzî, III, 1015, 1016).
Hz. Peygamber'in Tebük'te ashabı ile istişare etmesi:
Tebük'e geldikten sonra Şam üzerine yürünüp yürünmemesi konusunda Allah elçisi ashabı ile istişare etti. Hz. Ömer: "Eğer gitmekle emrolundun ise git" dedi. Hz. Peygamber: "Eğer bu konuda Allah tarafından emrolunmuş bulunsaydım, size danışmazdım" buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Resulu orada Rumlar çok fazladır, müslümanlardan tek kişi bile yoktur, senin bu derece yakına gelmen onları korkutmuştur. Uygun bulursanız bu yıl buradan geri dönülsün veya yüce Allah bu konudaki buyruğunu bildirir" Bunun üzerine Hz. Peygamber Tebük'ten ileri geçmedi (İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre; IV, 170; İbn Sa'd, Tabakâl, II, 166; Vâkidî, a.g.e., III, 1019).
Diğer peygamberlere verilmeyip yalnız Hz. Muhammed'e verilen beş haslet:
Hz. Peygamber Tebük'te gece namazını (teheccud) çadırının önünde kıldığı bir gece, yanına gelen sahabilerle sohbet ederken şöyle buyurmuştur: "Benden önceki peygamberlerden hiç birisine verilmeyen şu beş şey bana verilmişti:
a- Önceki peygamberler yalnız bir kavme gönderilmişken, ben bütün insanlara gönderildim.
b- Yeryüzü bana mescit ve temizlik aracı kılındı. Bu yüzden namaz vakti nerede olursa teyemmüm edip namazımı kılarım. Önceki ümmetler ise ibadetlerini ancak Kilise ve Havralarda yapabilirdi.
c- Savaş ganimetleri bana helal kılındı. Halbuki önceki peygamberlere helâl kılınmamıştı.
d- Bana şefaat makamı verildi.
e- Ben bir aylık uzak yerdeki düşmanın kalbine korku salmakla yardım olundum" (bk. Buhârî, Teyemmüm, 1, Salât, 56; Müslim, Mesâcid, 3, 4, 5; Ebû Dâvud, Salât, 24; Tirmizî, Mevâkît, 119, Siyer, 5; Nesâî, Cusl, 26; İbn Mâce, Tahâre, 90; Dârimî, Salât, 111, Siyer, 28; Ahmed b. Hanbel, I, 250, 301, II, 222, 240, 250, 312; Vâkıdî, Megâzî, III, 1021 vd .).
Hz. Peygambere ve ümmetine ayrıcalık sağlayan bu niteliklerin Bizans'a karşı yapılan böyle büyük bir harekât sırasında açıklanması şu noktaları akla getirmektedir.
Çevrede en güçlü olarak bilinen Doğu Roma imparatorluğuna karşı durabilecek bir güce sahip olan İslâm topluluğu, yakında bu yöreleri ele geçirecek ve rum diyarı İslâm'a girecek, böylece arap toplumları dışına çıkan İslâm evrensellik özelliğine kavuşacaktır .
İslâm ordusu yolculuk sırasında günlerce çeşitli yer ve mevkilerde, arz üzerinde farz ve nafile namazları kılmış ve böylece ibadetin yalnız mescidlerde yapılabileceği imajı yerine namaza evrensel bir mescid anlayışı kazandırılmıştır. Abdest ve gusülde de su yerine, gerektiğinde teyemmümle yetinmenin uygulamaları yapılmıştır.
Bu gibi askeri hareketlerde zafer sonrası elde edilecek ganimetlerin beşte biri beytülmalin, beşte dördü de gazilerin hakkı olmak üzere meşrû kılınmıştır. Bu da savaşlarda ayrı bir teşvik unsurudur (bk. "Ganimet" mad .).
Çevrede bir aylık uzak yerde bulunan düşman o gün için Doğu Roma İmparatorluğu ve bunların başkanı Heraklius olmalıdır. İmparatorun ve askerlerinin kalbine korku düştüğü için Hicaz'a saldırıp yakıp yıkmak üzere yola çıktıkları halde bu cesareti gösterememişlerdir. Güçlü İslâm ordusunun hazırlıklı, düzenli ve her çeşit savaş rizikosunu göze alarak Tebük'e kadar gelmesi, güç dengesini psikolojik bakımdan Müslümanların lehine çevirmiştir. Böylece düşman için, savaş olmasa bile güç hazırlamayı emreden ayetin hükmü gerçekleşmiştir .
Ayette şöyle buyrulur: "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve daha bundan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, karşılığı size eksiksiz ödenir, asla haksızlığa uğratılmazsınız" (el-Enfâl, 8/60).
Hz. Peygamber Tebük'te bulunduğu sırada Halid b. Velid'i dört yüz atlı ile bir hristiyan topluluk olan Dûmetülcendel'in kralı Ükeydir b. Abdilmelik üzerine gönderdi. Dûmetülcendel Şam yolu üzerinde Tebük'e yakın, sulu, hurma ve ekinleri bol, büyük bir ticaret merkezi idi. Halid b. Velid az sayıda bir askerle bilmedikleri bir yörede kralı nasıl bulacaklarını sorunca, Allah elçisi onu "yabanî sığır avlarken bulup yakalayacağını" haber verdi.
Gerçekten Halid ve arkadaşları kaleye yaklaştıkları sırada normal kırsal kesimde az rastlanan bir yaban sığırının kale kapısına yaklaşmakta olduğunu gördüler. Yukarıdan Ükeydir ve ailesi de bu semiz hayvanı görmüşlerdi. Ükeydir silahlanıp birkaç adamı ile birlikte sığırı avlamak üzere kaleden dışarı çıkınca da onu yakaladılar ve elleri bağlı olarak kalenin önüne getirdiler .
Orada Halid'le Ükeydir arasında yapılan anlaşmaya göre, Ükeydir Müslümanlara: İki bin deve, sekiz yüz at, dört yüz zırh gömlek, dört yüz mızrak vermek ve Ükeydir ile kardeşi Mudad Hz. Peygamber'e kadar götürülüp haklarında Allah elçisi hüküm vermek üzere sulh oldular. Bundan sonra kaleye girilerek belirlenen ganimet malları teslim alındı (bk. Vâkıdî a.g.e., III, 1027, 1034; İbn İshak, İbn Hişam, Sire, IV, 169 vd; İbn Sa'd, Tabakât, II, 62, 166).
Eyle, Ezruh ve Cerba Melikleri ile Sulh Anlaşması Yapılması:
Hz. Peygamber Tebük'te bulunduğu sırada Kızıldeniz'in kuzeyinde ve Akabe körfezinin sonunda deniz sahilindeki Eyle hükümdarı Yuhanna b. Ru'be, gelerek yıllık belirli miktarda cizye vermek üzere kendisi ile sulh anlaşması yaptı. Hz. Peygamber Yuhanna'ya şu ahitnameyi yazılı olarak verdi.
"Bismillahirrahmânirrahîm . Bu, Allah ve Peygamberi Muhammed'den Yuhanna b. Ru'be ile Eyle halkından denizdeki gemilerde bulunanları ve karadaki gezen, dolaşanları için eman yazısıdır: Gerek bunlar ve gerek Şam, Yemen ve deniz sahili halkından Eylelilerle birlikte bulunanlar, Allah'ın ve Resulunün himayesindedirler. Onlardan bir kötülük işleyeni yanındaki malı koruyamayacak, bu mal, alana da helâl olacaktır. Denizde, karada herkes dilediği tarafa yolculuk yapma hakkına sahiptir” (Ebu Ubeyd, el-Emvâl, Mısır 1388/1968, s. 287 vd; İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, VI, 169).
Eyle kralı Yuhanna ile birlikte Ezruh ve Cerba halkı temsilcileri de Tebük'e gelip Hz. Peygamber'le cizye vermek üzere anlaşma yaptılar. Bunlar her yıl Recep ayında saf altından yüz dinar cizye ödemeyi kabul ettiler ve buna karşılık onlara birer emannâme (güven mektubu) verildi. Bu iki topluluk da Eyleliler gibi Yahudi toplumudur (İbn Sa'd, Tabakât, 1, 289 vd; İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, IV, 169; Vâkıdî, Megâzî, III, 1031).
MESCİD-İ DİRÂR OLAYI:
Hz. Peygamber Tebük'te yirmi gün kadar kaldıktan sonra, ashab-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare ederek geri dönmeye karar verdi. Çünkü Bizans ordusu saldırmaya cesaret edememiş ve amaca ulaşılmıştı. O gün için daha fazla ileri gidip kan dökmeye ihtiyaç yoktu. Çünkü Şam yöresini fetih gibi bir amaçla yola çıkılmamıştı. Üstelik Şam yöresinde bulaşıcı bir hastalık (tâun) olduğu da haber alınmıştı. Geri dönüş için yola çıkan ordu Ramazan'ın ilk günlerinde Medîne'ye ulaştı. Hz. Peygamber Tebük'e giderken Medine'ye bir saat uzaklıktaki Ziyevan köyüne geliniğinde münâfıklardan bir heyet gelerek: "Ey Allah'ın Resulu! Biz hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler için özellikle yağmurlu gecelerde namaz kılmak üzere bir mescid bina ettik. Teşrif edip burada namaz kıldırsanız, hayır ve bereketle dua buyursanız"dediler. Hz. Peygamber bunun dönüşte olabileceğini söylemişlerdi. Bunun üzerine Tebük dönüşü bu sözü Allah elçisine hatırlatıp yeni yapılan mescide gelmesini rica ettiler.
Bu mescid Ebû Âmir Fâsık adlı bozguncu münafık ve fasığın teşviki ile münafıklarca Kuba Mescidinin cemaatını bölmek niyetiyle yapılmış ve Hz. Peygamber'e suikast düzenlemek üzere içi silâhla doldurulmuştu. Hz. Peygamber bu mescide gitmeye hazırlanırken Cebrail (a.s) gelerek durumu haber verdi.
Kur'an-ı Kerîm'de bu mescidden şöyle söz edilir:
Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak üzere bir mescid yapanlar; "Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk" diye yemin ederler. Allah da şahittir ki bunlar yalancıdırlar" (et-Tevbe, 9/107). "Ey Muhammed! Bu mescidde asla namaz kılma. Şüphesiz ki, başlangıcından itibaren takva üzere kurulan mescidde (Kuba mescidi) namaz kılman daha hayırlıdır. O mescidde kendilerini maddî ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah temizlenmek isteyenleri sever" (et-Tevbe, 9/108; bk. 109, 110).
Bunun üzerine Hz. Peygamber ashab-ı kiramdan Mâlik b. Dehsan ile Ma'n b. Adiyy (r. anhümâ)'yi Mescid-i Dırar'ı yıkmak üzere gönderdi. Bu sahabeler mescidi yakıp yıktılar. Böylece kötü amaç için bina edilen bir mescid ortadan kaldırılmış oldu (bk. İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, III, 71; İbn Sa'd, Tabakât, III, 540 vd; İbn Kesîr, Muhtasar Tefsîr, II, 169; Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarih, X, 422).
Özürsüz cihada katılmayan üç kişinin çilesi:
Resulullah (s.a.s) Tebük'ten dönüşte Medîne'ye girişte doğrudan Mescidi Nebevî'ye girip iki rekat namaz kıldı. Çünkü seferden dönüşte bu, Resulullah (s.a.s)'ın âdeti idi. Sonra mescitte oturdu. Tebük gazvesine katılamayıp Medine'de kalanlar tek tek gelip özürlerini yeminle teyit ettiler. Hz. Peygamber dış görünüşlerine bakarak özürlerini kabul edip, iç yüzlerini Allah'a havale etti ve haklarında istiğfarda bulundu. Bunların sayısı seksen kadar idi.
Ancak Kâ'b b. Mâlik, Mirare b. Rabî ve Hilâl b. Ümeyye meşrû bir özürleri bulunmadığı halde cihada katılmamışlardı. Hz. Peygamber'in huzuruna girince mazeret uydurma yoluna gitmeden doğruyu söylediler.
Resulullah (s.a.s) halkı bu üç sahabe ile görüşüp konuşmaktan menetti. Üçü de bir köşeye çekilerek elli gün süreyle yalnızlığa itildiler. Dünya başlarına zindan oldu. Kırk gün geçince Hz. Peygamber bunlara Hüzeyme b. Sâbit (r.a)'i göndererek kadınlarından da ayrı durmalarını bildirdi. Böylece eşlerinin cihaddan geri kalan bu sahabelere hizmeti de men edilmiş oluyordu. Yalnız Hilâl b. Ümeyye'nin eşi Allah elçisine gelerek; "Hilâl yaşlıdır, hizmetçisi de yoktur. Yalnız mutfak işlerine yardımcı olsam" diye izin istedi. Kendisine yalnız ev hizmeti için izin verildi.
Elli gün tamamlanınca bu üç sahabenin mağfiret edildiğini bildirilen ayet indi. Bunu müjdeleyen sahabeye, Ka'b b. Mâlik sevincinden bir kat elbise giydirmişti. Mescide geldiklerinde Allah'ın Resulu Ka'b b. Mâlik'e şöyle buyurdu: "Annen seni doğurduğu günden beri yaşadığın günlerin en hayırlısını sana müjdeliyorum". Ka'b; "Bu müjde tarafınızdan mı, yoksa Allah tarafından mı?" diye sorunca, Hz. Peygamber; "Doğrudan Yüce Allah tarafından" buyurdu. Bunun üzerine Ka'b, bütün servetini Allah yolunda tasadduk etmek istediğini bildirdi. Hz. Peygamber, bir bölümünü kendisine ayırmasının daha hayırlı olacağını söyledi (Kâmil Miras, Tecrîd, X, 424 vd, Hadis No: 1659; İbn Kesîr, a.g.e., II, 175 vd.).
Allah Teâlâ bu üç sahabenin halini ve affedilmelerini şöyle bildirir: "Ve savaştan geri kalan o üç kişinin tövbesini de kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhları son derece sıkıldığı, Allah 'tan başka bir sığınak olmadığını anladıkları zaman tövbe etsinler diye, Allah onları bağışlamıştı. Şüphesiz ki Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır" (et-Tevbe, 9/118).
Ka'b b. Mâlik ve arkadaşları bu ilâhî iltifata, doğru sözlülükleri ve samimi davranmaları sayesinde kavuştular. Ka'b bu olay üzerine, artık ömrü boyunca doğrudan başka bir söz söylemeyeceğine dair Allah elçisine söz verdi. Diğer münâfıklar uydurdukları yalan mazeretler yüzünden helâk olurken onlar selâmete çıktılar.
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-44298095226334057882013-05-24T00:18:00.005+03:002013-05-24T00:18:49.725+03:00 HUNEYN SAVAŞI: (Şevval, 8. H/630 M.) <table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HUNEYN
SAVAŞI: (Şevval, 8. H/630 M.)</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke'nin fethinden
sonra Müslümanlarla Havazin Müşrikleri arasında meydana gelen savaş.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlüllah (s.a.s)
Mekke'nin fethi için Medine'den ayrıldığı zaman, nereye gideceğini
açıklamamıştı. Rasûlüllah'ın Havazin kabilesi kendi üzerlerine
gelebileceği endişesiyle savaş hazırlıkları yapmıştı. Müslümanlar
Mekke üzerine yürüyüp orayı fethedince, Havazin kabilesi artık sıranın
kendilerine geldiğini anladılar ve savaş hazırlıklarını tamamlayıp
kendilerinin saldırmalarının daha uygun olacağını hesapladılar.
Rasûlüllah bütün Arabistan'ı tevhid bayrağı altında birleştirmek
kararında olduğu için, müslümanlarla müşriklerin er veya geç çatışmaları
kaçınılmazdı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Havazinliler; Taifli
Sakifoğulları ve diğer müşrik Arap kabileleri ile ittifak kurarak kısa
bir zaman içinde yirmibin kişilik bir ordu hazırlamışlardı.
Havazinlilerin lideri Mâlik bin Avf, bu savaşın bir ölüm kalım
savaşı olduğunun farkında idi. Askerlerinin bütün güçleriyle
savaşmasını sağlamak için kabilesinin bütün çocuklarını, kadınlarını
ve mallarını birlikte getirmişti. Bu hareketiyle, bir yenilginin
onlar için top yekûn yok olma anlamı taşıyacağını herkese
anlatmak istiyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlüllah (s.a.s),
müşrik kabilelerin bu ittifaklarını ve savaş hazırlıklarını
haber alır almaz derhal savaş hazırlıklarına başladı. Hazırlıkları
süratle tamamladıktan sonra 12.000 kişilik bir orduyla Mekke'den çıktı.
İslâm ordusunun dörtbini Ensardan, bini Muhacirlerden, beşbini müslüman
olan Arap kabilelerinden, ikibini de Mekkelilerden oluşuyordu. Hatta
Seksen kadar Mekkeli müşrik de onlarla birlikte idi. Müşriklerin başlıca
amacı, galibiyet halinde ganimetten pay almak ve müslümanların
durumlarını görmekti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm ordusu
muntazam bir yürüyüşle Huneyn civarına geldi. İslâm ordusunun böylesine
büyük bir kuvvetle savaşa çıkması müslüman savaşçılar üzerinde
son derece büyük bir etki uyandırdı. Hatta içlerinden bazıları işi
kibir noktasına kadar götürerek böyle büyük bir ordunun asla
yenilemeyeceğini düşündüler. Bunu Rasûlüllah'a açıkça söyleyenler
bile oldu. Rasûl aleyhisselam bu sözlerden hiç hoşlanmadı. Çünkü,
ordu ne kadar büyük ve kuvvetli olursa olsun, gurur ve ihmal yüzünden
darma dağın olabilirdi. Müslümanları şimdiye kadar zafere ulaştıran
sayıları ve kuvvetleri değil, Allah'a olan imanları ve Allah'ın
yardımı idi. Bunu unutmak, kulluk bilincinin zedelenmesine ve her
zaman felâketlere neden olmuştu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mâlik bin Avf,
ordusuyla Huneyn'e daha önce gelmişti. Huneyn, Mekke ile Tâif arasında,
Tihame bölgesinde birçok inişli çıkışlı, dar geçitleri ve gizli
yolları olan geniş bir vâdidir. Mâlik, vadinin doğal durumundan
yararlanarak ordusunu pusuya yatırdı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlüllah Huneyn
civarına gelince bir yoklama yaparak İslâm ordusuna savaş düzeni
aldırdı. Öğütler vererek çarpışmaya teşvik etti; sadakat ve bağlılık
gösterirler, güçlüklere göğüs gererek dayanırlarsa zafere ulaşacaklarını
müjdeledi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm ordusunun öncü
süvârî birliğinin kumandanı Halid b. Velid idi. Ordu Huneyn
vadisine doğru hareket etti. Halid b. Velid gururlu bir şekilde, düşmanın
pusu kurması ihtimalini hiç hesaplamaksızın düşmanın işgal ettiği
tahmin edilen yere doğru ilerledi. Fakat hiç ummadıkları bir anda müthiş
bir saldırıya uğradılar. Askerler ne yapacaklarını şaşırdılar.
Bu ani ve amansız saldırı, Halid b. Velid'in komuta ettiği Süleymoğulları
atlıları arasında büyük bir bozguna yol açtı. Geriye dönüp hızla
kaçmaya başladılar. Korku ve panik bir anda asıl ordu içinde de yayıldı.
Ordu şaşkın bir vaziyette kaçışmaya başladı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Yirmi yıldır çetin
mücadelelerle elde edilen parlak sonuç, şimdi, bu sabahın alaca
karanlığında bir anda sönüp gidecek miydi? Hayır. Allah, Rasûlünü
bırakmaz, dünya yine şirkin karanlığına dönemez, tevhid dini sönmezdi.
Ufuktan güneş doğmadan, sabahın alaca karanlığında, İslâm'ın güneşi
batamazdı. Yalnız Allah'ın emir buyurduğu üzere sabretmek, dayanmak
gerekiyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlüllah da öyle
yaptı. Yanında sadece Hz. Ali, Hz. Abbas, amcası Haris'in oğlu, Ebu
Süfyan ve iki oğlu (ki birisi ilk anda şehid olmuştur) Fazl ibn
Abbas, Eymen ibn Ubeyd (Rasûlüllah'ın azadlısı Ümmü Eymen'in oğlu)
ve Üsame İbn Zeyd'den oluşan sekiz kişi kalmıştı. Buna rağmen büyük
bir kahramanlık ve dayanaklılık örneği göstererek yanında kalan
bir avuç müslümanla birlikte savaşa koyuldu. Hz. Abbas, Rasûlüllah
(s.a.s)'e bir zarar gelmemesi için atının dizgininden tutmuş, çevrelerini
saran düşmanı yarmaya çalışıyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu arada, bazı
Mekkeliler müslümanların dağılışını görünce, sevinç duygularını
gizlemeye bile gerek görmeden kalblerinde bulunanı dile getiriyorlardı.
Çantasında taşıdığı fal oklarıyla savaşa gelen Ebu Süfyan b.
Harb, "artık onların bu bozgunları denize varıncaya kadar sürer.
Andolsun ki Havazinliler onları yener" derken, Safvan b. Ümeyye'nin
sözde müslüman olan kardeşi Kelede, "Muhammed ile ashabının
bozguna uğradıklarım müjdelerim; artık bugün sihir bozuldu"
diyordu. Uhud'da öldürülen Kureyş'in sancaktarı Osman ibn Ebi
Talha'nın oğlu Şeybe ise, "Bugün Muhammed'den intikam alıyorum"
diye bağırıyor, fırsattan istifade ederek Rasûl aleyhisselâmı öldürmenin
yollarım arıyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Savaşın kargaşası
içinde Rasûlüllah vadinin sağ tarafına doğru çekildi. Câbir'den
yapılan bir rivâyete göre Rasûlüllah (s.a.s) kaçışan müslümanlara,
"Nereye gidiyorsunuz ey insanlar! Ben Rasûlüllahım, Ben Muhammed
b. Abdullah'ım" diye sesleniyordu. Fakat develer birbirine giriyor,
insanlar alabildiğine kaçışıyordu. Bunun üzerine Rasûl aleyhisselâm
yanındaki Hz. Abbas'tan müslümanları çağırmasını istedi. Hz.
Abbas yüksek sesle "Ey Akabe'de biat eden Ensar, gelin! Ey Rıdvan
ağacı altında bey'at edip söz veren Muhacirler, dönün! Muhammed
buradadır! Nereye gidiyorsunuz?" diye bağırmaya başladı. Bu çağrıyı
duyanlar "lebbeyk" diyerek koşup Rasûlüllah'ın çevresinde
toplanmaya başladılar.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlüllah (s.a.s),
çevresinde toplanan müslümanları muntazam bir birlik haline
getirerek düşmana karşı saldırıya geçti. Çarpışmanın olağanüstü
bir şiddet kazandığı sırada "İşte ocak şimdi kızıştı"
buyuran Rasûlüllah, yerden bir avuç toprak alıp düşmanların üzerine
fırlattı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Çarpışma şiddetle
sürerken Hz. Ali büyük bir fedâkarlık ve teslimiyet örneği göstererek
Havazin kabilesinin sancaktarını öldürmeye muvaffak oldu. Bu olay müslümanların
savaş güç ve isteklerini bir kat daha artırdı. Savaş öylesine şiddet
kazanmıştı ki, düşman bu kesin taarruza karşı koyamayarak
hezimete uğradı ve kaçmaya başladı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah'ın yardımı
bir kere daha yetişmişti. Allah müslümanları sınamış, bir anlık
gafletlerinin sonucunu onlara acı bir şekilde göstermişti. Bu savaştan
sonra nazil olan bir âyette bu durum şöyle dile getirilmektedir:
"Andolsun ki. Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği
fakat bir faydası olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen
size dar gelip de bozularak arkanızı döndüğünüz Huneyn gününde
yardım etmişti" (et-Tevbe, 9/25).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlüllah (s.a.s)
düşmanın kaçmaya başladığını görür görmez derhal takip
edilmesini emir buyurdu. Düşman gayet şiddetli bir şekilde takip
edilmeyle başlandı. Havazin kabilesi reisi Mâlik bin Avf yanında az
bir kuvvet olduğu halde yüksek bir tepe üzerinden ordusunun geri çekilmesini
himaye etmeye çalıştı. Fakat ordu ile birlikte getirdiği kadın ve
çocukları savunma başarısını gösteremedi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu savaşta müslümanlar
düşmandan çok sayıda esir ve ganimet elde ettiler. Savaşta öldürülmüş
olanların miktarı sayıldığında İslâm ordusunun beş şehid, düşman
ordusunun ise yetmiş kayıp verdiği anlaşıldı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Düşman ordusu dağınık
biçimde ve değişik yönlerde geri çekildiği için birçok kollara
ayrıldı. Bir kısmı Mâlik bin Avf komutasında oldukları halde
Mekke-Taif yolunu izleyerek Taif kalesine, bir kısmı Batn-ı Nahle'ye,
bir kısmı da Evtâs taraflarına gittiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlüllah Evtâs yönünde
kaçanları izlemek üzere bir birlik görevlendirdi. Bu birlik düşmana
Mekke'nin kuzey doğusunda bulunan Evtâs'a vardı. Aralarında son
derece kanlı bir savaş oldu. Hatta savaş sırasında müslüman birliğin
komutanı Ebu Amr şehid oldu. Fakat onun yerine geçen kardeşi Ebu Mûsâ
el-Eş'arî düşman kesin bir yenilgiye uğrattı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-size: xx-small;"><b><span style="font-family: Verdana;">Rasûlüllah (s.a.s)
bu zaferden son derece büyük bir memnunluk duydu. Elde edilen ganimeti
münasib bir zamanda müslüman savaşçılar arasında taksim etmek üzere
bir sahabenin muhafazasına bırakan Taif` kalesine sığınan düşmanı
takiben Taif'e doğru hareket etti. Huneyn savaşıyla Arap yarımadasının
Şirkten temizlenmesi ve tevhidin hakim kılınması yolunda önemli bir
adım daha atılmış oluyordu .</span></b> </span>
</div>
<br />
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih26.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih26.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-50171128507989019692013-05-24T00:18:00.002+03:002013-05-24T00:18:19.223+03:00MEKKENİN FETHİ:<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MEKKENİN
FETHİ:</span></b></div>
<div align="center">
<span style="font-size: xx-small;"><b><span style="font-family: Verdana;">Hudeybiye andlaşmasına
göre Huzaa kabilesi, Resulullaha,Bekiroğulları kabileside Kureyş
kabilesi himayesine girmişdi.Fakat Bekiroğulları kabilesi ansızın
Kureyşlilerden Saffan bin Umeyye,İkrime bin Ebu Cehil, Süheyl bin Amr,
Huveytıb bin Abduluzza, Mükrez oğlu Hafz ve bir kısım kureyşli müşriklerle
Huzaa kabilesi üzerine saldırmışlar ve onlardan 23 kişiyi öldürmüşlerdi.Bunun
üzerine Huzaa kabilesinden Amr bin Salim Huzai 40 kişilik toplulukla
peygamberimize geldiler ve olayı Resulullaha anlattılar. Resulullah
Kureyşlilere, ya bu saldırıda öldürülen 23 kişinin diyetinin ödenmesini
yada Kureyşlilerin Bekiroğullarının himayesini bırakmasını istedi.
Kureyşli Müşrikler bunları da kabul etmediler.Fakat yinede anlaşmayı
bozdukları için içlerini korku bürüdü. Ve tekrar anlaşma yapmaları
için Ebu Süfyan-ı Medineye yolladılar. Ebu Süfyan Peygamberimizden
ve Sahabilerden Eman dilediysede kabul görmedi ve mekkeye eli boş
olarak döndü.Peygamberimiz büyük bir ordu hazırlayarak gizlice
Mekke şehrini kuşattı. Aniden basılan Mekkeli Müşrikler neye uğradıklarını
şaşırmışlar ve savaş hazırlığını bile yapamamışlardı. On
ikibin kişilik büyük islam ordusu hiç bir büyük olaya karışmadan
kolayca Mekke şehrini fethetmişlerdir.Hicretin sekizinci yılında
Resulullah (s.a.s.)'e boyun eğen Mekke, bu tarihten sonra yeni bir dönemi
yaşamaya başladı. Allah Teâlâ'nın mübarek kıldığı, İslâm
dininin merkezi olan bu belde, şirkten, putperestlikten ve bütün diğer
hurafelerden arındırılmış yeni bir hayata kavuştu. Daha önce bağımsız
bir şehir devleti olan Mekke'nin, fetihten sonra ekonomik ve sosyal
durumu da değişmişti. Mekke, ihtiyaçlarını temin edebilmek için
ihtiyaç duyduğu yoğun kervan faaliyetlerine eskisi gibi bağımlı değildi.
Zira, İslâm devleti elde ettiği gelirleri ihtiyaç olan yerlere adil
bir şekilde taksim ettiği için Mekke'nin ihtiyaç duyduğu her şey
İslâm devleti eliyle sağlanıyordu. Ayrıca eski ticarî faaliyetler,
Mekke için artık hayatî olma özelliğini yitirmişti. Mekke, Hac
zamanlarında çok değişik bir manevî atmosfer altında hareketli ve
canlı günler yaşıyordu. Bu zaman zarfında çok yoğun bir ticarî
faaliyeti de sahne oldu. Ayrıca Mekke, yeryüzündeki bütün müslümanların
kalplerinde yaşattıkları ve oraya ulaşıp, Hac ibadetini yerine
getirmek için büyük fedakârlıkları göze aldıkları bir manevî
şehir olma özelliğini kıyamete kadar sürdürecektir.</span></b>
</span>
</div>
<br />
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih25.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih25.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-87966912981568930682013-05-24T00:17:00.004+03:002013-05-24T00:17:47.832+03:00MUTE SAVAŞI<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MUTE
SAVAŞI</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm devletinin
Medine'de kurulmasından sonra Müslümanlarla Rumlar arasında yapılan
ilk savaş. Mûte, Şam bölgesine giren Belka yakınlarında bir yerin
adıdır. Hz. Peygamber, Ashabtan Hâris b. Umeyr (r.a)'ı Busra (Havran)
Emiri Şurahbil b. Amr el-Gassânî'ye İslâm'a davet mektubunu sunmak
üzere yollamış, ama bu sahabi Gassanile tarafından şehid edilmişti.
Halbuki; "elçiye zeval yoktur" anlayışı gereğince düşman
ülkeler bile birbirlerinin elçilerine dokunmazlardı. Hz. Peygamber,
ashabına çok düşkündü, onlardan birinin başına bir sıkıntı
geldi mi ondan çok rahatsız olurdu. Bu sebeple ashabından birinin küstahça
öldürülüşüne seyirci kalamazdı. Hemen 3000 kişilik bir ordu hazırladı.
Ordunun kumandanı Zeyd b: Hârise idi. Şayet bu zât şehid düşerse
yerine Cafer b. Ebi Talib, o da şehid düşerse Abdullah b. Revâha geçecekti.
Düşman önce İslâm'a davet edilecekti, kabul etmez ve cizyeye de razı
olmazsa İslâm elçisini öldüren bu cânilerle savaşılacaktı.
Peygamberimiz (s.a.s) orduyu Seniyyetü'l-Veda'ya kadar yürüyüp uğurladı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Halid b. Velid gibi yüksek
askerî bir deha ve üstün strateji bilgisine sahip bir kimse de bu
savaşa bir nefer olarak katılmıştır. H.8/M.629 yılında İslâm
ordusu Medine'den çıkıp Mûte'ye ulaştığında karşılarında
Bizans'ın desteğinde Hristiyan Araplardan oluşan 100.000 kişilik bir
ordu bulmuşlardı. İslâm ordusunun kumandanları meseleyi tartıştılar;
geri dönmek, Hz. Peygamber'e haberci yollamak hususlarını görüştüler.
Ancak savaş görüşü ağır basmış ve iki ordu karşılaşmıştı.
Zeyd. b. Hârise (r.a) şehit düşünce, sancağı, Cafer aldı
Ca'fer'in sağ eli kesildi; bu sefer sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli
de kesilince sancağı yine bırakmadı; kesik iki elinin kalan kısımlarıyla
sıkıştırarak göğsü arasında tuttu. Nihayet o da şehid düştü.
Bundan sonra sevgili Peygamberimizin emrine uyularak sancağı,
Sahabenin şâirlerinden Abdullah b. Revâha aldı; o da şiirler söyleyerekharbetti
ve şehâdet şerbetini içti. İşte bu sırada askerde genel bir çöküntü
doğmak üzereydi ki, askerin hemen hepsinin isteği üzerine Hâlid b.
Velid kumandayı ve sancağı eline aldı. O gün akşama kadar savaş
yapıldıktan sonra Halid, ertesi sabaha kadar sağ kanatta bulunan müslüman
askerleri sol kanada, sol kanattakileri sağ kanada, arkadakileri öne
ve öndekileri arkaya alarak yerlerinde değişiklik yaptı. Böylece düşmana
yeni destek kuvvetleri geliyormuş izlenimini vermek istiyordu. Bir
yandan da İslâm ordusunu kesin hezimete uğramaktan ve bütünüyle kılıçtan
geçirilmekten korumak için yavaş yavaş geriye çekiliyordu. Hatta
ric'atten evvelki bir hücumunda Hâlid, düşmana bir hayli kayıp
verdirmiş ve bol ganimet de elde etmişti. İşte bu şekilde İslâm
ordusunu Medine'ye sağ-sağlim geri getirdi. Peygamber Efendimiz bu
savaşı Medine'de, olduğu gibi görmüş ve her safhasını minberden
müslümanlara anlatmıştı. Sıra ile kumandanların şehadetini
anlattıktan sonra sıra Hâlid'e gelince "En sonunda sancağı
Allah'ın kılıçlarından bir kılıç aldı " buyurmuş ve
bundan sonra Halid b. Velid'e "Seyfullah" lakabı verilmişti.
Hâlid b. Velid diyor ki: "Mûte Savaşında elimde dokuz kılıç
parçalandı." Bu ifadeden Mûte Savaşının ne kadar şiddetli geçtiğini
anlıyoruz.</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-size: xx-small;"><b><span style="font-family: Verdana;">Bu savaşa katılmış
bulunan Abdullah b. Ömer diyor ki: "Mute günü ben Ca'fer'i şehid
edilmiş olarak gördüm. Onun vücudunda süngü ve kılıç darbesiyle
elli yara saydım. Bu elli yaradan hiç biri arkasında değildi. "Bundan
Ca'fer b. Ebu Talib'in ne kadar korkusuzca ve sanki arkasına hiç dönmeden
düşmanla savaşmış olduğu anlaşılmaktadır. Ca'fer şehit
olduktan sonra "Ca'fer-i Tayyar: Uçan Ca'fer" diye anılmıştır.
Allah yolunda kesilen iki koluna karşılık Cenab-ı hak ona iki kanat
ihsan etmiştir ki, bu; onun mânen yüce mertebelere eriştirildiğine
işarettir denilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s), bütün ashabını ayırdetmeksizin
çok severdi. Bu üç şehid kumandanı ve Habeşistan muhacirlerinden
amcasının oğlu Ca'fer'i de çok severdi. Bir süre, şehitlerin ardından
ağladı. Bu; sevgi, şefkat, merhametin eseri olan ağlamaktı, yoksa
feryat değildi. Nitekim feryat tarzındaki ağlama haberleri kendisine
ulaşınca böyle ağlamaktan müslümanları yasakladı. Peygamber
Efendimiz şehitlerin ve bu arada amcasının oğlu Ca'fer'in ailesini
de teselli etmişti.</span></b> </span>
</div>
<br />
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih24.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih24.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-12481003519220602412013-05-24T00:17:00.000+03:002013-05-24T00:17:07.604+03:00HAZRETİ PEYGAMBERIN ELÇİLERİ:<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HAZRETİ
PEYGAMBERIN ELÇİLERİ:</span></b></div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Hudeybiyeden dönüldükten
sonra bütün insanlara ve cinlere Peygamber olarak gönderilen son
peygamber Hazreti peygamber tarafindan , Islam dinine davet icin
etraftaki hükümdarlara gönderilmek üzere , Hicretin Yedinci senesi
Muharrem ayında altı tane mektup yazıldı. Hükümdarlar Mühre
Itimat ettiklerinden, gümüşten bir mühür yaptırıldı. Üzerine
”Muhammed Rasulullah” diye Kazıtıldı. Yazılan mektuplara bastırıldı.Her
Mektubu götürmek icin birer elçi seçildi ve gönderildi.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Necaşi, Yani Habeş
Sultanı Bahr oglu Ashama ya Amr bin Umeyye gönderildi</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Necaşi Amr bin
Umeyye ye layik olduğu ikrami yapmiş ve gereken hürmeti göstermiştir.
Ve kendiside Gizlice Müslüman olmustur.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Rum Kayseri de
Hazreti Muhammedin Mektubunu saygili bir sekilde eline alip yüzüne sürmüs
ve Dihye `ye pek cok hürmet edip bir cok hediyeler vermistir.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Cünkü Rum Kayseri
ile Iran Kisrasi arasinda bir süredir sert carpismalar oluyordu. Önce
Kisra üstün gelerek Suriyeyi almis ve bütün Arabistani benimsemisti.
Iranlilar Müsrik oldugundan, bütün Ehl-i Kitabin düsmani idiler.
Rumlar ise Ehli Kitab olan Hiristiyan dininde bulunuyorlardi.Iranlilarin
Rumlara üstün gelmesinden dolayi Kureys Müsrikleri sevinmisler müslümanlar
ise üzülmüslerdi.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Yemame Hükümdari
Hevze`ye Selit Amiri gönderilmisti. Hevze Mektubu alip okudugunda eger
Peygamber beni kendisine veliaht tayin ederse iman ederim demis
Peygamberimiz ise "Ya Rabbi sen onun hakkindan gel "diyerek
dua etti ve kisa bir zaman sonra Hevze Kafir olarak ölmüstür.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Gassan Hükümdarina
Şuca Esedı (r.a)gönderılmiş Gassan Hükümdarı Ebu Şimr Gassani
gelen Mektubu yırtıp atmış ve ‘’İşte ben onun üzerıne ordu gönderiyorum
‘diyerek kötü muamelede bulunmuştu. Peygamberimiz bu haberi duyunca
‘ Memleketi yok olsun’ diyerek beddua etmiş, çok geçmeden Haris ,
küfür üzere ölerek cehennemi boylamıştı.<br />
İran Kisrası Husrev Perhiz’e Abdullah bin Huzafe gönderilmişti.
Hüsrev Perhiz Rasulullahın Mektubunu Hiddetlenerek yırtıp attı ve
emrındekılere ‘’Şu hicaz tarafında peygamberlik davası güden
adamı bana gönderın’’ diye emretmiş fakat çok kısa bir süre
sonra oda oğlununbaskınına uğrayıp öbür dünyayı boylamıştır.</b></span>
</div>
<br />
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih23.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih23.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-37493017537203830192013-05-24T00:16:00.002+03:002013-05-24T00:16:37.907+03:00 HAYBER GAZVESİ:<div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HAYBER
GAZVESİ:</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber'in
hicretin 7. yılında fethettiği, Şam-Medine yolu üzerinde Medine'nin
150 km. kuzeyinde Yahûdilerin oturduğu bir yerleşim merkezi. Hayber
Yahûdi dilinde kale demek olup burası aynı zamanda hurma ve tahıl
merkezidir. Kalesinin yedi burcu vardır. Bunlar Nâim, Kamûs, Şık,
Netah, Sülâfim, Vatih ve Ketîbe'dir (İbn Sa'd et-Tabakâtü'l-Kübrâ
II,106) Hz. Peygamber Hayber Yahûdilerinin Medine'ye karşı müşriklerle
ittifak halinde olmaları ve pek çok Yahûdi kabilesi'nin burada
toplanmasından dolayı Hudeybiye musalahasından sonra Hayber'i
fethetmek üze re hazırlıklara başladı (Vakıdî, Kitabü'l Meğazî,
II, 441-442, İbn Hişâm, es-Siretü'n-Nebeviyye, III, 201)</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber, bu
cihad hareketi için sadece cihada rağbet edenlerin katılmasını
emretti. Medine'de Siba' b. Urfuta'yı vekil bıraktı. Eşi Ümmü
Seleme'yi yanına alarak 1400 yaya, 200 süvari ile yola çıkarken;
"Biz buranın hayrını isteriz" buyurmuştur. Rasûlullah
Medine'den hareket ettikten sonra Hayber ile Gatafan kabilesi arasına
karargahım kurdu. Sabaha kadar burada bekledi (İbn Hişâm, es-Sîre,
III/343). Gatafanlıların Hayber'e yardımını engellemek için burada
konaklamış bulunuyordu. Hayberliler sabaha kadar, müslümanların
gelişinden haberdar olmamışlardı. Sabahleyin kalelerinin kapısını
açtıklarında; "Muhammed gelmiş ve günlerden de cumartesidir"
diyerek kalelerine tekrar döndüler. Yahûdiler mukaddes günleri olduğu
için cumartesi günü muharebe etmezlerdi. Rasûlullah bunu görünce;
"Allahû Ekber, Hayber harab oldu" buyurdu (İbn Sa'd, et-Tabakat,
II,106). Müslümanların bu muharebede beyaz renkli sancağını da Hz.
Ali taşıyordu. Bu gazvede müslümanların kullandıkları parola;
"Yâ Mansür, Emit, Emit" "Ey Allah'ın galip kıldığı
müslüman asker öldür öldür' idi (İbn Sa ıt, II,106, İbn Hişâm,
III, 347).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hayber'in fethi, Nâim
kalesi ile başladı. Burada Mahmûd b. Mesleme atılan taşla şehit
oldu. Sonra Kamûs kalesi ele geçirildi. Daha sonra, Vatîh, Sülâlim,
Şık, Netah ve Ketîba kaleleri alındı. Bu kalelerin ele geçirilmesinde
şiddetli çarpışmalar oldu. Müslümanlardan yirmi beş kişi şehid
olurken, Yahûdilerin kaybı doksan üç kişi oldu. Hayber'in ileri
gelenlerinden Useyr, Yâsir, Emir ve Kinâne b. Ebi'l-Hukayk ve kardeşi
öldürüldü (İbn Sa'd, II, 107).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Müslümanlar bu
gazvede pek çok esir aldılar. Ancak Hayber halkı esirlerinin iadesini,
kendilerinin de affedilmesini istediler. Rasûlullah da bunu kâbul etti.
Yahûdilerin ileri gelenlerinden Huyey Ahtab'ın kızı Safiyye de
esirler arasında idi. Rasûlullah Hz. Safiyye'ye ailesinin yanına dönmeyi
teklif ettiği halde Safiyye, müslüman olarak Hz. Peygamber'e eş
olmayı tercih etti. Hz. Safiyye Hayber gazvesinden önce Kinâne b.
Rabia ile evlenmişti. İlk gece, gördüğü bir rüyayı Kinâne'ye
anlatmış O da; "Sen ancak Muhammed'i istiyorsun" diyerek yüzüne
bir tokat vurmuştu da, gözü morarmıştı. Safiyye'nin Hz. Peygamber
ile evlendiği zaman hâlâ bu morluğun izi vardı. Nitekim Rasûlullah'ın
bunu sorması üzerine eşi de bu hadiseyi ona anlatmıştır (İbnü'l-Esîr,
el-Kâmil, II, 221)</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu muharebe sonunda
Zeynep bint el-Hâris, Rasûlüllah'a zehirli bir koyun ikram etti. Rasûlullah
ondan bir parça aldı, ancak yutmadan koyunun zehirli olduğunu
bildirdi. Kadın çağırıldı, suçunu itiraf etti ve şöyle dedi:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Gerçekten
Peygamber isen, sana bundan haber verilir, eğer hükümdar isen senden
kurtulmuş oluruz." Ancak Bişr b. Berâ bundan aldığı lokma ile
zehirlenerek vefat etti. Bunun üzerine kadın Bişr'e kısas olarak öldürüldü.
Rasûlullah son hastalığında dahi Hayber'de aldığı bu lokmanın
tesirini hissettiğini beyan buyurmuştur (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil,
II, 222).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu gazve sonunda
Hayberlilerin hayatlarının korunması, çoluk ve çocuklarının
serbest bırakılması şartıyla Hayber'den çekilip gitmeyi ve
topraklarını, altın ve gümüşlerini, üzerindekiler hariç, elbise
ve silâhlarını teslim etmeyi, hiç bir şey saklamayacaklarını
kabul etmek şartıyla Hz. Peygamber ile sulh andlaşması yaptılar.
Rasûlullah da Hayber arazisini, ashabı arasında taksim etmişlerdi.
Ancak Yahûdilerin; "Biz toprağı işlemeyi ve hurma yetiştirmeyi
biliriz, bizi yerimizde bırak" demeleri üzerine Hz. Peygamber,
onları kendi mülklerinde yarıcı olarak çalışmalarına ve orada
kalmalarına izin vermiştir (el-Belâzürî, Fütûhu'l-Büldân, Çev:
Mustafa Fayda, Ankara 1987, s. 88). Bu duruma göre çoluk ve çocukları
bağışlanmış, araziler elde edilen mahsulün ikiye ayrılması
suretiyle onlara bırakılmıştı. Buna mukabil hiç bir mal saklanmaksızın
teslim edilecekti. İşte Kinâne b. Rabi' bu andlaşma hükümlerine
uymadığı, iâdesi gereken malları sakladığı ve Mahmûd b.
Mesleme'nin ölümüne sebep olduğu için öldürülmüştür (İbn Hişâm
III, 351). Ayrıca yapılan bu andlaşmaya göre Rasûlullah onları
Hayber'den istediği zaman çıkaracaktı (Ebû Dâvûd, Harâc, 24).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hayberliler, Hz.
Peygamber'in irtihalinden sonra da Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanına
kadar belirlenen usûl ile yancı olarak orada kalmaya devam ettiler. Bu
arazilerin gelirlerin toplamak işi ile, Hz. Abdullah b. Ravâha görevlendirilmişti.
Ancak Hz. Ömer zamanında aralarında zinânın çoğalması, müslümanlara
kârşı iyi davranmamaları, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'a suikast girişiminde
bulunmaları ve müslümanların Hayber toprağını işletecek duruma
gelmeleri üzerine yahûdiler Hayber'den Şam'a sürülmüşlerdir (el-Belâzürî,
a.g.e, s. 38-40; Yâkût el-Hamevî, Mu'cemü'l-Büldân, Hayber mad.)
Yahûdilerin Hayber'den çıkarılmalarına Rasûlullah'ın "Arabistan'da
iki dinin bir arada olmayacağına dâir" hadisinin de sebep olduğu
rivayet edilmektedir (İmâm Mâlik, Muvatta', Medine 17-19; İbn Hanbel,
Müsned VI, 275). Hz. Ömer, Yahûdileri Hayber'den çıkardıktan sonra
Hayber arazisini daha önce Rasûlullah'ın taksim ettiği ashaba ve
ailelerine dağıtmıştır.</span></b>
</div>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-92102160015653681702013-05-24T00:15:00.005+03:002013-05-24T00:15:57.278+03:00HUDEYBİYE BARIŞI<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HUDEYBİYE
BARIŞI</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber ve
ashabının Kabe'yi ziyaret maksadıyla Mekke'ye gitmek istemeleri ve
bunun müşrikler tarafında engellenmesi üzerine çıkan olaylardan
sonra müslümanlarla müşrikler arasında yapılan anlaşma. Allah Rasûlü'nün
hicretinin üzerinden mücadeleler ve savaşlarla dolu altı yıl geçmişti.
Hem muhacirler, hem de Ensar, Kâbe'yi ziyaret özlemiyle yanıp tutuşuyorlardı.</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah'ın elçisi, bu
yılın Zilkade ayının başında bütün ashabın özlemlerine
beklentilerine cevap anlamı taşıyan bir rüya gördü. Rüyasında
ashabı ile birlikte güvenlik içinde Kâbe'yi ziyaret ediyordu. Rasûlullah'ın
ashaba anlattığı rüya, hızla bir muştu gibi yayıldı Medine'ye.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber bu
genel coşku üzerine, Kâbe'yi ziyaret etmek isteyenlerin hazırlanmasını
emretti. Hattâ İslam'ı kabul etmeyen kabileleri bile kendileriyle
birlikte hac yapmaya çağırdı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hazırlıkların
tamamlanmasından sonra, Zilkade'nin ilk Pazartesi günü (13 Mart 628)
bin dörtyüz kişi ile birlikte Mekke'ye doğru hareket etti. Niyetinin
barış olduğunu göstermek için yanlarına yolcu kılıcı denilen kılıçtan
başka savaş silahı almamışlardı. Zül-Huleyfe mevkiine
geldiklerinde ihrama girdiler ve Umre için niyet ettiler. Yanlarında
Mekke'de kurban edilmek üzere sabin alman yetmiş deve bulunuyordu ve
bunlar kurbanlık olduğu belli olacak biçimde nişanlanmıştı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekkeli müşrikler
Hz. Muhammed'in hareketini öğrenince toplanarak ne pahasına olursa
olsun, Rasûlullah'ın Mekke'ye girmesine izin vermemeyi kararlaştırdılar.
Rasûlullah'ın Mekke'ye daha fazla yaklaşmasına engel olmak üzere de
Halid bin Velid komutasında ikiyüz atlıdan oluşan bir birlik gönderdiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu arada Hz.
Peygamber Hudeybiye mevkiine gelmişti. Devesi burada kendiliğinden
çöktü ve bütün çabalara rağmen kaldırılamadı. Bunun üzerine
çeşitli fikirler ileri sürenlere karşılık Allah Rasûlü,"Filin
Mekke'ye girmesine engel olan kuvvet bu deveyi de çökertti"
diyerek herkesin inmesini emretti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Peygamber Efendimiz,
Mekke müşriklerinin durumu anlama ve umreyi gerçekleştirebilme
konusunu görüşmek için Hz. Osman (r.a)'ı Mekke'ye gönderdi. Hz.
Osman (r.a) kiminle görüştü ise, umre yapmanın mümkün olmadığını
anladı. Zira müşrikler, müslümanların Mekke'ye girişini kendileri
için büyük bir zillet sayıyorlar ve bütün Arap dünyasının gözünden
düşecekleri şeklinde yorumluyorlardı. Bundan dolayı umre hiç mümkün
gözükmüyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu arada Hz. Osman (r.a)'nın
tutuklandığı ve öldürüldüğü haberi yayıldı. Bu haber üzerine
peygamber Efendimiz, bütün mü'minlerden "ölüm" üzere
bey'at aldı. Ashab-ı Kirâm'ın ölüm için yarışırcasına bey'at
etmelerini müşriklerin casusları da görüyorlardı. Bu durumu süratli
bir şekilde Mekke'ye bildirdiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Sahabenin bey'atını
bildiren âyet-i kerime'de şöyle buyurulur: "Sana bey'at edenler
gerçekte Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerin
üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur ve kim
Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük bir mükafat
verecektir" (el-Feth, 48/10) ve "Allah şu mü'minlerden razı
olmuştur ki, onlar ağacın altında sana bey'at ediyorlardı. Allah
onların gönüllerindekini bildiği için onların üzerine huzur ve güven
indirdi ve onlara yakın bir fetih verdi. Yine onlara alacakları birçok
ganimetler bahşeyledi. Allah üstündür, hikmet sahibidir" (el-Fetih,
48/18-19) âyetleri bu olayı anlatmakta ve Cenab-ı Hakk'ın biat
edenlerden razı olduğunu bildirmektedir. Bu âyetlerden dolayı, bu
beyata, razılık biatı anlamında "Biatü'r-Rıdvân" ve Hz.
Peygamberin altında oturduğu ağaca da razılık ağacı anlamında
"Şeceretü'r-Rıdvân" adı verilmiştir. Kısa bir aradan
sonra Hz. Osman (r.a)'la ilgili ölüm haberinin asılsız olduğu anlaşılmıştır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu arada karşılıklı
elçiler gidip geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler müslümanların
Mekke'ye girmelerine izin vermeyeceklerini açıkça söylüyorlardı.
Hz. Peygamber ise "Biz buraya kesinlikle savaşmak için gelmedik.
Amacımız Kâbe'yi ziyarettir, Umre yapmaktır. Kureyşliler eski savaşlarda
zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir anlaşma, bir sure için
barış anlaşması yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi
takdirde Allah'a yemin ederim ki, ölünceye kadar onlarla savaşırım"
diyerek barış öneriyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah Rasûlü'nün
kararlılığı yüzünden müşrikler savaşı göze alamadılar. Amr oğlu
Süheyl'i kendileri adına bir anlaşma yapmak üzere gönderdiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlullah ile Süheyl
uzun görüşmelerden sonra anlaşma şartlarını tesbit ettiler. Buna
göre;</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">1-Müslümanlarla müşrikler
on yıl süreyle savaşmayacaklar, birbirlerine saldırmayacaklardı .</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">2- Müslümanlar bu yıl
Kabe'yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre
yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekke'de üç gün kalacaklar
ve yanlarında yolcu kılıçlarından başka silah taşımayacaklardı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">3- Mekke'den birisi müslüman
olarak Medine'ye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medine'den
Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecekti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">4- Arap kabileleri
istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklardı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hudeybiye andlaşmasının
bütün şartları görünüşte müslümanların aleyhine idi. Bu
nedenle müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu
andlaşmayı bir aşağılanma, bir küçük düşürülme olarak kabul
ettiler. "Sen Allah'ın Rasûlü değil misin? Davamız hak dava değil
mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?" diyen Hz. Ömer'in sözleri,
müslümanların genel üzüntülerinden doğan tepkinin dile getirilişinden
başka bir şey değildi. Fakat şüphesiz Allah ve Rasulü neyin hayırlı,
neyin şer, neyin izzet, neyin zillet olduğunu daha iyi bilirdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah Rasûlünün
kurbanlarını kesip başlarını tıraş etmeleri isteği yankısız
kaldı. Büyük bir üzüntü ile çadırına girdi. Sonra mü'minlerin
annesi Ümmü Seleme hazretlerinin tavsiyesi üzerine kendi kurbanını
kesti ve tıraş oldu. Bunun üzerine bütün müslümanlar yarışırcasına
kurbanlarını kesip tıraş oldular.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hudeybiye'de ondokuz
gün kalındıktan sonra Medine'ye doğru yola çıkıldı. Yolda,
"Biz sana apaçık bir fetih verdik. Bununla Allah senin geçmiş
ve gelecek günahlarını bağışlayacak ve sana olan nimetini
tamamlayacak ve seni doğru bir yola iletecek. Allah sana şanlı bir
zafer verecek" (el-Fetih, 48/1,2) âyetleriyle başlayan Fetih Sûresi
nazil oldu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Şanı yüce Allah,
Hudeybiye barışını bir "Feth-i Mübin" (apaçık bir fetih)
olarak niteliyordu. Gerçekten de bunun böyle olduğu çok geçmeden
herkes tarafından anlaşıldı. Hudeybiye'yi Hayber gibi, Mekke'nin
fethi gibi zaferler izledi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hudeybiye andlaşmasının
en önemli yanlarından veya sonuçlarından birisi hiç kuşkusuz siyasî
yönüdür. Daha önce Mekkeli müşrikler, Medine İslam toplumunun
varlığına bile tahammül edemezlerdi. Hatta müslümanları kökten
yok etmek amacıyla Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında olduğu gibi
birçok girişimde bulunmuşlardı. İşte bu andlaşma ile ilk kez müşrikler
Medine İslam toplumunu resmen tanınmış oluyorlardı. Bu durum İslam'ın
kabileler arasından büyük bir önem kazanmasına neden oldu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Andlaşmadan önce müslümanlarla
müşrikler arasında hemen hiç bir ilişki yoktu. Hudeybiye'den sonra
ise iki taraf arasındaki ticari ve ailevi ilişkiler canlandı. Hz.
Peygamber istediği yerde İslam'ı rahatça tebliğ etme imkanına kavuştu.
Bu nedenle hem Mekke'de, hem de çevre kabileler arasında İslam'ı
kabul edenler hızla arttı. Öyle ki, Hudeybiye ile Mekke'nin fethi
arasında geçen iki yıl içinde müslüman olanların sayısı,
Hudeybiye'den önceki ondokuz yıl boyunca müslüman olanların iki katına
ulaşmıştı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Andlaşma
maddelerinden müslümanları en çok üzenlerden birisi, Mekke'den kaçan
müslümanların iade edilmesi hakkındaki madde idi. Daha andlaşma
imzalanır imzalanmaz zincirlerini sürükleyerek gelen Ebu Cendel'in,
"Müslüman olduğum için bu kadar zulümlere işkencelere uğramıştım.
Beni tekrar aynı işkencelere atmak mı istiyorsunuz? Beni yine müşriklere
mi teslim edeceksiniz?" çığlıklarına rağmen antlaşma gereğince
Kureyş adına andlaşmayı yapan müşrik Amr oğlu Süheyl'e teslim
edilmesi, müslümanları gözyaşları içinde bırakmıştı .</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Süheyl b. Amr, oğlu
Ebû Cendel'i çeke çeke Kureyşlilerin yanına götürdü. Müslümanlar,
onun feryadına dayanamayarak ağlamaya başladılar (Vâkıdî, Meğâzı,
ll, 608'den naklen Asım Köksal, İslâm Tarihi, Vl, 204). Hz. Muhammed
(s.a.s), Ebû Cendel'i şu sözleriyle teselli ediyordu: "Ey Ebû
Cendel, şu toplulukla aramızda yazılan barış yazısı tamamlandı.
Sen biraz sabret, katlan, yüce Allah'tan da bunun ecrini dile. şüphesiz
Allah, senin ve senin yanında bulunan zayıf mü'minler için bir genişlik
ve çıkar yol ihsan edecektir. Biz onlara Allah'ın ahdiyle söz verdik,
onlar da bize söz verdiler. Onlara verdiğimiz sözü çiğneyemeyiz.
Verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz" (Asım Köksal, a.g.e,
Vl, 204). Hz. Ömer, bu geri çevirmenin dış görünüşüne bakarak
çok üzülmüş, din için bu kadar hakarete katlanmanın sebebini
anlayamadığını söylemişti. Mekke'ye girip, Beytullah'ı ziyaret
etmeyi uman sahabe bu gerçekleşmediği gibi Hudeybiye Andlaşması
gibi aleyhlerine olan bir sözleşmeyi kabul etmek zorunda kalmışlardı
.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke'den kaçan
fakat Medine'ye kabul edilmeyen müslümanlar Mekke Şam kervan yolu üzerindeki
İs mevkiinde üslendiler. Kısa zamanda sayıları üçyüze ulaşan müslümanlar
müşriklere karşı gerilla savaşı yürütmeye başladılar. Kureyş'in
kervanlarına saldırıyor, ellerine düşen Mekkeli müşrikleri öldürüyorlardı.
Kureyş müşrikleri bu durum karşısında müslümanları Mekke'de
tutmanın zarardan başka bir şey getirmeyeceğini, gerçekten iman
etmiş bir mü'mini hapsetmenin serbest bırakmaktan daha zararlı olduğunu
anladılar ve ilgili maddenin andlaşmadan çıkarılması için başvurdular.
Bunun üzerine Rasûl aleyhisselam isteklerini kabul ederek İs'teki müslümanları
Medine'ye çağırdı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bütün bu sonuçlar
Hudeybiye barışının göründüğü gibi kötü bir anlaşma olmadığını,
tersine müslümanlara zafer kapılarını açan bir "feth-i mübin"
olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır.</span></b></div>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih21.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih21.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-573800606722614502013-05-24T00:15:00.002+03:002013-05-24T00:15:20.510+03:00KURAYZAOĞULLARI VE ONLARLA SAVAŞ:<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">KURAYZAOĞULLARI
VE ONLARLA SAVAŞ:</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kurayzaoğullari
Medine'de yaşamış bir Yahudi kabilesidir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resûlullah (s.a.s.)
Medine'ye hicret ettiği zaman Yahudiler, küçük nüfus toplulukları
halinde Suriye'den güneyde Yemen ve Umman bölgelerine kadar yerleşik
halde yaşıyorlardı. Fakat onların en kuvvetli oldukları yer Hayber
bölgesiydi. Aynı insan kitlesi Medine (Yesrib)'de de mevcuttu. Ancak
anlaşıldığına göre bunlar, daha ziyade bir göz yumma ve müsamaha
sayesinde buralarda barınmaktaydılar. Zira Hz. Peygamber'in Medine'de
yürürlüğe koyduğu anayasada, insan unsurunu tayin ve tesbit eden
maddeler, Yahudileri, meydana gelen konfederasyonun müstakil ve otonom
kabile toplulukları değil, Evs veya Hazrec gibi çeşitli Arap
kabilelerine mensup, onların himayesine sığınmış insan toplulukları
olarak tavsif edip göstermektedir (M. Hamidullah, Rasûlüllah Muhammed,
Terc. Salih Tuğ, İstanbul 1973 s.174; Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde
Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969, s.31-40 vd.).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bunlar üç ana kümeden
ibarettiler: Kaynukalılar, Nadîrliler ve Kurayzalılar. Fakat bunların
arasında kan davaları bulunduğundan, ayrıca kendi dost ve müttefikleri
arasında da bölünmüşlerdi. Bunlardan Kaynukaoğulları Hazrec'in müttefiki,
Nadîroğulları ile Kurayzaoğulları ise Evs'in müttefiki idiler (İbn
Hişam, es-Sıretü'n-Nebeviyye, Nesr. M.es-Sekâ, İ.el-Ebyârî, A.eş-Şiblı,
Mısır 1375/ 1955, l, 540).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Evslilerle
Hazrecliler arasında savaş olduğu zaman, Kaynukaoğulları, Hazrecle;
Nadîroğulları ve Kurayzaoğulları, Evsle beraber çıkar ve her grup,
kardeşlerine karşı, kendi müttefiklerine yardım ederler ve karşılıklı
olarak birbirlerinin kanlarını dökerlerdi. Halbuki Tevrat
ellerindeydi ve içinde (gerek lehlerinde gerekse aleyhlerinde) ne yazılı
olduğunu biliyorlardı. Evs ve Hazrec ise müşriktiler; putlara tapıyorlar,
ne Cennet ne Cehennem, ne ölümden sonra dirilme, ne kıyamet, nekitab,
ne helal ne de haram tanıyorlardı (İbn Hişam, a.g.e., II, 540).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Savaş sona erince,
biribirlerinden aldıkları esirleri, gûya Tevrat'a uyarak fidye karşılığında
serbest bırakıyorlardı. Kaynukalılar; Evslilerin elinde olan
esirlerini, fidye vererek serbest bıraktırdıkları gibi, Nadîroğulları
ve Kurayzaoğulları da, Hazreclilerin elinde bulunan esirlerini fidye
ödeyerek bıraktırırlardı. Müşriklere yardım etmek için döktükleri
kanlara ve aralarında öldürülenlere karşılık kısas uygulamazlardı.
Cenab-ı Allah, bu tutumlarından dolayı onları şöyle azarlamaktadır:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Bir zaman sonra
siz, o kimseler oldunuz ki, artık birbirinizi öldürmeye aranızdan
bir zümreyi yurtlarından çıkarmaya, kötülük ve düşmanlıkta
onlara karşı birleşmeye başladınız. Eğer onlar size esir olarak
getirilirlerse onlar (fidye karşılığında) esirlikten çıkarmak
size haram kılınmışken, esir mübadelesi yapıyordunuz" (el-Bakara,
2/85).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber
Medine'ye geldiği zaman, müslümanlarla müslüman olmayanlar arasında
genel bir antlaşma ve mukavele yapmıştı. Bu mukavele hükümleri
arasında; Yahudilerin de Mü'minlerle bir topluluk teşkil ettikleri
kabul olunmakta, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in izni olmadıkça kendilerinin
herhangi bir askerî harekâtta bulunamayacakları, ne Kureyşlileri ne
de onlara yardım edenleri hiçbir şekilde korumayacakları, Medine'ye
bir saldırı olduğunda elbirliğiyle müdafaada bulunacakları hükmü
yer almakta, bu sırada Medine'de yaşayan Kurayzaoğulları da aynı hükme
dahil edilmekteydi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Nadîroğulları ile
Kurayzaoğulları, aynı müşrik kabîlenin müttefikleri oldukları
halde, Nadîroğulları Yahudileri kendilerini, soydaşları Kurayzadan
üstün tutarlardı. Bir Kurayzalı, Nadîrden birini öldürecek olsa
tam diyet ödemeye mecbur tutulduğu halde; bir Nadûli Kurayzadan
birini öldürdüğünde yarım diyet öderdi. Böyle bir dönemde Nadîroğullarından
biri bir Kurayzalıyı öldürmüş her iki taraf Peygamberimize müracaat
ederek aralarında hüküm vermesini istemişlerdi. Aşağıdaki âyet
bunun iizerine nâzil olmuştur:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Eğer sana
gelirlerse ister aralarında hükmet, istersen onlardan yüz çevir (kendi
hallerine bırak). Onlardan yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler.
Şayet aralarında hükmedersen adaletle hükmet" (el-Mâide,
5/42).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bunun üzerine Rasûlüllah
(s.a.s), her iki cemaatı eşit muameleye tabi tutmak suretiyle aradaki
imtiyazı kaldırmış, Kurayzalıları, Nadîrlilerin seviyesine yükseltmiştir
(İbn Hişam, a.g.e., II, 566).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ne var ki, Kurayzaoğulları
nankörlük ederek, Rasûlüllah ile olan muahadeyi bozan ve O'na karşı
savaşa kalkışan Nadîrlilere katıldılar. Peygamberimiz, Nadîroğulları
Yahudilerini muhasara ederek yurtlarından sürüp çıkardığı halde
Kurayzaoğulları Yahudilerini affetti. Yeni bir muahede ile onları
yerlerinde bıraktı (Buhârî, Meğâzî, 14; Müslim, Cihad ve Siyer,
20).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Buna rağmen Kurayzaoğulları
Yahudileri sinsi düşmanlıklarını sürdürmüşler; Hendek kuşatması
sırasında Nadîroğullarına ait casuslar, onları müşriklerle işbirliği
yapmaya tahrik ve teşvik etmiş, onlar da bu propagandaya kapılarak şehrin
savunma planlarını boşa çıkaracak şekilde içerden harekete geçmişlerdi.
Fakat Cenab-ı Allah, kâfirlerin tuzağını boşa çıkarmış, Müslümanları
bunların şerrinden korumuştu (el-Vakidî, el-Meğâzî, Kahire
1367/1948, s.290).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm düşmanları,
Hendek muhasarasını kaldırıp gidince Resûlullah (s.a.s), evine
gelerek silahlarını çıkarıp yerine koymuş ve yıkanmıştı. Bu
arada Cibrîl (a.s.) Peygamber (s.a.s)'e geldi ve:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Sen silahını
çıkarmışsın! Vallahi biz melekler henüz silahlarımızı çıkarmadık.
Haydi onlara doğru yola çık ! " dedi. Peygamber: "Nereye?"
diye sorunca; Cibrîl, Kurayzaoğulları yurdunu işaret ederek: "İşte
şuraya" dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.s), Kurayzaoğullarına
doğru hareket etti (Buhârı, Meğâzî, 32).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Enes İbn Malik der
ki; "Resûlullah (s.a.s) Kurayzaoğullarına sefer ettiğinde,
Cibril'in melek alayının Ganmaoğulları sokağından geçtikleri sırada
yükselen tozunu bugün bile hâla görür gibiyim" (Buhârî, Meğazî,
32; İbn Sa'd, Tabakât, II, 76).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber (s.a.s),
ordusuyla Kurayzaoğulları yurduna varıp onları kuşatma altına aldı.
Kuşatma yirmi beş gece sürdü. Kurayzaoğulları muhasaranın gittikçe
uzamasından ve şiddetlenmesinden dolayı büyük bir sıkıntıya düştüler;
teslim olmaktan başka çare kalmadığını anladılar. Resûlullah (s.a.s)'e,
kendileri hakkında hüküm vermek ve onun vereceği hükme göre teslim
olmak üzere bir hakem tayinini istediler. Peygamber de; "Ashabımdan
istediğiniz kimseyi hakem seciniz" dedi. Bunun üzerine Sa'd İbn
Muaz'ı hakem seçtiler (İbn Hişam, a.g.e., III, 239; Buhârî, Cihad,
32; Taberî, Tarih, Nşr. Muhammed Ebu'l-Fadı İbrahim, Beyrut II,
592).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resûlullah (s.a.s),
bunlar hakkında hüküm vermesini Sa'd İbn Muâz'a havale etti. Sa'd
da:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ben onlar hakkında
şöyle hüküm veriyorum: Bunların savaşanları öldürülsün, kadınları
ve çocukları esir edilsin, malları da taksim olunsun" dedi (Buhârî,
Cihâd, 32; Taberî, a.g.e., II, 592).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber (s.a.s),
onları Medine'de bir evde hapsettikten sonra, hendekler kazdırmış ve
eli silah tutan erkeklerin boynunu vurdurmuş, kadınlarını, çocuklarını
ve mallarını da müslümanlar arasında taksim etmiştir (İbn Hişam,
a.g.e., III, 240, 244).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Cenab-ı Allah, bu
hususu Kur'ân-ı Mubîninde şöyle dile getirir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Allah, Kitap
ehlinden kâfirleri destekleyenleri kalelerinden indirmiş, kalblerine
korku salmıştı; onların kimini öldürüyor kimini de esîr
ediyordunuz" (el-Ahzâb, 33/26).</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>"Yerlerini,
yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız
yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah her şeye kâdirdir"
(el-Ahzâb, 33/27; Ayrıca İbn Hişam; a.g.e., III, 250; M. Hamdi Yazır,
Hak Dini Kur'ân Dili, VI, 3886).
</b></span>
</div>
<br />
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih20.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih20.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-83284377366879823992013-05-24T00:14:00.006+03:002013-05-24T00:14:45.392+03:00HENDEK SAVAŞI<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HENDEK
SAVAŞI</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber (s.a.s)'in
müşriklerle yaptığı büyük ve en önemli savaşlarından birisi.
Uhud savaşından iki yıl sonra, Hicret'in beşinci yılının şevval
ayında (23 şubat 627) Medine'nin kuzeyinde cereyan etmiştir.</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kureyş müşrikleri
Uhud savaşında başarılı olmuşlardı ama müslümanların gücünü
kıramamışlardı. Tam tersine müslümanlar Medine'deki birlik ve
beraberliklerini sağlamlaştırmış, askeri bakımdan daha güçlü
bir duruma gelmişlerdi. Medine'de sürekli problem çıkaran Yahudi
Benu Nadir kabilesi sürülmüş; doğuda Zatu'r-Rika, kuzeyde Dumetü'l-Cendele
yapılan seferler kesin zaferle sonuçlanmış, müslümanların gücü
ve etkinliği gün geçtikçe daha da büyümüştü. Bunun sonucu
olarak Mekke müşriklerinin Mısır, Suriye ve Irak yönündeki kervan
yolları tamamen kapatılmıştı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Müslümanların bölgeye
hakim bir güç olmaya başlaması İslâma katılanların sayısını hızla
artırmış, geçen zaman, müslümanların sosyal hayatlarını düzenleme
ve yerleştirme yolunda önemli adımlar atmasına fırsat tanımıştı.
İslâm'ın bu gözle görülür güçlenişi karşısında müslümanların
başlıca düşmanlarından olan yahudiler, düşmanca faaliyetlerine hız
verdiler. Özellikle Medine'den sürülen Benu Nadir kabilesi bütün çevrede
İslâm aleyhinde sürekli propaganda yapıyor, İslâm'ın güçlenmesini
önlemek için müslümanlara kesin bir darbe vurmanın yollarını arıyordu.
Bu çalışmaları sonuçsuz kalmamış, yahudiler aralarında görüş
birliği sağlanarak Kureyş ve diğer müşrik kabilelerle birleşmenin
yolları aranmaya başlamıştı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Yahudilerden oluşan
bir heyet Mekke'ye gelerek kışkırtıcı çalışmalardan sonra Kureyş'e
ortak düşmanları olan müslümanlara birlikte saldırmayı Rasûl
Aleyhisselâm'ı ve İslâm'ı ortadan kaldırmayı teklif ettiler.
Ticaret yollarının kesilmesiyle ekonomik bir çıkmaza düşen ve içlerinde
hala Bedir'in acısını taşıyan müşrikler bu teklifi olumlu karşıladı
(Taberî, Tarihu't-Taberi, Mısır,1961, II, 564-5). Yahudi heyeti ve
Kureyş'ten seçilen elli adam Kâbe örtüsünün altına girip göğüslerini
kâbe duvarına dayayarak tek başlarına kalıncaya kadar müslümanlarla
savaşmaya yemin ettiler. Artık tek düşünceleri vardı. Bu savaşı
mutlaka başarmak ve İslam'ı ebediyyen yok etmek (İbnü'l-Hişâm,
es-Siretü'n-Nebeviyye, Beyrut, 1407/1987, II, 254, 255).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Yahudiler Kureyş'le
anlaştıktan sonra Necid'e giderek Benu Süleym ve Gatafan kabilelerini
de bu ittifaka dahil etmeye çalıştılar. Gatafan kabilesini Hayber'in
bir yıllık hurmasının yarısı karşılığında müslümanlara karşı
savaşmaya razı ettiler. Arkasından diğer Arap kabilelerini dolaşarak
putperestliğin İslam'dan üstün olduğunu, fakat müslümanlarla savaşılmadığı
takdirde putperestliğin sonunun yaklaştığı propagandasıyla savaşa
kışkırttılar. Bu çalışmaları sonunda Fezare, Süleym, Sa'd ve
Esedoğulları kabileleri de ittifaka dahil oldu (Taberî, a.g.e., II,
566).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Savaş hazırlıklarına
başlayan Kureyş, üçyüz at, bin beşyüz devenin bulunduğu dörtbin
kişilik bir ordu donattı. Buna Yahudi ve diğer Arap kabilelerinin
kuvvetleri de eklenince yaklaşık onbin kişilik bir ordu meydana geldi.
Bu büyük ordu İslâm'a son ve öldürücü darbeyi vurmâk, Allah'ın
nurunu boğmak niyet ve umuduyla Medine'ye yöneldi. Arap yarımadası
belki de o güne kadar böyle büyük bir orduya şahit olmamıştı (İbn
Hişam, es-Siretit'n-Nebeviyye, Mısır, 1375/1955, II, 214, 216, 220):</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Râsulullah (s.a.s) müttefiklerin
girişimini haber alır almaz derhal bir savaş meclisi topladı.
Mecliste düşmana karşı ne gibi tedbirler alınması, nasıl bir savaş
taktiği izlenmesi gerektiği konusunda istişare edildi. Ashâbın çoğunluğu
Medine'yi içerden savunmanın uygun olacağı görüşünde idi. Bu görüş
benimsendikten sonra Selman-ı Farisî hazretleri, "bizde bir şehir
üstün kuwetlerle kuşatıldığı zâman daima çevresine bir hendek
kazılır ve şehir bu şekilde savunulur" şeklinde görüş
bildirince Rasûl aleyhisselam bunu uygun görerek savunma planının bu
doğrultuda hazırlanmasını emretti. Vakidî'nin Hendek Savaşı sırasında
Rasûlullah'ın Kureyş lideri Ebû Süfyan'a yazdığım söylediği
bir mektuba göre ise, şehrin çevresine hendek kazılmasını doğrudan
doğruya şanı yüce Allah, Rasûlüne ilham etmiştir. Düşmanın
geleceği yöne kazılacak hendekle şehrin koruması esas olmakla
birlikte Selmân-ı Farisî'nin teklifi içinde Medine'yi çevreleyen
binalar arasına kapatmak da vardı, zaten şehrin diğer tarafı dağ
ve hurmalıklarla çevrili idi (İbn Hişam, a.g.e., II, 255).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlullah, vakit
kaybetmeden, ileri gelen sahabîlerle birlikte keşfe çıkarak hendek
kazılması gereken yerleri tesbit etti. Düşmanın saldırısına açık
bulunan yerlerin tesbitinden sonra bütün müslümanlar toplanarak
hendek kazma çalışmalarına başladılar. Medine'deki bütün araçlar
toplandığı halde yine de birçok müslüman araçsız kalmıştı.
Bunun üzerine Rasûlullah, müslümanlarla anlaşmalı bulunan Benu
Kurayza kabilesinden ödünç aletler aldırdı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Başta Rasûl
aleyhisselam olmak üzere bütün müslümanlar canla başla çalışıyorlardı.
Mevsim kış olduğu için çalışmak oldukça güç ve yorucuydu. Buna
rağmen müslümanlar büyük bir coşkuyla çalışıyor, hep bir ağızdan
"bizler ömrümüz oldukça Muhammed'le birlikte savaşa devam
etmek üzere bey'ât etmişizdir" anlamında mısralar okuyorlardı.
Hendek kazarken Hz. Peygamberin birçok mucizesinin geldiğini yine İslâm
tarihçileri nakletmektedirler (İbn Hişam, a. g. e., II, 217, 219).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlullah da coşkuyla
çalışan arkadaşları ile birlikte toprak kazıyor, taşıyor,
onlarla bir ağızdan şu anlamdaki beyitleri okuyordu: "Allah'ın
lütfu ve hidayeti olmasaydı biz ne hidayete erer, ne sadakalar verir,
ne de ibadet ederdik. Ya Rab! Bizi huzur ve sükuna erdir. Düşmanla
karşılaşırsak bize sebat ve metanet ver. Bize saldıranlar fitne çıkararak
fesat peşinde koşuyorlar. Biz ise onlara karşı koyuyoruz." Münafıklar
ise bu işi ağırdan alıyor ve çeşitli bahanelerle çalışmamak
istiyorlardı (İbn Hişam a.g.e., II, 216; Taberî, a.g.e., II, 566,
567).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu şekilde iki hafta
boyunca süren gayret sonunda Medine çevresinin gerekli yerleri
hendeklerle kuşatılmış, hendeklerden çıkan topraklar iç tarafa yığılarak
siperler oluşturulmuştu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hendek kazma çalışmaları
biter bitmez Rasûl aleyhisselam savaşabilecek durumdaki bütün müslümanları
topladı. Müslüman mücahitlerin sayısı üçbindi ve otuz altı da
at vardı. Müslüman savaşçılar gruplar halinde siperler gerisine
yerleştirildi. Bu sırada Ebû Süfyan komutasındaki ordu Medine'nin
Batısından, Necid kabileleri de Doğudan Medine önlerine geldiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kureyş ordusu
Medine'nin kuzeyinden dolaşarak Uhud dağı civarına geldi. Ortalığı
boş görünce evvelce Uhud savaşında aldıkları mevkiye doğru yaklaştılar.
Burada diğer kuvvetlerle birleşerek Uhud-Medine yolu üzerinde
ilerlemeye başladılar. Bir müddet sonra Rasûlullah'ın hendekler
gerisinde görülen çadırları karşısına geldiler ve onun karşısında
yer aldılar (Taberî, a.g.e., II, 570).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Müşrikler çevrede
müslümanları görmeyince hızla Medine üzerine atıldılar. Fakat müslümanlar
tarafından kazılan hendeklere gelir gelmez ne yapacaklarını şaşırdılar.
O zamanlar böylesi istihkamlar inşa etmek Araplar tarafından
bilinmiyordu. Rasûlullah'ın bu değişik savunma yöntemi müşrikleri
hayret ve şaşkınlık içinde bıraktı. İçerlerinde bazıları
atlarını hendekler boyu sürerek bir geçit aradılar. Fakat hendek
gayet derin kazılmış olduğu için geçmeyi başaramadılar. Bu arada
hendek gerisinde siperlenen müslümanlar düşmanı ok ve taş yağmuruna
tuttular. Düşman süvarileri de bu şekilde karşılık vermek zorunda
kaldılar. Müşrikler bir aya yakın bir süre hendek gerisinde kaldılar.
İki taraf arasında herhangi bir savaş olmadı. Bir kaçı mübareze
ve karşılıklı ok atmaktan başka ciddi bir hareket olmadı (Taberî,
a.g.e., II, 572).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Müslümanlar arada sırada
taarruz eden düşmanı bu şekilde karşılayarak savunma süresini
uzatıyorlardı. Fakat bu sırada müslümanlarla anlaşma içindeki
Benu Kurayza kabilesinin anlaşmayı bozarak geceleyin Medine üzerinde
baskın yapmak için hazırlandıkları söylentisi yayıldı. Bu haber
müttelik ordulara göre oldukça zayıf olan müslümanlar arasında büyük
bir endişeye neden oldu. Rasûl aleyhisselam durumun açıklığa kavuşturulması
için Kurayza kabilesine birisini gönderdi. Benu Kurayza kabilesinin
reisi Kaab b. Esed'in Benu Nâdir kabilesi reisi Nayy b. Ahtab tarafından
kandırılmış olduğu ve Kurayzalıların gerçekten anlaşmayı bozmuş
oldukları anlaşıldı. Kurayza kabilesi ile Evs kabilesi arasında
dostluk bulunduğu için Evs'in lideri Sa'd b. Muaz ve bazı Evs ileri
gelenleri özel olarak Benu Kurayza kabilesine gönderildi ise de olumlu
bir sonuç alınamadı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kur'ân düşmanın
gelişini ve durumun vehametini şöyle dile getirir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Onlar size
yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi. Gözler dönmüş, yürekler
ağızlara gelmişti. Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz"
(el-Ahzab, 33/10). Rasûlullah zaman geçirmeden ortaya çıkan yeni
duruma uygun tertibatı aldı. Müslümanlara hitaben, "emin olunki
bunun sonu hayırlıdır. Müslümanların yegane koruyucusu Allah'tır"
buyurarak müslümanlara güven verdi. Şehir içinde ve savunma hattı
çerçevesinde güvenlik önlemleri bir kat daha artırıldı. Geceleri
düşmanın ani bir baskın yapmasını önlemek amacıyla devriye
kolları çıkarılmaya başlandı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Gece basar basmaz bütün
devriye görevlileri görev yerlerine dağılıyor, Rasûlullah ise
savunma hattının en zayıf noktasında bekliyordu. Geceleri çok soğuk
olduğu için savaşın zorlukları kendisini daha ağır biçimde
hissettiriyordu. Bununla birlikte Müslümanlar inançla ve sabırla görevlerini
yerine getiriyorlardı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu arada münafıklar
da boş durmuyor bir takım teşvikler ve aldatıcı sözlerle imanı
zayıf kimseleri kandırmaya çalışıyorlardı. Nitekim Kur'ân bu
duruma "İki yüzlüler ve kalplerinde hastalık olanlar"
Allah ve Rasûlü size sadece kuru vaadlerde bulundu" diyorlardı
(el-Ahzab, 33/12). Ayetiyle işaret etmektedir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kuşatma onbeş günden
fazla sürdüğü halde müşrikler hiçbir sonuç alma başarısını gösteremediler.
Muhasaranın devamı sabahlara kadar siperlerde bekleyen müslümanları
oldukça kötü etkiliyordu. Şehrin dışarıyla bütün bağlarının
kestirilmiş olması yiyecek sıkıntısının başlanmasına neden oldu.
Münafıklar bundan da güç alarak yersiz konuşmalarını çoğalttılar.
Eskiden beri meydan savaşlarına alışmış olan müslümanlar düşman
karşısındâ hiçbir şey yapmadan beklemekten sıkılmaya başlamışlardı.
Mevsimin şiddeti bu durumu daha da etkiliyordu. Özellikle geceleri çıkan
soğukta devriye görevini yapanlar fazlasıyla muzdarip olmaya başladılar.
Hatta hayvanlarına yedirecek birşey bulamaz hale geldiler. Müslümanların
direnci yavaş yavaş kırılmaya yüz tutmuştu. Kur'ânın deyimiyle
"İşte orada mü'minler denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğramışlardı"
(el-Ahzab, 33/11).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Durumun vehameti karşısında
Hz. Peygamber, Müşriklerin birliğini bozabilmek için bir ara
Gatafanlıların reisleri Uyeyne b. Hısn b. Huzeyfe ve el-Haris b. Avf
b. Ebi harise el-Murriye haber göndererek dönüp gitmeleri karşılığında
Medine hurmalarının üçte birini onlara vermek üzere anlaşmak
istediyse de (hatta anlaşma metni bile hazırlanırken) Sa'd b. Mu'az
ve Sa'd b. Ubâde ile istişaresi sonucu bu fikirden vazgeçti (İbn Hişam,
a.g.e., II, 223; Taberî, a.g.e., II, 572-3).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Diğer yandan düşman
ordusu baskısını giderek arttırıyordu. Değişik yönlerden peşpeşe
saldırılarda bulunuluyor, hendeği aşamayarak çaresiz geri dönüyordu.
Muhasaranın olağanüstü şiddet kazandığı bir sırada müşrikler
ne pahasına olursa olsun hendeği aşmaya karar verdiler. Savaşçılıktaki
büyük ustalığı ve Kahramanlığıyla şöhret kazanmış olan Amr
b. Abdived ile İkrime b. Ebû Cehl, Nevfel b. Abdullah, Dırar b.
Hattab, Hübeyre b. Ebî Vehb hendeği geçmek üzere ileriye gönderildi.
Ebû Süfyan ve Halid b. Velid de onun arkasından genel bir saldırı için
kuvvetlerini ileriye doğru hareket ettirdiler. Amr ve yanındakiler
binbir güçlükle de olsa hendeği aşmayı başardılar.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Amr b. Abdived atını
ileriye sürerek müslümanları kendisiyle savaşacak bir savaşçı
taleb etti. Amr birçok savaşlarda bulunmuş, yiğitlik ve gözüpekliği
sayesinde birçok birlikleri dağıtmış gayet usta bir silahşor, çevik
bir süvari olduğundan, onunla dövüşmeye kimse cesaret edemezdi.
Nitekim müslümanlardan da kimse onun isteğine cevap veremedi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu durumu gören Hz.
Ali, Amr'a karşı çıkmak için izin istedi. Fakat Rasûlullah izin
vermedi. Amr tekrar ileriye atılarak müslümanlara hitaben; "İçinizden
kahramanlık meydanına çıkacak kimse yok mu? Hani ölenlerinizin
gideceğini söylediğiniz Cennet?" diye bağırdı. Müslümanlardan
yine ses çıkmayınca Hz. Ali ikinci defa izin istedi. Rasulullah kendi
zırhını çıkarıp Ali'ye giydirdi, beline zülfikâr'ı taktı ve
ellerini açarak "Ya Rabb amcam Übeyd Bedirde; Hamza Uhudda şehid
oldular bu Ali ise kardeşimdir ve amcamın oğludur. Onu koru, beni
kimsesiz bırakma. Sen Varislerin en hayırlısısın" diye dua
ederek uğurladı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Amr'ın karşısına
çıkan Hz. Ali kendisini tanıttı. Amr, Ali'nin gençliğini ve babasıyla
olan dostluğunu ileri sürerek onunla savaşmak istemedi. Hz. Ali ise
kendisiyle savaşmayı ve onu öldürmeyi arzuladığını bildirdi.
Kendisinin savaşa çıkanların üç tekliflerinden birini kabul ettiğini
duyduğunu; eğer öyleyse, üç teklifi olduğunu söyledi. Ya müslüman
olmasını, ya savaşı bırakıp gitmesini, yada kendisiyle dövüşmesini
teklif etti. İlk ikisini reddeden Amr dövüşmeyi seçti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İlk saldırı
Amr'dan geldi. Vurduğu kılıç darbesi Ali'nin kalkanını parçalayarak
başından yaralanmasına neden oldu. Sıra kendisine geldiğinde Ali
indirdiği darbe ile Amr'ı cansız yere yuvarladı. Müslümanlar sevinçle
tekbir getirirken müşrikler büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Ali Amr'ın işini
bitirince Dırar ile Hübeyre Ali'nin üzerine yürüdüler. Dırar Hz.
Ali'nin yüzüne bakar bakmaz dönüp kaçmaya başladı. Sonradan Dırar,
"ölüm meleği surete bürünmüş bana görünmüştü,"
diyecektir, bu kaçış hakkında. Çarpışmaya yeltenen Hübeyre de
Ali'nin bir kılıç vuruşu ile zırhı delinince kurtuluşu kaçmakta
buldu, (İbn Hişam, a.g.e., II. 224-225).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Ömer, kaçan
kardeşi Dırar'ın peşinden, Zübeyr b. Avvam da Hübeyr'in arkasından
koştular. Bu sırada Nevfel b. Abdullah hendeğe düşmüş, yaralanmıştı.
Müslümanlar onu taşa tuttular. Fakat Ali onları durdurdu, hendeğe
inerek boynu kırılmış Nevfel'in kafasını uçurdu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu kötü sonuç karşısında
Ebû Süfyan çaresiz ordugahına döndü.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ertesi günü Benu
Kurayza Kabilesi de düşman ordusuna katıldı. Müttefikler böylece
kuvvet kazanınca bir kat daha cesaretlenerek saldırılarını sıklaştırmaya,
tazyiklerini arttırmaya başladılar. Ok ve taş muharebeleri akşama
kadar sürüp gitti. Karanlık basınca müşrikler ordugahlarına çekildiler.
Genel bir saldırı düşüncesi müslümanlar arasındaki endişeyi bir
kat daha artırdı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu arada savaşın yönünü
değiştirecek önemli bir olay oldu. Düşman saflarında iken müslüman
olan Nuaym b. Mes'ud es-Sakafî gizlice Rasulullah'ın ordusuna katıldı.
Durumun kötülüğünü gören Nuaym, müttefiklerle Benu Kurayza
Kabilesinin arasını bozmak için iyi bir vesile oldu. Hz. Peygamber
ona Benu Kurayza ile müşriklerin arasını açması için talimat
verdi. İslâma girdiği bilinmediği için rahatça Benu Kurayza lideri
Kaab b. Esed'in yanına gitti. Kaab'ın yanında daha başka Yahudi
liderleri de bulunuyordu. Onlara yahudilere bir iyilik etmek isteğimi söyleyerek
Kureyş ve Gatafan kabilelerinin artık savaştan usandığından söz
etti "hatta daha fazla zahmet çekecek olurlarsa sizi bırakıp
gidecekler. O zaman siz İslâm ordusuna karşı koyamazsınız. Bu
tehlikeyi önlemek için Kureyş ve Gatafan kabileleri ileri
gelenlerinden birkaç kişiyi rehin alın" dedi. Yahudiler bu
haberden son derece memnun oldu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Nuaym, oradan Ebû
Sufyan'ın ordugahına geldi. Ona Kurayzalıların anlaşmayı bozduklarından
dolayı pişmanlık duyduklarını ve anlaşmayı gizlice
yenilediklerini, hatta suçlarını affettirmek için Kureyş ve Gatafan
liderlerinden birkaç kişiyi rehin alarak müslümanlara teslim etmeyi
düşündüklerini söyledi. Bu haber Ebû Süfyan'ı vesveseye düşürdü.
Derhal kurayza liderine İkrime b. Ebî Cehl ve Benî Gatafanlı bir
grupla haber göndererek muhasaranın çok uzadığını, askerin açlıktan
şikayet ettiğini bu nedenle ertesi günü genel bir saldırı ile bu
duruma bir son verilmesi gerektiği arzusunda olduğunu söyledi. Buna
karşılık Kurayzalılar, Kureyş ve Gatafan ileri gelenlerinden birkaç
kişi rehin verilmedikçe kendilerine güvenemeyeceklerini bildirdiler.
Kureyş ve Gatafan liderleri bu haberi işitince Nuaym'ın sözüne hak
vererek rehin vermekten imtina ettiler. Kurayza kabîlesi ise onların
tavrının Nuaym'ı doğruladığını görünce müttefiklerden ayrılarak
onları kendi başlarına bıraktılar, (İbn Hişam, a.g.e. II. 230) (Taberî,
a.g.e. II 578-9).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kuşatma yine sürüyordu,
ama eski şiddetini kaybetmişti. Rasûlullah (s.a.s) bu günlerde, bugün
Ahzab Mescidinin bulunduğu yerde ayakta durup ellerini yukarıya kaldırarak
müşrik kabileleri aleyhinde üçgün boyunca dua ettiler. Üçüncü gün
öğle ile ikindi namazı arasında duasının kabul edildiği kendisine
vahyedildi. Ashab bunu Rasûlullah'ın yüzündedalgalanan sevinçten
anladı. Cebrail (a.s.) "sevininiz, Allah onlara bir rüzgar saldı."diyerek
Allah'ın müşrikleri kasırga ile perişan edeceğini haber vermişti.
Allah Rasûlü hemen iki dizi üzerine çöküp ellerini kaldırdı. gözlerini
yere indirdi. ve "bana ve ashabıma acıdığın için sana şükranlarımı
sunarım Allah'ım" dedi. Sonrada haberi ashâbına o müjdeledi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Beklenen rüzgar
birkaç gün sonra geldi. Bu soğuk, dondurucu bir rüzgardı. Tozları,
toprakları müşriklerin gözlerini dolduruyordu. Rüzgar, onları
kendi başlarının derdine düşürmüş, çekilmek, zorunda bırakmıştır.
Çadırların bezlerini, derilerini yırtıyor, direklerini söküyor,
sergileri kumlara gömüyor, yakılan ateşleri, aşıkları söndürüyor,
develeri, atları birbirine karıştırıyor, hiç kimse kimsenin yanınagidemiyor.
Müşrikler ordugahlarından devamlı tekbir sesleri, silah şakırtıları
duyuyorlardı. Kalplerine büyük bir korku düşmüş, amansız bir
paniğe kapılmışlardı. Kur'an sonradan bu olayı mü'minlere şöyle
hatırlatmaktadır: "Ey mü'minler. Allah'ın size olan nimetini anın.
Hani üzerinize ordular gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgar ve görmediğiniz
ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı görüyordu. "(ef-Ahzâb.
33/9)" "Allah kâfirleri öfkeleri ile geri çevirdi. Hiçbirşey
elde edemediler. Savaşta iman edenlere Allah'ın yardımı kâfi geldi.
Allah güçlüdür, herşeye galiptir" (el-Ahzâb; 33/25).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Gece boyunca devam
eden fırtına, sabahleyin biraz sükûnet buldu. Allah Rasûlü,
Huzeyfe b. Yeman'ı düşman ordusu hakkında bilgi alması için gönderdi.
Huzeyfe, düşman ordusunun perişan halini görerek geri döndü. Hz.
Peygamber bundan son derece memnun oldu ve sonucu beklemeye başladı. (İbn
Hişâm, a.g.e. II. 231-2).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ebû Süfyan ansızın
uğradığı bu büyük felâket üzerine Kurayza kabilesinin ordudan
ayrıldığı ve orduda ihtalâf çıktığı bahanesiyle kuşatmayı
sona erdirerek geri çekilme emrini verdi. Amr İbnû'l-âs ile Halid b.
Velid ikiyüz süvari ile müşriklerin geri çekilişini denetlediler.
Müşrikler başansızlıklarından doğan umutsuzluk ve sıkıntı içerisinde
hızla ricat etmeye başladılar.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kureyş ordusu
Mekkeye, Gatafan kabileleri Necid'e doğru yol alırken müslümanlar
savunma hattından çıkarak düşman ordugahına vardılar. Düşmanın
telaş ve heyacan içinde geri çekilirken bırakmış oldukları erzak
ve zahirelere ve Ebû Sufyan'ın yahudi reislerinden Hayg'a gönderdiği
yirmi deveye el koydular. Develer kurban edildi, hurma dolu sepetler boşaltıldı
ve müslümanlara dağıtıldı. Bu ganimet vasıtasıyla muhasaranın
ortaya çıkardığı kıtlık ortadan kalkmıştı. Rasûlullah (s.a.s.)
müslümanlara hitab ederek, "Ey İslâm mücahidleri! Emin olunuz
ki bu muzafferiyet sizin için ölümsüz bir başaııdır. Bundan böyle
Kureyş kabilesi size değil, siz Kureyş'e taarruz edeceksiniz"
buyurdu. Rasûlullah'da bu sözleriyle müşriklerin bütün gücünün
tükendiğini, artık müslümanların zafer yollarının açıldığını
da müjdelemiş oluyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">O gün öğleye doğru
Hz. Peygamber, aldığı ilâhi bir emir gereği müslümanlara derhal
bir ilan yaptırarak bu savaşta müşriklerle bir olup, kendilerini
arkadan vuran Benu Kurayzaya karşı savaşmak üzere şu emri verdi:
"Kim dinler ve itaat ediyorsa, ikindi namazını Benû Kurayza önlerinden
başka yerde kılmasın" Bu emri alan müslümanlar derhal hareket
ederek bu yahudi belasını da ortadan kaldırdılar, (bk. Benû Kurayza
Savaşı). (İbn Hişam, a.g.e. II. 233-34).
</span></b></div>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih19.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih19.htm" width="1" /></td>
<td align="right" valign="bottom"><b><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G4.gif" width="10" /></b></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-87030855138278529592013-05-24T00:14:00.002+03:002013-05-24T00:14:10.874+03:00NADİROĞULLARI İLE YAPILAN SAVAŞLAR:<div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">NADİROĞULLARI
İLE YAPILAN SAVAŞLAR:</span></b></div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İslâm'ın ilk yıllarında
Medine'de yaşayan üç yahudi kabilesinden biri Nadirogullari
kabilesidir..</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Nadir, birçok manâlarının
yanısıra "yeşil ve çiçekli bir bitki" anlamına gelir. Bu
kabile Medine ve çevresinde büyük hurma bahçelerinin sahibi olarak
bilinir.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Arabistan
yahudilerinin güvenilir vesikalara dayanan bir tarihi yoktur. Arabistan
yahudilerinin geçmiş tarihine ışık tutacak herhangi bir yazı,
kitap veya yazıt şeklinde bir bilgi de yoktur. Ayrıca Arabistan dışındaki
Yahudiler de Arap dindaşlarıyla fazla ilgilenmemiş ve tarihçiler ile
yazarları bunlardan hiç söz etmemişlerdir... Arap yahudilerinin
tarihini incelerken ister istemez araplar arasında kulaktan kulağa
anlatılan rivayetler ve söylenenlere itibar etme zorunluluğu vardır.
Bu rivayetlerin pek çoğu da bizzat yahudiler tarafından ortaya atılmıştır
(Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid, Mücadelesi ve Hz. Peygamber, Terc. N.
Ahmet Asrar, İstanbul 1983, I, s. 526).</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Yahudiler yeryüzünde
en eski geçmişe sahip milletlerden birisidir. Arap yarımadasına ne
zaman gelip yerleştikleri bilinmeyen yahudiler, İslâm'ın ortaya çıktığı
yıllarda bu yarımadanın her tarafında görülmekteydiler. Bunlar,
gerek ferdî ve gerekse topluluklar halinde Akabe körfezindeki Eyle
limanından, Yemen ve Umman'ın en ücra köşelerine kadar uzanmışlardı.
Bu insanları Mekna'da, Vadiyu'l-Kura'da, Teyma'da, Fedek'te, Taif'de kısaca
bütün şehirlerde olduğu kadar, hareket halindeki kervanlarda da görmekteyiz.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Yahudiler Mekke'de hiç
bulunmamakla birlikte, sadece Ukaz'da yalnız ticâret yapan değil, kâhinlikten
para kazanan insanlar olarak da görülür.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Yahudilerin Medine (Yesrib)'ye
yerleşmeleri tarihinin Milâdî 132'den sonra olduğu tahmin edilir. M.
132'de Benu Nadir, Benu Kureyza ve Benu Kaynuka yahudilerinin Yesrib'e (Medine'ye)
yerleştikleri görülmektedir. İlk olarak Nadiroğulları ve Kureyzaoğulları
yerleşmiştir. Çünkü bu iki kabile diğer yahudi kabileleri arasında
soy ve itibar bakımından üstün tutulurdu. Bunların çoğunun, kâhin
ve rahipler sınıfından gelmesi de ayrı bir avantaj sağlamaktaydı.
Bu kabileler Medine'ye yerleşerek, dini bakımdan üstün bulunmalarının
verdiği ayrıcalıkla kısa sürede şehre hâkim olmuşlar ve en iyi
yerlere yerleşmişlerdi. M. 450- 451'de es-Sebe' sûresinde sözü
edilen büyük sel felâketinden sonra Yesrib'te bulunan birçok kabîlenin
şehri terkettiği bilinir. Bu büyük sel felâketiyle boşalan şehre
yerleşen Evs ve Hazrec gibi Arap kabileleri, şehrin asıl hakimi
bulunan Nadiroğulları ve Kureyzaoğulları yahudilerini şehrin dış
bölgelerinde yerleşmek zorunda bırakmışlardır. Yahudilerin üçüncü
büyük kabilesi olan Kaynukaoğulları Hazrecliler'e sığınma gereği
duydu. Bunun üzerine Nadiroğulları ve Kureyzaoğulları da Evs
kabilesine sığınarak Yesrib şehrinde yerleşmeye hak kazandılar.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Hz. Peygamber (s.a.s)'in
doğumu ve nübüvvetinin başlangıç zamanlarında yahudilerin Hicaz
ve Yesrib'deki durumları şöyle görünmekteydi.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Yahudiler, dil, kıyafet,
kültür ve medeniyet konularında her bakımdan araplaşmışlardı. İsimleri
arapça idi. Hicazda yaşamakta olan Beni Za'urâ yahudileri hariç diğer
yahudi kabilelerinin isimleri arap ismi idi. Yahudiler kendi dilleri
olan ibraniceyi istisnalar dışında bilmezlerdi. Araplarla olan sosyal
ilişkilerinin her geçen gün artması yahudilerin duygu, düşünce ve
tavırlarına kadar yansımıştır. Ancak yahudiler bütün bunlara rağmen
kimliklerini muhafaza etmişlerdi (Mevdudi, a.g.e., s. 526, vd.).</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Hz. Peygamber (s.a.s)'e
risalet görevinin verilmesinden önce araplar, danışmak ve onların
fikirlerini almak amacıyla yahudi veya hristiyan olan birisine gider,
ondan bazı bilgiler alırlardı. İslâm'ın ortaya çıkışı ve müslümanların
Mekke şartlarında İslâm'ı yaşamaya çalışmalarından önce bütün
ehl-i kitap yeni bir peygamberin geleceğini biliyor ve onu bekliyorlardı.
Hattâ Peygamberimizin amcası Ebu Talip'le yaptığı Şam ticaretinde
Rahip Bahira'*nın Ebu Talip'e "O çocuğa dikkat edip üzerine
titremesini" öğütlemesini buna delil gösterirler.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Daha Akabe bey'atlarından
önce yahudiler, Medine araplarına bir nebinin geleceği ve bu nebiye
kendilerinin uyacağını ve böylece Medinelilere karşı üstün bir
duruma geçeceklerini söyleyip onları korkuturlardı. Bundan haberdar
olan Medineliler Akabe'de Peygamberimiz'e bey'at ederek yahudilerden önce
davranmışlardır. Yahudiler Tevrat'ı doğrulayıcı bir kitap olarak
Kur'anı getiren Hz. Peygamber'e "saldırmak, hased etmek ve kin gütmekten
dolayı düşmanlık yapmaya başladılar. Çünkü Allah Teâlâ Rasûlünü
araplardan seçmişti. Yahudi alimleri, Rasûlüllah'ın zor durumda
kalması için çalışırlar, onu olmadık yalanlarla şaşırtmak
isterler ve hakkı batıla çevirirlerdi" (İbn Hişam, İslâm
Tarihi, Terc. Hasan Ege, İstanbul 1985, I. s. 282; II. s. 187). Çünkü
onlar yeni bir peygamberin kendi kavimlerinden çıkacağını ümid
ediyorlardı. Gururları yüzünden yalanlayanlardan oldular.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Yahudilerin,
Allah'tan gelen peygamber ve kitabını daha önceden bildikleri de bir
gerçektir. Fakat bu peygamber ve kitap gelince tavırlarını değiştirdiler.
Bu hususta en güvenilir rivayet Ümmül Mü'minin Hz. Safiyye'nindir.
Hz. Safiyye'den rivayete göre Hz. Muhammed (s.a.s), Medine'yi şereflendirince
babası ve amcası beraberce kendisiyle görüşmeye gittiler ve
kendisiyle uzun müddet sohbet ettiler. Babası ve amcası eve dönünce,
aralarında şöyle bir konuşma geçti:</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Amca: Bu, gerçekten
kitaplarımızda haber verilen peygamber midir?</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Baba: Evet, vallahi o
aynı peygamberdir.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Amca: Sen buna inanıyor
musun?</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Baba: Evet.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Amca: O halde, ne
yapmak istiyorsun?</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Baba: Vallahi, ben yaşadığım
müddetçe ona muhalefet edeceğim (İbn Hişam, II. s. 165).
Yahudilerin bu peygamberi bekledikleri fakat ona tabi olup onun yolundan
gitmek için değil de doğar doğmaz ona bir suikast tertipleyip öldürmek
için beklediklerine dair bir takım rivayetler de nakledilir (bk.
Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, l. s. 595; İbn Hişam, age,
s.116, İbn Sad, Tabakat, 1/1, s.21)</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Hz. Peygamber ve müslümanların
Medineye hicreti sırasında yahudiler şehrin yarısına hâkim
durumdaydılar. Bu hâkimiyet gerek ilmî seviyedeki Bilim Evi (Beytul-Midras),
gerekse Nadiroğullarının elinde bulunan hazineler (Kenz) yoluyla her
yönden görülen bir gerçeklikti. Buna rağmen yahudiler kendi aralarında
sürtüşme halinde idiler. Bu durum onları bazı arap kabileleriyle
ittifak yapmaya itmiştir. Bundan dolayı da Nadiroğullarının Evs
kabilesinin hakimiyeti altında bulunduğu zikredilmelidir.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Hz. Peygamber tarafından
yürürlüğe konulan Medine-şehir-devleti anayasasında dokuz yahudi
kabilesinden bahsedilir. Burada yahudilerle karşılıklı haklar ele alınmış
ve Medine'yi birlikte savunma kararlaştırılmış; onlardan Hz.
Peygamber izin vermeden askeri bir harekete girişmeyeceği ve Medine'ye
bir saldırı sözkonusu olduğunda şehrin birlikte savunulacağı sözü
alınmıştı (Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul
1969, s. 34 vd.). Yine araştırmalara göre bu anayasa dünyanın ilk
anayasasıdır. Elli iki maddeden oluşan mezkur anayasada 23-35 ve 46.
maddeler yahudilerle ilgili olup bu maddeler ayrıca kendi işlerinde
alt bölümlere ayrılmıştır (bk. Muhammed Hamidullah, a.g.e., l. s.
211 vd.). Fakat yahudiler tarihen sabit olduğu gibi antlaşmalarına
sadık olmadılar. Bu antlaşmaya katılmaktaki gayeleri, kendilerine başka
bir yol bulana kadar zaman kazanmaktı. Daha ilk anda bu yeni dinin
onların senelerdir övündükleri bir üstünlüklerini ellerinden
alacağını hissetmişlerdi.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İslâm'ın Medine'de
devletini kurduktan sonra tarihte benzeri görülmemiş tür şekilde
yayılma göstererek bölgeyi hakimiyetine alması, müslüman olmayan
diğer kabileleri olduğu gibi yahudileri de telâşa düşürdü. Zira
onlar İslâm'ın yayılışını geçici görüyorlardı. Bu amaçla
Kureyş müşrikleriyle yaptıkları bir çok antlaşmada askerî yönden
Kureyş müşrikleri, fikri yönden de yahudiler İslâm'a karşı
koyacaklarını taahhüt etmişlerdir. Ancak yahudilerin giriştiği bu
tür bir yol bir fayda vermedi. Hattâ İslâm'ın son tevhid dini olduğunu
öğrenen bazı yahudiler de müslüman oluyorlardı. Yahudilerin önde
gelen âlimlerinden Abdullah b. Selâm bunlar arasındaydı. Bundan
sonra yahudiler için tek çıkar yol, İslâm'ı kılıç zoruyla
sindirmek, yayılmasını önleyerek ortadan kaldırmaktı.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Bedir savaşında müslümanların
üstün gelmesi bütün yahudileri olduğu gibi Nadiroğullarını da kızdırmıştı.
Bu savaş onların kinlerini açığa vurmalarını sağladı. Öncelikle
Kaynukaoğulları, müslümanlara karşı işledikleri hareketlerden
dolayı şehir dışına sürüldüler (bk. Kaynukaoğulları maddesi).</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Yahudi şair Ka'b b.
Eşref yalan teşvikleri ile Mekke müşriklerini yeni bir savaşa
sokmaya çalışıyordu. Bunu öğrenen müslümanlar, aralarında Ka'b'ın
süt kardeşinin de bulunduğu bir grup olmak üzere Ka'b b. Eşref'i öldürmüş;
bu olay üzerine Nadiroğulları Hz. Peygamber (s.a.s) ile bir ittifak
antlaşması imzalamışlardı. Ancak bu barış dönemi fazla sürmemiş;
Nadiroğullarının diğer müttefiki Benû Amr kabilesinden müslüman
olan Amr h. Umeyye iki kişiyi öldürmüştü. Olay şöyle cereyan
etti: Necid halkını İslâma davet için Rasûlüllah tarafından gönderilen
bütün müslümanları öldüren Amr b. Tufeyl ve Necidlilerin elinden
kurtulan tek kişi olan Amr b. Umeyye, Kilâhoğulları kabilesinden iki
adamla karşılaştı. Resûlullah onlarla antlaşma yapmıştı. Fakat
Amr bunu bilmiyordu. kendisini öldürürler diye korktuğundan, dalgınlıklarından
yararlanarak onları öldürdü. Resûlullah da onların diyetini üstlendi.
Diyetin ödenmesi müslümanlara ağır geldi. Ödeyemez duruma düştüler.
Hz. Peygamber de yahudilerle yaptığı anlaşmaya dayanarak Nadiroğullarından
diyet ödeme işine katılmalarını istedi. Nadiroğulları bu teklifi
düşüneceklerini söyledi ve mühlet istediler. Ancak kendi aralarında
yaptıkları görüşmede Hz. Muhammed'i suikastla öldürmeyi planladılar.
Onların yanına giden ve görüşmelerinin sonuçlanmasını bekleyen
Resûlullaha, Amr b. Guhâş adlı yahudinin kendisine suikast yapacağı
bildirildi.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Bu çirkin olaydan
sonra "Ey iman edenler Allahın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.
Hani bir kavim size el uzatmaya kalkışır da, Allah onların ellerini
üzerinizden çekmişti” (el-Maide, 5/11) âyeti nazil olmuştur (Muhammed
Hamidullah, a.g.e., I, s. 626 vd).</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Kaynaklarda anlatılan
diğer bir görüşe göre ise; Bedir savaşından sonra Mekke
putperestleri, Nadiroğullarına gönderdiği bir mektupla onları Rasûlüllah
ile çatışma haline getirmeye kışkırtmışlardı. Diğer taraftan
Medine'den çıkarılan Benû Kaynuka yahudilerinin bu hali, zamanla sayıları
artan Nadiroğulları (Benü Nadir) yahudilerinin müslümanlara dair
birtakım endişeler taşımasına sebep oldu. Bu şart ve durumlar karşısında
onlar, hıyânet dolu bir komplonun içine sürüklenmiş oldular. Bir gün
Resûlullaha bir haberci göndererek, "Üç müslümanı da yanına
alıp gel. Bizden seçilecek Üç alimle karşılaşıp görüş; şayet
(bizimkiler size) inanıp kanacak olurlarsa biz de hep birden senin
yoluna gireriz" deyip Resûlullah'ı aralarına davet ettiler. Bu
üç yahudi (elbiseleri altına) hançerler saklamışlardı. Ancak Benû
Nadir (Nadiroğulları) yahudileri arasından bir kadın müslüman Ensâr
zümresi arasında oturan erkek kardeşine, Nadirlilerin kalkıştığı
bu suikast işini anlatmış ve bu erkek kardeş de Resûlullah
Nadirlilerin mahallesine henüz varmadan haberi kendisine yetiştirebilmişti.
Bunun üzerine Resûlullah yoldan geri dönmüş ve fakat ertesi sabah
erkenden askeri kuvvetlerin başında olduğu halde Nadirlilerin karşısına
çıkmış ve gün boyu onların oturdukları mahalleyi kuşatma altında
tutmuştu (Muhammed Hamidullah, a.g.e., I, s. 626-28).</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Resûlullaha karşı
teşebbüs edilen bu tür suikastlar müslümanlara, Nadiroğullarının
artık aralarında yeri olmadığı kanaatini verdi. Bu arada Kureyş müşriklerinin
müslümanlara karşı bir hazırlık içerisinde bulunduğu duyuldu. Müslümanlar,
içeride bulunan ve müşriklerle her an ittifak kurabilecek bir düşmandan
emin olmazlarsa durumun daha da vahim sonuçlar doğurabileceğini
biliyorlardı. Bunun işin öncelikle yapılması gereken şey,
Medinedeki Nadiroğullarını zararsız bir duruma getirmekti.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Hz.Peygamber, Nadiroğullarına
yaptığı ilk kuşatmadan hemen sonra Kureyzaoğullarına yaptığı kuşatmayı
bırakıp onlarla antlaşma yoluna gidince, vakit kaybetmeksizin tekrar
Nadiroğulları üzerine yürüyerek onların eşlerini ve kalelerini kuşatmıştır.
Yahudiler müslümanlara karşı bir güçle çıkamadılar. Bu kuşatmada
her iki taraftan herhangi bir ölüm olayına rastlanmaz. Kuşatma
sonunda yahudiler İslama davet edilmiş, kabul edenler affedilerek
serbest bırakılmış, reddedenler ise silahları dışında, diğer bütün
menkul mallarını alarak Medine dışına çıkmalarına izin verilmiştir.
Bunlardan bir kısmı Filistin'deki Ezri'at şehrine, diğerleri ise
Hayber bölgesine yerleştiler (Buhârî, Meğazi, 14, 32; Müslim,
Siyer, 20, Cihad, 20; Muhammed Hamidullah, a.g.e., I, s. 628).</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Medine'den sürülmeleri
sırasında Benû Nadirler değerli sayılan eşya ve mücevheratlarının
yanı sıra beraberlerinde götürmek üzere evlerinin kapılarına varıncaya
kadar herşeyi söküp aldılar. Sürülenler, arkalarında çalgıcı
ve şarkıcıların kopardığı bir şamata olduğu halde altıyüz
develik bir kervan oluşturarak yola çıktılar.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Nadiroğullarının
Medine'den sürülmelerinden bir yıl sonra beş kişilik bir heyet,
Hicri 5. yılda Medine'nin kuşatılmasına girişecek ve Hendek savaşını
çıkaracak olan büyük saldırı ittifakını organize etmiştir (Muhammed
Hamidullah, a.g.e., I, s. 629; Ayrıca bk. Kaynukaoğulları, Kureyzaoğulları,
Yahudi mad.).</b></span>
</div>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-42309786191443508622013-05-24T00:13:00.003+03:002013-05-24T00:13:34.806+03:00MEUNE KUYUSU OLAYI:<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MEUNE
KUYUSU OLAYI:</span></b></div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Hicretin 4.cü
yilinda Amirogullarindan Cafer Oglu Malik Oglu Ebu Bera Medineye geldi
ve Resulullahile görüşüp ”Ey Allahin Resulu !Eğer Necid Halkina
ashabından biır kısmını gönderirsen , umarim ki Islam olurlar”
dedi.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Resulu Ekrem, Necid bölgesi
halkina güvenemeyip "Korkarim ki ashabıma bir kötülükte
bulunurlar” dedi. Ebu Bera` ”Onlar,Necidè geldiklerinde benim
emanim altina girmiş olur.Onlara kimse bir şey yapamaz ”diye teminat
verdi.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Bunun üzerine Resul-ü
Ekrem de Ebu Bera`nın kardeşi oğlu olan (Malik Oğlu Tufeyl oğlu
Amirè bir mektup yazdırdı ve Necid halkına Kur an öğretmek için
70 Kuràn okuyucusunu gönderdi. Kilavuzlari Muttalip Süleymi idi.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Münzir bin Amr Kuràn
okuyuculari ile Meune kuyusu denilen yere varip Resulü Ekrem`in
mektubunu Amr bin Tufeyle gönderdi.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Lanetlenmiş olan Amr
bin Tufeyl ise mektubu okumadan Haram bin Milhan`i öldürdü. Sonra
Kur`an okuyuculari olan kurra cemeati üzerine saldırmak için kendı
kavmı olan Amır Oğullarını çağırdı. Onlar ise‘‘ Biz Ebu
Beranın verdiği sözü ayaklar altına atamayız ‘‘ diye çekindiler.
Bunun üzerine Amr bin Tufeyl Usayye, Ri‘l ve Zekvan kabilelerini
toplayıp Meune Kuyusuna gitti ve ansızın kurra topluluğu üzerine
saldırarak hepsini şehid etti. Yalnız Neccar oğullarından Kab bin
Zeyd‘ i öldü sanarak şehidler arasında bırakmışlar oda bu
durumu peygamber efendimiz (S.A.V) bildirmiştir.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Resulü Ekrem bu
durumu haber alınca son derece üzüldü ve ‘‘Bu hal ,Ebu Bera’nın
işidir.Ben ,bunu ancak onun ısrarı ile istemeyerek yapmıştım‘‘
buyurdu.Ebu Bera da Peygamberimizin bu sözünü işittikten sonra çok
üzülerek kederinden hastalanıp öldü. Fakat verdiği sözün bu şekilde
ayaklar altına alınması ,arap adeti üzere kendi soyunda bir leke üzere
kaldı.</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Resulü Ekrem ise
onlara beddua etti ve kısa bir süre sonra bu kabileler veba, humma ve
kıtlık yüzünden telef oldular.</b></span>
</div>
<br />
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih17.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih17.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-1885721402923587492013-05-24T00:13:00.000+03:002013-05-24T00:13:01.565+03:00UHUD SAVAŞI:<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">UHUD
SAVAŞI:</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(H. 3/M. 625)</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hicret'in üçüncü
yılında Uhud dağı civarında müşriklerle yapılan savaş.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uhud savaşından önce
Kureyş'in öfkesi kabarmış, kin ve intikam duyguları artmıştı.
Bedir'de yakınlarını kaybeden Utbe kızı Hind ".. Muhammed'le
arkadaşlarından öç almadıkça içim rahatlamayacak, Muhammed'le
savaş yapmadıkça koku sürünmek bana haram olsun. Sevdiklerimin
intikamının alındığını gözümle görmedikçe bana sevinmek yok!"
diyordu. Ebu Süfyan ve başkaları da buna benzer şekilde and vermişlerdi.
Ebu Süfyan'ın yürüttüğü kervanın malları Daru'n-nedve'de
topluca durmaktaydı. Müşriklerin ileri gelenleri, herkese katılma
payını verdikten sonra geri kalan kâr ile güçlü bir ordu hazırlanmasına
karar verdiler. Onlara göre Müslümanlar Kureyş büyüklerini öldürmüşlerdi,
onların intikamını almak gerekliydi. Bedir'de yakınları öldürtücüler
karalar giyinmiş vaziyette kabileler arasında dolaşıyor, şairler
mersiyeler söyleyerek Araplar savaşâ teşvik ediyorlardı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Putperest Kureyşliler
Mekke dışındaki Arap kabilelerinin de katılmasıyla 3000 kişilik
bir askerî kuvvet hazırladılar. Bu kuvvette 700 zırhlı, 200 atlı süvari,
3000 deve vardı. Aralarında, başta Ebu Süfyan'ın karısı Hind olduğu
halde 14 tane de kadın vardı. Bedir'de babasını ve öteki yakınlarından
bazılarını kaybetmiş olan Hind'in kalbini iğrenç bir intikam
duygusu bürümüştü. Amcası Abbas (r.a) Hz. Muhammed (s.a.s)'i çok
severdi. Bu sebeple bir mektup yazarak Kureyş'in savaş hazırlıklarını
yeğenine bildirdi. Peygamberimiz (s.a.s) amcasından gelen mektubu
okuttu ve mektupta bildirilen haberi gizli tutarak keşifçiler gönderdi.
Keşifçilerin getirdiği haberler mektupta amcasının bildirdiklerine
aynen uyuyordu. Düşman büyük bir ordu hazırlamıştı ve Medine'ye
doğru ilerliyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bunun üzerine
Resulullah (s.a.s) bir savaş meclisi kurarak meseleyi ayrıntılı
olarak ashabıyla görüştü. Resulullah (s.a.s) düşmanı şehrin dışında
karşılamayıp şehri içerden savunmak görüşündeydi. Fakat özellikle
Bedir savaşına katılan gaziler hakkında nazil olan övücü
ayetlerin etkisinde kalan gençler, düşmanın dışarıda karşılanmasından
yana idiler. Düşmanla bir meydan savaşı yapmak istiyorlardı:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah (s.a.s)
ashabın isteklerini kırmayarak düşmanı karşılamak üzere kılıcını
kuşandı, zırhını giydi. Münafıkların reisi Abdullah b. Ubey b.
Selül şehrin içinde kalınarak savunma yapılmadığını bahane
ederek 300 kişilik kuvvetini geri çekti. Gayesi savaşmak değildi. Müslümanları
düşman karşısında güçsüz bırakmak istiyordu. Böylece Müslüman
ordusunun mevcudu 1000'den 700'e düşmüş bulunuyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm Ordusunun
Harp Alanına Hareketi</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Düşman, Medine'nin
yegane açık sahası olan kısımdan içeriye sızarak karargâhını
Uhud dağının Medine'ye bakan eteklerinde kurmuştu. Resulullah (s.a.s)
700 Müslümanla Cumartesi sabahı Uhud dağına ulaştı. Sırtını dağa
vererek karşıdaki çorak arazide yer tutan düşmana karşı saf tuttu.
Düşmanın düşüncesi Müslüman ordusunu mağlub ettikten sonra şehri
yağmalamaktı. Bunun için Medine'nin yakınında Uhud önleri savaş
sahası seçilmişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah (s.a.s)
Bedir'de olduğu gibi bu savaşta da İslâm ordusunu savaş düzenine göre
yerli yerine yerleştirdi, düşmanın sızabileceği, kuşatma
yapabileceği geçit ve gedikleri de okçularla korudu ve özellikle
ordunun sol tarafındaki dağın vadisini beklemek üzere Abdullah b. Cübeyr
kumandası altında elli kişilik, okçu birliğini bıraktı ve "Düşman
yense de, yenilse de kesinlikle yerlerinizden ayrılmayınız. "
diye tembihte bulundu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">11 Şevval 3 (27 Mart
625) Cumartesi günü savaş teke tek vuruşmalarla başladı; Hz. Ali,
Hz. Hamza ve öteki İslâm savaşçıları hasımlarını öldürdüler.
Sonra savaş kızıştı. Resulullah (s.a.s) almış olduğu askerî
tedbirler ve uygulamış olduğu planlar sayesinde ilk safhada Müslümanlar
galip geldiler.<br />
</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HZ. HAMZA'NIN
ŞEHİD EDİLMESİ:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah (s.a.s)'in
amcası Hz. Hamza kükremiş bir arslan gibi düşmana kılıç
sallayarak ilerliyor, hasımlarını kırıp geçiriyordu. Diğer Müslümanlar
da ellerinden gelen çâbayı gösteriyorlardı. Düşmanlar da olanca
gayretleriyle kılıca sarılmalarına rağmen bozguna uğramaktan
kendilerini kurtaramadılar. Tef çalarak askerlere moral veren düşman
kadınları bile korku içinde dağ yamacına tırmanmaya, kaçmaya başladı.
Bununla beraber henüz kesin netice alınmış değildi; düşmanın hızlı
bir şekilde takibi ve dönmeyeceği bir noktaya kadar kovalanması
gerekiyordu. Halbuki bu inceliği ve harp usulünün bu yönünü bir an
unutarak gaflete düşen ve dünyalığa meyleden Müslümanlar kılıçlarını
bırakıp ganimet toplamaya koyulmuşlardı. Ordunun gerisindeki vadiyi
bekleyen elli okçu da kumandanlarının ısrarlarına rağmen
Resulullah (s.a.s)'in kesin emrini unutarak "Kardeşlerimiz üstün
geldi, biz niye bekleyelim" diyerek yerlerinden ayrıldılar,
ganimet toplamaya giriştiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İşte bu sırada böyle
bir anı gözetlemekte olan 200 kişilik düşman süvari birliği
komutanı Halid b. Velid az sayıdaki İslâm okçusunun kaldığı geçidi
rahatça ele geçirerek İslâm ordusunu arkasından vurmaya başladı.
Bunu gören müşrikler geri döndüler ve yeniden hızlı bir saldırıya
giriştiler. Böylece Müslümanlar iki ateş arasında kaldılar, üstünlüğü
sağlamışken dünyalığa dalmaları ve Peygamber'in emrini çiğnemeleri
yüzünden zor durumlara düştüler. İşte bu safhada Hazma (r.a) Ebu
Süfyan'ın karısı Hind'in kölesi Vahşi tarafından mızrakla
vurularak şehid edildi. Resulullah (s.a.s)'in Hicretten evvel Medine'ye
tayüz ettiği ilk öğretmen Mus'ab b. Umeyr (r.a) de bu esnada şehid
düşenler arasındaydı. Mus'ab (r.a) sima itibariyle Resulullah'a
benzediğinden şehit düştüğünde, onu şehit eden kimse Resulullah
(s.a.s)'i öldürdüğünü haykırıyordu. Bu durum Müslümanların
daha da dağılmasına sebep oldu. Ancak kısa zaman sonra Resulullah (s.a.s)'in
sağ olduğu anlaşıldı. Uhud dağının hemen eteklerinde bulunan
Resulullah(s.a.s)'in çevresi büyük çarpışmalara sahne oldu. Müslümanlar
onun etrafında dönüyorlar gerektiğinde kollarını, bacaklarını
kalkan yerine kullanıyorlardı, Hz. Talha bu yolda kolunu kaybetmişti.
Sa'd b. Ebi Vakkas (r.a)'a ise Resulullah ok veriyor ve: "Anam
babam fedâ ol sun, at yâ Sa'd" diyor; oklarının isabet etmesi için
Allah'a dua ediyordu. Müşrikler Resulullah (s.a.s)'ı öldürmek için
hücum ettikçe Müslümanlar onun çevresinde giderek çoğalmışlar
ve çetin bir savunma hattı kurmuşlardı. Düşman bu hattı
yaramayacağını anlayınca geriye çekilmek durumunda kaldı ve böylece
savaş üçüncü safhada denk bir duruma geldi. Ebu Süfyan karşı dağa,
Resulullah (s.a.s)'da Uhud'a doğru tırmandı ve bugün hâlâ ziyaret
edilen mağarada dinlendi. Resulullah (s.a.s)'ın dişi kırılmış,
yanağı yarılmıştı. Kızı Fatma onu tedavi etti. Ebu Süfyan ile
Hz. Ömer'in karşılıklı konuşması da bu esnada cereyan etmişti.</b></span>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kureyşli müşrikler
bu savaşta o kadar vahşiyane şeyler yapmışlardı ki, belki tarihte
benzerine az rastlanırdı. Müslümanlar bu savaşta 70 şehid vermişlerdi.
Düşmanlar özellikle de müşrik kadınlar şehid Müslümanların
burunlarını ve kulaklarını kesiyorlardı. Ebu Süfyan'ın karısı
Hind ve öteki bazı müşrik kadınları Müslüman şehidlerin
organlarından yaptıkları gerdanlıkları boyunlarına takmışlardı.
Ayrıca Hind, Hz. Hamza'nın ciğerini çıkartarak ağzında çiğnemek
iğrençliğini gösterebilmişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Uhud'tan ayrılan Ebu
Süfyan bir süre sonra geri dönerek Medine'ye saldırmak ve başladıkları
işi tamamlamak isteğine kapılmıştı. Esasen böyle bir durumu,
Resulullah (s.a.s) tahmin etmiş, 70 şehid ve yaralıya rağmen savaşın
hemen ertesi Pazar günü düşmanı takibe karar vermişti. Resulullah
(s.a.s) 70 kişilik süvari birliği ile 8 km. Kadar müşrikleri
takibetti. Sonra konaklayarak üç gün bekledi. Geceleri ateş yaktırarak
düşmana savaştan yılmadıkları mesajını veriyordu. Müslüman
olmadığı halde Müslümanların dostlarından olan Huzaa kabilesinden
Mabed-i Huzâî, Resulullah (s.a.s)'i gördükten sonra Ebu Süfyan'a
giderek onun arkadaşlarıyla birlikte savaş için geldiklerini söylemiş,
Ebû Süfyan da yeni bir vuruşmayı göze alamayarak Mekke'ye gitmiş
ve Medine'ye saldırmaktan vazgeçmişti. Böylece Müslümanlar, bu
savaşta birinci safhada üstünlük sağlamışlar, gaflet ve
dikkatsizlik neticesinde ikinci safhada ilahî bir imtihana uğratılarak
mağlubiyet acısı kendilerine tattırılmış, fakat üçüncü
safhada durum denkleşmişken Resulullah (s.a.s)'in cesaretle takibi
neticesinde düşman korkutulmuş ve üstünlük tekrar Müslümanlara
geçmişti.<br />
</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><br />
SAVAŞTAN BAZI İLGİNÇ TABLOLAR:</b></span>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Enes b. Mâlik diyor
ki: Amcam Enes b. Nadr'ı Uhud meydanında öldürülmüş olarak bulduk;
üzerinde 80 kadar kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler işkence
yapmış olduklarından, kimse onu tanıyamadı, yalnız kız kardeşi
parmaklarından tanıdı. Biz şu ayetin amcam ve benzeri hakkında inmiş
olduğunu sanıyoruz: Müminlerden bir çok kimseler Allah'a vermiş
oldukları sözlerini yerine getirdiler" (el-Ahzâb, 33/23).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Hamza'nın kız
kardeşi, Müslümanların bozguna uğradığı haberini alınca
Medine'den savaş alanına gelmişti. Bunu farkeden Resulullah (s.a.s)
Hz. Zübeyr'e, Hamza'nın cesedinin parçalanmış vaziyette ona gösterilmemesini
tenbih etmişti. Bunu hisseden Safiyye, "Kardeşimin şehid olduğunu
biliyorum. Allah yolunda böyle fedakarlıklar her zaman gerekir"
demiş ve parça parça edilmiş kardeşinin cesedini görünce de,
Hepimiz Allah'ın mülküyüz ve O'na döneceğiz"demek suretiyle büyük
bir teslimiyet örneği gösterebilmiştir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ensar'dan bir kadın
da savaşta babasını, kardeşini ve kocasını kaybetmişti., Bunları
haber aldıkça hep Hz. Muhammed (s.a.s)'in sağ olup olmadığını
soruyordu. Onun sağ olduğunu öğrenince; "Sen sağ olduktan
sonra her felâket hiç gelir!" demişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm şehidleri
ikişer ikişer toprağa verildiler. Tablo göz yaşartıcı idi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Hamza (r.a)
kaftanı ile toprağa veriliyordu. Hz. Peygamber'in hicretten önce
Medinelilere İslâmî öğretmesi için tayin ettiği ilk öğretmen
Mus'ab b. Umeyr (r.a) toprağa verilirken üzerindeki elbise kısa gelmişti.
Göğüs tarafına örtülünce alt kısmı, alt kısmına örtülünce
de göğüs kısmı açıkta kalıyordu. Resulullah (s.a.s) örtünün
alt kısmına örtülmesini üst kısmına da izhir denilen kokulu
otlardan konulmasını emir buyurmuştu.<br />
</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><br />
RESULULLAH (S.A.S) UHUD ŞEHİDLERİ HAKKINDA ŞÖYLE
BUYURMUŞTUR:</b></span>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>"Uhud harbinde
kardeşleriniz şehit olunca Allah Teâlâ onların ruhlarını bir takım
yeşil kuşların içlerine koymuştur. Bunlar Cennet ırmaklarına
gelirler, içerler ve Cennet meyvelerinden yerler. Sonra bu kuşlar, arşın
gölgesinde asılı bulunan altın kandillere konup tünerler. Şehid
ruhları artık böyle mesut bir hayata erişince; bizim cennetteki bu
halimizi dünyadaki kardeşlerimize kim bildirir ki, onlar da bilsinler
de cihatdan çekinmesinler demişlerdi" (Tecrîd,186 vd; İbn Sa'd,
II; 148).
</b></span>
</div>
<br />
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih16.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih16.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-22938529453582619082013-05-24T00:12:00.002+03:002013-05-24T00:12:25.208+03:00KAYNUKAOĞULLARI VE MEDİNEDEN SÜRÜLMELERİ:<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">KAYNUKAOĞULLARI
VE MEDİNEDEN SÜRÜLMELERİ:</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kaynukaoğullari
Medine (Yesrib)de yaşamış bir Yahudi kabilesidir. Yahudiler (Eskiden
büyük Arap mabedinin yeri olan) Siondan Hristiyanlar tarafından
kovulduktan sonra, yeryüzünün çeşitli yerlerine az veya çok büyük
cemaatlar halinde dağılmışlardı. Ancak Arap yarımadasına ne zaman
geldikleri, cemaatlerinin burada ne zaman oluştuğu bilinmiyor. Ancak
İslam'ın yayılışından önce Arabistan'ın her tarafında Yahudiler
vardı. Ferdî ve pek az sayıda olduğu gibi sağlam cemaatler halinde,
Eyle (Akabe Körfezi)'den Yemen'in veya Uman'ın uçlarına kadar,
Medine'den Bahreyn'e kadar; Meknâ'da Vadiül-Kura'da, Teymâ'da,
Fedek'te, Tâif'te kısacası bütün şehirlerde, aynı şekilde panayırlarda
ve kervanlarda onlara rastlanır (Muhammed Hamîdullah, İslâm
Peygamberi Çev. Salih Tuğ I, 393, 394).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke'de hemen hemen
hiç Yahudi yoktu. Ancak onlar, bölgenin yıllık panayırlarında, özellikle
Ukaz'da bulunurlardı. Ukaz'da hem ticaret eşyası satarak, hem de
kendilerini gizli şeyleri bilen veya istikbâlden haber veren kâhin
olarak tanıtmak suretiyle iyi para kazanmasını bilirlerdi. Ehl-i
Kitab olarak, câhil bedevîler üzerinde özel bir prestij icra
ediyorlardı (M. Hamidullah, a.g.e., I, 394).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber
Medine'ye hicret ettiği zaman, halkın hemen hemen yarısı Yahudi idi.
Ancak Yahudilerin bu bölgeye gelişi hakkında açık bir bilgi yoktur.
İslâmiyet ortaya çıktığı sırada, büyük çapta Araplaşmış görünüyorlardı;
Arapça konuşuyorlar, çocuklarına Arap isimleri veriyorlar,
kabileleri bile Arap isimleriyle çağrılıyordu (M. Hamîdullah, a.g.e.,
I, 405).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Komşuları müşrik
Araplar gibi Yahudiler de kabile halinde yaşıyorlardı. Hz. Peygamber
(s.a.s) tarafından oluşturulan Medine İslâm devleti anayasasında
dokuz Yahudi kabilesinde söz ediliyor (Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde
Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969, s.31-40 vd.). Fakat tarihçiler
bunları üç grupta topluyor. Kaynuka oğulları işte bu üç
kabileden biridir. Diğerleri; Nadîr ve Kurayzaoğullarıdır (M. Hamîdullah,
a.g.e., I, 405).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kaynuka; kuyumcu
anlamına gelmektedir. Gerçekten de onlar İslâmiyet'in başlangıcında
bu mesleği yapıyorlardı. Ayrıca umûmî ticaretle de meşgul
oluyorlardı. "Sûk beni Kaynuka=Benî Kaynuka Çarşısı'nda hatıraları
kalmıştır (M. Hamidullah, a.g.e. I, 405).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlullah (s.a.s),
Medine'ye gelir gelmez yaptığı en önemli işlerin başında bir
anayasa hazırlamak gelir. Bu anayasada Yahudilerle olan karşılıklı
hak ve ödevler belirtilmiştir ki bunlardan biri, hariçten gelecek
saldırılara karşı bütün cemaatların Medine'yi savunmalarıdır (Salih
Tuğ, a.g.e., aynı yer).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bundan sonra
Peygamber (s.a.s), Yahudileri İslâm'a davet etmiş, kendisini bir
Allah elçisi, bir peygamber olarak Kur'an-ı tebliğ etmiştir. Bazıları
Müslüman olmuş bazıları çekinmiş, kimileri de İslâmiyet'le alay
etmişler, hatta Peygamber (s.a.s.)'e karşı harbedenlere aktif bir şekilde
yardım etmişlerdir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bedir savaşında Müslümanlarla
Yahudiler arasındaki münasebetler büsbütün bozuldu. Yahudiler hep
birden peygambere karşı düşmanca bir tavır takındılar. Böylece
İslâm için büyük bir tehlike arzetmeye başladılar.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlullah (s.a.s.),
bir seferinde Kaynuka oğulları yahudilerinin pazarına giderek onları
toplamış ve şu şekilde hitabetmiş:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ey Yahudi
cemaati! Kureyşlilerin başına gelen felâketin sizin başınıza da
gelmemesi için Allah'tan korkunuz ve İslâmiyeti kabul ediniz. Zira
biliyorsunuz ki ben gönderilmiş bir peygamberim. Siz bunu kitabınızda
buluyorsunuz ve sizi davet etmiştir." Yahudiler ona şu cevabı
vermişler: "Ya Muhammed! Sen ancak kendi kavmini tanıdın;
askerlik ve savaş sanatını bilmeyen bir kavimle karşılaşman seni
aldatmasın, tesâdüfen sen onları bozguna uğrattın. Vallahi şayet
biz seninle savaşırsak, yiğit olduğumuzu anlarsın" (İbn İshak,
Sîre, Neşr. M. Hamidullah, Konya 1401/1981, s.294; et-Taberi, Tarîhür-Rusül
vel-Mülûk, Neşr. Degoeje, III, 1360).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu konuşmalardan
sonra, Müslümanlarla Kaynuka oğulları arasındaki ilişkiler daha da
bozuldu ve nihayet bir Yahudinin, Müslüman bir kadına karşı çirkince
davranışı, bardağı taşıran son damla oldu. Kaynakların nakline göre
olay şöyle cereyan etmiştir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bir Arap kadını bazı
şeyler satmak üzere Kaynuka oğulları pazarına giderek eşyasını
satar sonra bir kuyumcu dükkanına oturur. Orada bulunan Yahudiler, kadından
yüzünü açmasını isterler. O buna yanaşmayınca kuyumcu, kadının
eteğini arkasından beline iliştirir, kadın ayağa kalkınca avret
mahalli görülür, onlar da buna gülüşürler. Kadın feryad etmeye
başlayınca Müslümanlardan biri kılıcını çekerek Yahudi
kuyumcunun üzerine atılıp onu öldürür. Yahudiler de toplanıp Müslümanı
şehid ederler. Şehid edilen müslümanın ailesi imdat ister. Bu durum
Müslümanları çok öfkelendirir (İbn Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviyye,
Nşr. M. es-Sekâ, İ. el-Ebyârî, A.Hafız Çelebi, Lübnan 1391/1971,
III, 51).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kaynuka oğulları,
Peygamber (s.a.s)'le savaştıkları zaman onların işlerini Abdullah
b. Übeyy b. Selûl üstlenmiş ve önlerine düşmüştü. Onların
Abdullah ile anlaşmaları olduğu gibi Hazrec oğullarından Ubâde İbn
esSâmit ile de ittifakları vardı. Ubâde, onların Hz. Peygamberle
olan antlaşmalarını bozduklarını duyunca Peygamber (s.a.s)'e
gelerek O'nun huzurunda, Kaynuka oğulları ile olan ittifakını
reddetti. Onlarla ittifaktan Allah'a ve Resûlüne sığındı ve;
"Ya Rasûlallah! Ben, Allah'ı, Resûlünü ve mü'minleri dost
biliyorum; bu kâfirlerle ittifak yapmaktan ve onlarla dostluktan
Allah'a ve Resûlüne sığınırım" dedi (İbn İshak, a.g.e.,
295).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mâide Sûresindeki kıssa,
Ubâde ve Abdullah b. Übeyy hakkında nazil oldu:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ey İman
edenler! Yahudilerle Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar ancak
birbirlerinin dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse o
da onlardandır. Allah zalimleri doğru yola eriştirmez" (el-Mâide,
5/51; İbn İshak, a.g.e., 295).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ubâde Kaynuka oğulları
ile olan ittifakını, muhtemelen bu âyetin nüzûlünden sonra bozmuştur.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kaynuka oğulları;
Rasûlüllah (s.a.s) ile aralarındaki antlaşmayı bozan, Bedirle Uhud
arasında O'nunla savaşan ilk Yahudilerdi. Rasûlullah (s.a.s.), onları
muhasara etti. Onbeş günlük bir kuşatmadan sonra Rasûlüllah'ın hükmüne
razı olarak savaşsız teslim oldular. Hz. Peygamber, erkeklerin
ellerinin bağlanmasını emretti. Fakat münafıkların başı Abdullah
b. Übeyy Hz. peygamber'e gelerek:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ey Muhammed! Müttefiklerime
iyilik et" dedi. Resûlullah ağırdan alınca İbn Selûl tekrar;
"İyilik et" dedi. Resûlullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi.
Bunun üzerine İbn Selûl, elini Hz. Peygamber'in zırhının yakasından
içeri soktu. Resûlullah kızarak: "Yazıklar olsun sana! Bırak
beni!" dedi. İbn Selûl: "Hayır vallahi dostlarıma iyilik
etmedikçe seni bırakmam. Onlar, beni altından ve mal-mülkten mahrum
ettiler sen ise bir sabah vakti onları biçiyorsun. Allah'a yemin
ederim ki ben, bir takımmusibetler gelmesinden korkuyorum" dedi.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s): "Onlar senindir" buyurdu
ve "Çözünüz onları, Allah onlarla birlikte ona da lanet etsin"
dedi. Serbest bırakılınca sürgün edilmelerini emir buyurdu (İbn İshak,
a.g.e. 295; Taberî, a.g.e. III, 1360 vd.).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah, Resûlüne ve
Müslümanlara onların mallarını ganimet olarak ihsan etti. Onların
arazileri yoktu, kuyumculukla uğraşıyorlardı. Resûlullah (s.a.s),
onların birçok silahlarını ve kuyumculuk aletlerini aldı. Onları,
tüm çoluk çocuklarıyla birlikte Medine'den çıkarmaya Ubâde İbn
es-Sâmit memur edilmişti. O da, onları Dibâb'a kadar götürdü (Taberî,
a.g.e., III, 1362).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kaynuka Yahudileri,
Ubâde İbn es-Sâmit'e, "Ey Velid'in babası! Evs ve Hazrecle aramızda
ittifak vardı. Biz senin müttefikin idik, sen bize ne diye böyle yaptın?"
dediler. Ubâde İbn es-Sâmit de onlara: "Siz harb açtınız"
dedi. Abdullah İbn Übeyy de; "Sen müttefiklerinden uzaklaştın
da bundan eline ne geçti?" dedi. Ubâde; "Hubâb'ın babası!
Kalbler değişti, İslâmiyet ahidleri yok etti" dedi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kaynuka oğulları Vâdiül-Kura'ya
gelip bir müddet kaldıktan sonra Azruat'a gidip orada yerleştiler (ibnü'l-Esir,
el-Kâmil, II, 66).</span></b>
</div>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih15.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih15.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-40533623785004884302013-05-24T00:11:00.003+03:002013-05-24T00:11:34.310+03:00BEDİR GAZVESİ<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy;">BEDİR
GAZVESİ</span></b></div>
<div align="center">
<b>İslâm
devletinin Medine'de kurulmasından sonra müslümanlarla müşrikler
arasında meydana gelen ilk savaş. Bu savaşa, yapıldığı
kasabanın adıyla anılarak, Bedir Gazvesi denilmiştir.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Bedir kasabası
Medine'nin 120 km. kadar güneybatısında ve Kızıl Deniz sahiline
20 km. uzaklıktadır. Bedir, Mekke'den gelip Medine'den geçerek
Suriye'ye kadar uzanan yol üzerinde olup, Mekke-Medine arasındaki
konak yerlerinden biri idi. Bedir halkı kasabalarına uğrayan
ticaret kervanlarına verdikleri hizmetler karşılığında elde
ettikleri kazançlarla geçinirlerdi. Ayrıca her yıl Zilkade ayında
burada kurulan bir panayır kasaba halkına önemli gelir sağlardı.
Bedir kasabasının İslâm savaş tarihinde önemli bir mevkii vardır.
Hz. Peygamber (s.a.s.) müşriklerle çarpışmak üzere buraya üç
defa gelmişti. Birincisine ilk Bedir Gazvesi adı verilir. Savaşa
henüz izin verilmediği dönemlerde Mekkeli müşrikler müslümanlara
saldırılarına devam ediyorlardı. Fakat hicretin altıncı ayından
sonra cihat izni verilince artık müslümanlar kendilerini ve İslâm
devletini koruma imkânı bulmuşlardı. Bir ara müşrikler o sırada
henüz müslüman olmamış olan Kürz b. Câbir'in kumandası altında
bir askerî birlik gönderip Medine'nin çevresine saldırtmışlardı.
Kürz ve yanındaki müşrikler Medine'nin güneyinde Cemmâ denilen
yere gelip müslümanların sürülerine saldırmış ve yağmalamışlardı.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.s.) Medine'de Zeyd b. Hârise'yi
devlet başkanlığına vekil tayin edip bir grup müslümanla
Sefevan vadisine kadar ilerledi. Kürz ve adamlarını takip eden
Hz.
Peygamber, müşriklerin izlerine rastlamayıp Medine'ye geri döndü.
Bu gazveye ilk Bedir Gazvesi adı verilir. Peygamber, hicretin
ikinci yılında Rabîü'l-evvel (623 Eylül) ay'ı başlarında bu
sefere çıkmıştı.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Müslümanların
her şeylerini Mekke'de bırakıp Medine'ye hicret etmeleri müşriklerin
İslâm'a ve müslümanlara olan kinlerini dindirmemişti. Hatta müslümanların
Medine'de devletlerini kurup yerleşmeleri Mekkeliler'e çok ağır
gelmişti. Müşrikler İslâm'ın bu başarısını hazmedemeyip
mutlaka durdurmak için yollar aramağa başladılar. Hicretten önce
Abdullah b. Übey b. Selül adındaki kabîle reisi Medine'de taç
giyip kral olmak üzere idi. Fakat akrabalarının ve destekçilerinin
büyük bir kısmı müslüman olup Hz. Peygamber (s.a.s.)'i şehirlerine
davet edince, artık burada bir Arap devleti değil İslâm devleti
kurulmuştu. Bunu bir türlü içine sindiremeyen Abdullah b. Übey,
etrafındaki bazı adamlarıyla birlikte İslâm'a girdiklerini söylemişlerse
de asla içten iman etmemiş, münafıklıklarını sürdürmüşlerdi.
Bunu fırsat bilen Mekkeli müşrikler eski dostları olan İbn Übey'e
bir mektup yazarak şöyle demişlerdi: "Siz bizimkileri barındırdınız.
Ya siz Muhammed'i öldürür veya yurdunuzdan çıkarırsınız;
yahut biz hepimiz toptan gelip üzerinize saldırır erkeklerinizi
öldürür kadınlarınızı esir alırız."</b>
</div>
<div align="center">
<b>Hz. Peygamber ve
arkadaşlarının Medine'ye gelmeleriyle krallığı engellenen
Abdullah b. Übey, etrafındaki münafıklarla İslâm'ı içten yıkmağa
çalışıyordu. Onun gayesi gayet açık idi. Krallık isteyen bir
adam İslâm devletinde ve Peygamber'in başkanlığında barınamazdı.
Münafıklar, dünya ve dünya çıkarlarının peşine takılmış
müşriklerle işbirliğiyaparak, İslâm'ın Medine'deki hâkimiyet
ve devletini yıkmağa çalışıyordu.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Müslümanlar, müşriklerle
münafıkların kurdukları bu işbirliğini haber aldılar.
Mekkelilerin gönderdiği bu mektup onların ve Medine'deki münafıkların
gayelerini gayet açık bir şekilde ortaya koyuyordu.</b>
</div>
<div align="center">
<b>O bakımdan, müslümanlar
çok dikkatli idiler. Bu düşmanlardan gelebilecek saldırıya hazırdılar.
Resulullah ilk tedbir olarak, Medine-i Münevvere çevresine küçük
müfrezeler gönderdi. Bu müfrezeler, Kureyş'in ticaret kervanına
engel oluyor ve Medine çevresindeki kabîlelerle barış anlaşmaları
yapıp, Medine-i Münevvere'nin güvenliğini sağlıyordu.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Hamza b. Abdülmuttalib,
Ubeyde b. Hâris ve Sa'ad İbn Ebi Vakkas (r. an.) gibi ileri gelen
sahabiler, bu müfrezelerin başında görev yapmışlardı. Bunlar
kan dökmemeğe dikkat ediyorlardı. Yalnız Abdullah b. Cahş
(r.a.) müfrezesi Bedir'den önce düşmanla çarpışan ilk İslâm
seriyyesidir. Bu hadisenin savaşılması haram aylardan Recep ayının
son gecesinde olması, müşriklerin dedikodusuna sebep oldu. Bu
olay üzerine, haram aylarda savaşmak hakkında aâyetler nazil
oldu. Bu ayetlerde, müslümanlara, cihat izninin verileceğine dair
müjdeler vardı. Ve hemen ardından da savaşa izin veren ayetler
geldi.</b>
</div>
<div align="center">
<b>"Kendileriyle
savaşılan (mü'min)lere izin verildi. Çünkü onlara zulmedilmiştir.
Ve Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeğe kadirdir. " (el-Hacc,
22/39).</b>
</div>
<div align="center">
<b>"Ey
inananlar, korunma tedbirleri alın; bölük bölük veya hep
birlikte savaşa gidin." (en-Nisâ, 4/71).</b>
</div>
<div align="center">
<b>"(Yeryüzünde)
hiçbir kötülük kalmayıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya
kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse muhakkak Allah, ne
yaptıklarını görmektedir. " (el-Enfâl, 8/39)</b>
</div>
<div align="center">
<b>Bu ayetler, müslümanları,
müşriklerden yıllarca gördükleri işkencelere karşı intikam
almaya teşvik ediyor; zalimlerden, Allah'ın hâkimiyetini gasba
yeltenmiş müstekbirlerden bu hâkimiyetin alınarak Allah'a iade
edilmesini ve hükmün Allah'a ait olduğunun onlara gösterilmesini
istiyordu. Bunun için de müslümanların gerekli tedbirler alarak
ve korunarak savaşmalarını istiyordu. Bu ayetlerdeki istek
elbette Cenâb-ı Hakk'a aitti. Eğer insanlara ve Resule ait olsaydı
zaten onlar yıllarca önce savaşmak ve zulme isyan etmek istemişlerdi.
Ancak, zulme isyan Allah'ın ölçülerine ve rızasına uygun yapılmalı
ve bir zulüm kaldırılırken yerine başka bir zulüm ikame
edilmemeliydi. İşte Medine'deki İslâm toplumu bunu anlıyordu. Müslümanlar
işte bunun için müşriklerle savaşmayı göze almışlardı.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Mekkeli müşrikler
defalarca müslümanları tehdit edip, onlara Medine-i Münevvere
yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikleri eliyle
zararlar veriyorlardı. Son zamanlarda Ebû Süfyân'ın da ortaklığıyla
oluşturulan bir kervan Suriye'den mallar getirecek ve bununla müslümanlara
son ve kesin darbe indirilecekti. Bunu haber alan Resulullah
(s.a.s.), durumu ashabıyla istişare etti. Bu kervanın Mekke'ye
ulaşmasına engel olunması kararı alındı. Bu kararın
uygulanması aşamasına gelindiğinde Ebu Süfyan durumdan haberdar
oldu ve Damdam b. Amr el-Gifârî'yi Mekke'ye göndererek Kureyş'ten
yardım istedi.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Ebu Cehil bu fırsatı
kaçırmak istemediğinden Kâbe'ye koştu. Müşrikleri müslümanlara
karşı savaşa teşvik etti. Tellâllar çıkararak Mekke sokaklarında
bağırttı. Eli silâh tutan herkes bu müşrik ve putperest orduya
katıldı. Hatta Resulullah'ın müşrik olan amcası Ebu Leheb,
kendisi gidemeyecek kadar hasta olduğu için yerine ücretle bir
kiralık asker gönderdi.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Resulullah
hicretin ikinci yılı Ramazan ayının sekizinci günü Abdullah İbn
Ümmü Mektum'u Medine'de kalan yaşlı ve hastalara namaz kıldırmak
üzere görevlendirdi. Yahudilerin karışıklık çıkarmasından
şüphelendikleri için Ebu Lübabe'yi de Medine'de yönetimin başında
vekil bıraktı.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Müslüman
ordusunun sayısı üçyüzbeş kişi idi. Bunların seksenüçü
Muhacirlerden, altmışbiri Evs'den, geri kalanları da Hazrec
kabilesinden idiler. Muhacirlerden yalnızca Osman b. Affân (r.a.),
hanımı Resulullah'ın kızı Rukiye ağır hasta olduğu için
Medine'de kalmıştı. Kendisi de ayrıca rahatsızdı.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Müslümanların
yalnız üç atları ve yetmiş develeri vardı. Bineklerine sırayla
binmek zorundaydılar. Zefiran denilen yere geldiklerinde, Mekkeli müşriklerin
büyük bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduklarını öğrendiler.
Biraz duraklayıp tereddüt ettiler. Çünkü onların büyük hazırlıklarla
gelen Mekke ordusuna karşı koyacak kadar askerleri yoktu. Buna hazırlıklı
da değillerdi. Resulullah ashabıyla yeniden istişare etti. Kervanın
peşine mi düşülmeliydi; yoksa müşrik ordusuna karşı mı
durulmalıydı. Allah Resulu ve Muhâcirler ordunun karşısına çıkılması
taraftarıydılar. Ensâr ise, Akabe beyatında verdikleri sözle
Medine' de Rasûlullah'ı koruyacaklardı. Şimdi ise Medine dışında
idiler. Rasûlullah (s.a.s.) onlara reylerini sordu. Ensardan Sa'd
b. Muaz şöyle dedi:</b>
</div>
<div align="center">
<b>"Ya
Resulullah, biz sana inandık. Allah tarafından getirdiklerinin hak
olduğunu tasdik ettik. Artık siz ne dilerseniz emrediniz. Seni gönderen
Allah hakkı için artık denize girersen, seninle beraber biz de
gireriz. Hiç birimiz geri kalmayız. Biz düşmana karşı
durmaktan çekinmeyiz. Muharebeden geri dönmeyiz. Sabrederiz ve
sadakatten ayrılmayız. Bizden memnun kalacağın işler nasip
etmesini Allah' tan dilerim. Hemen Allah'ın bereketini dileyerek
istediğiniz tarafa yürüyünüz."</b>
</div>
<div align="center">
<b>Resulullah (s.a.s.), ashabının bu birlik ve beraberliğine çok sevindi.
Allah'a hamd ile, müşriklerle karşılaşmak üzere Bedir kuyuları
mevkiine doğru yola koyuldu.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Ebu Süfyan, müslümanların
Bedir'e gelmekte olduğunu öğrenince kervanın yönünü değiştirdi.
Deniz tarafından Mekke'ye yollandı. Müslümanlar Bedir'e gelince,
kervan çoktan uzaklaşmıştı.</b>
</div>
<div align="center">
<b>İslâm ordusu,
kumluk bir araziye konakladı. Müşrikler ise Bedir kuyularını
tutmuşlardı. Gece yağan yağmur, hem araziyi pekiştirdi, hem de
müslümanların su ihtiyacını giderdi. Bu Allah Teâlâ'nın
onlara bir yardımıydı.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Daha sonra,
buraları çok iyi tanıyan Habbâb b. Munzir'in teklifiyle ordunun
karargâhı değiştirilip Bedir köyünün en sonundaki kuyunun
yararına geçildi. Resulullah (s.a.s.) elini kana bulamak istemediğinden
kendisine ordunun gerisinde bir çadır kuruldu. Çadırının kapısında
Sad b. Muaz nöbet tutuyordu.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Mekkeli müşrikler
zırhlar içinde idi. Sayıları bin kişiye yakındı. Bunun yüz
kadarı süvari yedi yüzü develi ve geri kalanı piyade idi. Bu
sayı İslâm ordusunun üç katı idi.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Ordular ibret alınacak
bir dağılım sergiliyordu. Tarih hiç bir zaman bu derece anlamlı
bir savaşa tanık olmamıştı. Bir tarafta Müminlerin dostu Ebu
Bekr (r.a.), diğer tarafta müşrik saflarında yer alan oğlu
Abdurrahman; bir tarafta müşrik ordusu komutanı, Utbe b. Rabia,
karşısında oğlu Huzeyfe bulunuyordu. Resulullah'ın amcası
Abbas ile Hazreti Zeyneb'in eşi ve Resulullah'ın damadı Ebu'l As,
müşriklerin arasındaydı. Akîl ise kardeşi Hz. Ali'ye karşı müşrik
ordusunda yer almaktaydı.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Bu sırada Ebû Süfyan'ın
kervanının Mekke'ye ulaştığı haberi geldi. Ebu Süfyan müşriklere
bir haber göndererek, "Siz kervanınızı korumak için
harekete geçtiniz. Artık savaşmadan geri dönünüz" dedi.
Ancak geri dönmek için arzulu olanlar olduysa da savaşma kararı
alanlar çoğunluktaydı. Ebû Cehil, "Müslümanları öldürmeye
bile lüzum yoktur. Ellerini bağlayıp onları tekrar Mekke'ye götüreceğiz
ve böylece İslâm da bitecek" diyordu.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Bu ordu, İslâm'ın
tek ordusuydu. Eğer bu ordu ezilecek ve silinecek olursa Allah'ın
hükmünü hâkim kılacak bir başka topluluk kalmayacaktı. Hz.
Peygamber (s.a.s.): "Allah'ın, vadettiğin yardımını bugün
lutfet. Ya Rab, bu bir avuç mücahid yok olursa, bir muvahhidler bu
gün telef olursa, yeryüzünde sana ibadet eden kalmayacak!"
diye dua ve niyazlarına devam etti. Bu sırada da şu mealdeki
vahiy gelmişti:</b>
</div>
<div align="center">
<b>"Bütün bu
toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp
kaçacaklardır. " (el-Kalem, 68/45).</b>
</div>
<div align="center">
<b>Resulullah (s.a.s.) kan dökülmesini istemediğinden Ömer b. el-Hattab'ı elçi
olarak müşriklere gönderdi. Onlar savaş konusunda kararlı
olduklarından Resulullah'ın bu şerefli elçisinin tekliflerini
dinlemediler. Kur'an bir başka ayetiyle müminleri desteklemekte ve
Mekkeli müşriklerin cezalandırılmasını talep etmektedir:</b>
</div>
<div align="center">
<b>"Onlar, (insanları, Rasülü ve mü'minleri) Mescid-i Haram'dan geri çevirdikleri
ve onun velisi, bakıcısı ve koruyucusu olmadıkları halde Allah
onlara neden azap etmesin? Onun velileri sadece muttakîlerdir.
Fakat çokları bunu bilmez. " (el-Enfal, 8/34).</b>
</div>
<div align="center">
<b>Bu harpten
itibaren, Kur'an-ı Kerîm'de, girişilen bütün savaşlarda müslümanların
yanıbaşında çok sayıda meleğin savaşa katıldığından
bahsedilir. Ancak Bedir savaşı ötekilerden bir farklılık gösterir.</b>
</div>
<div align="center">
<b>"O zaman sen
müminlere.' Rabbinizin size indirilmiş üç bin meleği ile yardım
etmesi, size yetmez mi?' diyordun , "Evet, sabreder, (Allah'
dan) korkarsanız, onlar hemen şu dakikada üzerinize gelseler,
Rabbiniz, size nişanlı beş bin melek ile yardım eder",
Allah, bunu size sırf müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye
yaptı.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Yardım, daima
galip ve hikmet sahibi Allah katındadır. " (Âli İmrân,
3/124-126).</b>
</div>
<div align="center">
<b>17 Ramazan (13
Mart 624) Cuma günü sabahleyin her iki ordu Bedir kuyularına doğru
ilerledi. Müslümanlar bu kuyuların başına kâfirlerden önce
ulaşmışlardı. Müşriklerin tarafındaki kuyular tamamen kapatılıp
tutulduysa da Hz. Peygamber (s.a.s.) düşmanın kendi tarafındaki
bir kuyudan su almalarına müsaade etmiştir. Cahiliye adetlerine göre
savaşı iyice kızıştırıp heyecan doğurmak için gruplar öne
adam çıkararak birbirlerine meydan okurlardı. Müşrikler tarafından
Esved adındaki şahıs ortaya çıkıp er istemiş, buna karşı Hz.
Hamza çıkarak onu derhal öldürüvermişti. Bunun üzerine Kureyş'in
ileri gelenlerinden Utbe b. Rabîa, kardeşi Şeybe ve oğlu Velid
ortaya atıldılar. Bunların karşısına Medineli gençlerden üç
kişi çıkınca, kim olduklarını sormuş ve onlara: "Siz
bizim dengimiz ve muhatabımız değilsiniz, bizim kavmimiz ve
kabilemizden adamlar çıksın" demişlerdi.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Kureyş kâfirlerinin
bu istekleri üzerine Hz. Hamza, Hz. Ali ve Ubeyde b. Hâris çıktılar.
Hz. Hamza ile Hz. Ali hasımlarını derhal öldürdüler. Ubeyde
ise hasmını yaralamış kendisi de yaralanmıştı. Onun yardımına
koşan Hz. Hamza ve Hz. Ali (r.a.) derhal Utbe'yi öldürüp yaralı
arkadaşlarını müslümanların karargâhına taşımışlardı.
Bu mubarezelerin sonunda taraflar birbirlerine saldırıya geçtiler.
İkindiye doğru müslümanlar tarihin kaydettiği büyük
zaferlerden birini gerçekleştirmişlerdi. Savaş sona ermişti. Müslümanların,
İslâm'ın ve özellikle Hz. Peygamber'in en büyük düşmanı Ebu
Cehil başta olmak üzere müşriklerin ileri gelenlerinden çok
kimse hayatını kaybetmişti. Müşriklerden tam yetmiş kişi öldürülmüştü.
Müslümanlar ise on dört şehid vermişlerdi. Hz. Peygamber
(s.a.s.) namazlarını kıldırdıktan sonra Allah yolunda canlarını
veren bu ilk şehitleri toprağa verdi. Müslümanlar Kureyş'in ölülerini
de yerde bırakmayıp açtıkları bir çukura gömdüler.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Mekkeli müşriklerden
bir miktar esir alındı. Ama henüz Cenâb-ı Allah esirler hakkında
hükmünü bildirmemişti. Peygamberimiz bu esirlerle ilgili olarak
ashabıyla istişarede bulundu. Ashabtan bazıları bunların derhal
öldürülmesini teklif ederken, en yakın müslüman akrabalarının
bunu infaz etmelerini tavsiye etmişlerdi. Buna karşılık başta
Hz. Ebu Bekir olmak üzere bazı sahabeler de bu esirlerin fidye karşılığında
serbest bırakılmalarını teklif ettiler. Rasûlullah bu ikinci
teklifi uygun buldu. Fidye ödeyemeyenlerden okuma yazma bilenlerin
müslümanların çocuklarından onar kişiye okuma-yazma öğretmeleri
istendi. Esirler müslümanlar arasında dağıtıldı.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Hz. Peygamber
onlara iyi muamele edilmesini istedi. Esirlerden elbisesiz kalmış
olanlara giyecekler verildi. Bu esirler müslümanlarla birlikte ve
onlarla eşit şartlar altında yemeğe oturuyorlardı. Esir alınanlardan
sadece ikisi idama mahkûm edilmiştir. Çünkü bunlar Mekke'de
inananlara yapmış oldukları zulümden dolayı idamı haketmişlerdi.
Rasûlullah'ın, bu ilk askerî karşılaşmada gösterdiği bu insânî
tutum ve davranış daha sonraki olaylarda da değişmemiştir.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Mekke müşriklerinin
ileri gelenleri ve başkanları, Bedir'de öldürülmüştü. Ebû Süfyan
ise büyük ticaret kervanının başında olduğu halde kaçıp
kurtulmuş ve bundan böyle Mekke' nin başkanı olmuştu. Oğlu,
kayınpederi ve kayınbiraderi Bedir savaşında öldürülen Ebu Süfyan,
bunların intikamını alıncaya kadar hanımına yaklaşmayacağına,
saç ve sakalını kestirmeyeceğine yemin etti. Bunun yanında karısı
Hind de kendi akrabalarını öldürenleri bulup onların ciğerlerini
yiyeceğine and içmişti.</b>
</div>
<div align="center">
<b>Bedir zaferi,
siyasi-dini yapıdaki İslâm devlet ve camiasının daha da sağlam
temeller üzerine oturmasını sağladı. Hz. Muhammed (s.a.s.)
Bedir' de savaş başlayacağı sırada, secdeye kapanıp Allah'a yönelerek
O'na, yardımını esirgememesi için dua ettiğinde o günkü
durumu en güzel bir şekilde dile getiriyordu:</b>
</div>
<div align="center">
<b>"Ey Allah'ım!
Şayet şu küçücük ordu eriyip giderse sana (yeryüzünde) artık
ibadet edecek kimse kalmayacaktır... "</b></div>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih14.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih14.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-86670743682183836972013-05-24T00:11:00.000+03:002013-05-24T00:11:11.112+03:00MEDİNE DÖNEMİ<table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td width="100%"><div align="center">
<span style="font-size: xx-small;"><span style="color: navy;"><b><span style="font-family: Verdana;">MEDİNE
DÖNEMİ</span></b><br />
</span><span style="font-family: Verdana;"><b><br />
İnsanlığın, cehaletin, şirkin ve putperestliğin karanlığından
ilâhi gerçeklerin aydınlığına kavuşup, ebedî kurtuluşa
erebilmesi için gönderilen son din olan İslâm'ın örnek bir
topluluk tarafından nasıl yaşanacağının ortaya konduğu ve
insanı insana köle olmaktan kurtaran, bunu bütün insanlığı
kucaklayacak şekilde hakim kılmanın bir vasıtası olan İslâm'ın
devlet sisteminin kurulduğu Medine'ye hicretle başlayıp,
Resulullah (s.a.s)'in ölümüne dek süren on senelik tebliğ ve
cihat dönemi.</b></span></span></div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İslâm,
Resulullah (s.a.s)'in yirmi üç yıllık bir tevhid mücadelesi
sonucunda tamamlanmış, kemale ermiştir. Bu tebliğin, ilk ayetin
vahyoluşundan Resulullah'ın Medine'ye hicretine kadar olan on üç
senelik bölümü Mekke Dönemi* olarak adlandırılır. Mekke Dönemi,
müslümanların takibata uğradığı, her türlü eziyet ve işkencenin
onlara acımasızca reva görüldüğü bir dönemdir. Allah Teâlâ,
mustaz'aflardan oluşan bu ilk inananlar topluluğunu insan tahammülünün
ötesinde zorluklarla imtihan ediyor, kurulacak İslâm devletinin
sarsılmaz temel taşları olmaları için ruhî bir hazırlık
safhasından geçiriyordu. Bu insanlar aynı zamanda kıyamete kadar
gelecek müslüman nesillere, tağutların yıldırma ve her türlü
işkencelerine karşı nasıl tahammül etmeleri gerektiğinin örneklerini
veriyorlardı.</b></span>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekkeli müşrikler,
inananları susturmak için bütün yolları denemiş, ancak uyguladıkları
zalimce yöntemler neticesinde, iman edenlerin dinlerinden vazgeçeceklerini
umdukları halde, onların imanlarında daha da sağlamlaştıklarını
ve kendilerine karşı koymada dirençlerinden hiç bir şey
kaybetmediklerini görmüşlerdi. Bu, onların tamamen sertleşmelerine
ve müslümanların Mekke'de yaşamalarını imkânsız kılacak
kararlar almalarına sebep olmuştu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bir zaman sonra
boykot edilen ve görüldükleri her yerde saldırıya uğrayan müslümanlar
için Mekke'de barınma imkânları tamamen ortadan kalkmıştı. Bu
insanlar, sırf rabbimiz Allah'tır dedikleri ve onların taptıkları
saçma ilâhlarına tapınmayı reddettikleri için bütün bu zulümlere
muhatap oluyorlardı. Peygambere tabi olan ve müslümanca yaşamak
için her şeyini feda etmeye hazır bu insanlar imanlarından dolayı
zulüm görmeyeceklerini bildikleri Habeşistan gibi uzak ve yabancı
bir diyara hicret etmek zorunda kalmışlardı. Ancak bu hicret
Mekke'de dayanılmaz baskılardan bunalan Müslümanların bir an
olsun rahatlayabilmeleri için, geçici bir çözüm olarak düşünülmüştür.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu arada
kendisine iman etmediği halde Resulullah (s.a.s)'i müşrik
zorbaların bütün saldırılarına karşı korumayı, her türlü
zorlama ve tehditlere rağmen sürdüren amcası Ebu Talib vefat
edince onun yerine Haşimoğullarının başına İslâm'a karşı
en acımasız kimselerden biri olan Ebu Leheb geçmişti. Artık
Resulullah için Mekke yaşanmaz bir hale gelmişti. O, Mekke'de ilâhî
merhamete karşı, kalpleri mühürlenmiş müşriklerin her gün değişik
türde saldırılarına maruz kalıyordu. Bunun üzerine o,
kendisinin tebliğine kulak verebilecek başka topluluklara yönelmek
zaruretini hissetmişti. Bunun için ilk önce Taif'e gitmiş, ancak
orada kimseye birşey dinletemediği gibi, taşa tutulmuştu. O,
Mekke'den ayrıldığı zaman Ebu Leheb onu "toplum dışı"
ilân ederek tekrar Mekke'ye dönmesini de engellemek istemişti. Bu
durumda birilerinin ona eman hakkı tanıması gerekiyordu ki,
Mekke'ye girebilsin. Kendisini himayesi altına almak için müracat
ettiği üçüncü kimse olan Mut'im İbn Adiyy bu isteğini kabul
etmiş ve tekrar Mekke'ye geri dönebilmişti. Tevhidî gerçekleri
tebliğ görevine başlamasından sonra çektiği onca ızdırablara
ve her geçen gün sistematik bir şekilde zorlaşan güçlüklere
ve kavminin azgınlıklarına rağmen o, Allah'ın kelimesini yüceltmek
için yılmadan ve hiç bir tehlikeden korkmadan sarsılmaz bir
kararlılıkla mücadelesini sürdürmüştür.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), tevhid akidesini insanlara tebliğ etmede; Mekke panayırlarına
ticaret ve cahilî âdetler üzere haccetmek için gelen yabancıları
hedef almaya yöneldi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Onlara Allah Tealâ'nın
kendisine vadettiği gerçekleri bildirerek, kendisine sahip çıkmalarını
istiyordu. Resulullah onlara şöyle diyordu: "Beni himayeniz
altına alın ve benim sözlerimi dinleyin; görürsünüz ki, İran
ve Bizans İmparatorluklarının sahip ve efendileri sizler
olursunuz". Ancak o, girdiği onbeş çadırdan da red cevabı
alarak kovulmuştu. Neticede Allah Tealâ'nın takdir ettiği ve
hidayetine lâyık gördüğü bir grubu Akabe mevkiinde İslâm'a
davet ettiğinde, onlar hiç tereddüt göstermeden iman etmişlerdi.
Altı kişilik bu küçük topluluk, Medine'de sürekli mücadele
halinde olan iki rakip kabileden Hazrec kabilesine mensup
kimselerden oluşuyordu. Bu altı kişi memleketlerine döndüklerinde,
büyük bir heyecanla iman ettikleri yeni tevhidî dinlerini diğer
insanlara anlatmaya koyulmuşlardır. Bir sonraki yıl yine Akabe
mevkiinde Resulullahla buluşan on iki Medineli'den onu Hazrecli ve
ikisi de Evs kabilesindendi. İşte bu buluşmadadır ki, Medine döneminin
temellerini oluşturan ve tarihe birinci Akabe bey'atı olarak geçen
bey'at gerçekleşmişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), onlara dinin bir takım temel prensiplerini bildirmiş ve
bunlara uymaları konusunda onlardan kesin söz almıştı.
Resulullah (s.a.s), İslâm'ı öğretmek için Mus'ab b. Umeyr'i
onlara hoca tayin ederek Medine'ye göndermişti. Bir yıl sonra
Mus'ab, Resulullah'a sunduğu raporunda Medine'de İslâm'ın konuşulmadığı
bir evin kalmadığını bildiriyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Birinci Akabe
Bey'atin'den bir yıl sonra, yine aynı mevkide bu sefer, ikisi kadın
yetmiş üç kişiden oluşan Medineli müslümanlarla buluşmuş ve
İkinci Akabe Bey'ati olarak adlandırılan bey'at gerçekleştirilmişti.
Bu bey'atla Resulullah Medinelilere, Medine'ye hicret etmek istediğini
bildirmiş ve kendisini bütün düşmanlarına karşı koruyacaklarına
ve emrinden ayrılmayacaklarına dair kesin söz vermelerini istemişti.
Medineli müslümanlar, Resulullah (s.a.s)'i savaşta ve barışta,
her türlü tehlike ve tehditlere karşı koruyacaklarına dair söz
vermişlerdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), Medine'de oluşan İslâm cemaatini teşkilatlandırmak
maksadıyla her sop için bir başkan seçmiş ve bunların hepsine
birden, Es'ad İbn Zürâre'yi başkan tayin etmişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu bey'attan
sonra Resulullah (s.a.s)'a Medine'ye hicret emri verildi (Buharî,
Menâkibul-Ensar, 45). Bunun üzerine Mekke'de bulunan müslümanlar
küçük gruplar halinde Medine'ye gitmeye başladı. Kısa zaman
sonra Mekke'de, yakınları tarafından engellenen kimseler ve
Resulullah (s.a.s), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali'den başka kimse kalmamıştı.
İslam'ın bu şekilde Mekke dışına taşması, Mekke şehir
devletini idare edenleri tedirgin etmişti. Çünkü onlar,
Resulullah (s.a.s)'ın Medine'de meydana getireceği gücün ileride
kendi müşrik yönetimlerine son verecek bir duruma gelmesinden
korkuyorlardı. Zaten Hicret, Müslümanlar için bir kaçış değildir.
Zira onlar Allah'tan başka korkulacak bir gücün varlığına
inanmıyorlardı. Onlar, Allah ve Resulünün emrettiklerine uyarak
dinleri uğruna her şeylerini feda etmişlerdi. Bu hicret, Allah Teâlâ'nın
tesbit etmiş olduğu bir hareket stratejisinin uygulanmaya konmasından
başka bir şey değildir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Tehlikenin
boyutlarını kavrayan Mekke müşrikleri, önemli kararlarını
almak için toplandıkları bir meclis olan Darü'n-Nedve'de bir
araya gelerek Resulullah'ı öldürme kararı almışlardı. Ancak
onlar, Allah Tealâ'nın Resulünü korumakta olduğundan
habersizdiler. Onların kurduğu komplo hiç bir işe yaramamış,
Resulullah (s.a.s), Hz. Ebu Bekir (r.a) ile yaptığı tehlikeli bir
yolculuktan sonra Medine'ye ulaşmıştı. O, ilk önce Medine'nin
girişinde Kuba köyünde konaklamış ve burada bir mescit inşa
etmişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kuba'da birkaç gün
dinlendikten sonra Medine'ye hareket eden Resulullah (s.a.s)'i
Medineli müslümanlar büyük bir coşku içerisinde karşılamış
ve herkes, onu evinde konaklama şerefine nail olmak için yarışa
girmişlerdi. O, başını boş bıraktığı devesinin çöktüğü
boş arsaya en yakın olan Ebu Eyyub el-Ensarî'nin evine yerleşmişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resülullah
(s.a.s)'in Kübaya ulaşmasıyla İslâm vahyinin Mekke dönemi
olarak adlandırılan ve kendine has bir özelliği olan dönemi
kapanıyor ve İslâm'ı insanlara ulaştırıp, onların müşrik
zorbaların tahakkümünden ve şirkin karanlığından kurtarmak için
kuvvetin teşkilatlandırılıp, devlet şekline sokulmasıyla
birlikte Resulullah (s.a.s)'in vefatına kadar on sene sürecek olan
yeni bir dönem başlıyordu.<br />
<br />
İLK YAPILAN MESCİD:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s)'in ilk işi devesinin çöktüğü arsayı sahiplerinden satın
alarak buraya bir mescit inşa etmek olmuştur. Mescid-i Nebî adı
ile anılan bu mekânın İslâm devletinin oluşumu ve yönetilmesinde
gördüğü fonksiyon oldukça büyüktür.<br />
</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MESCİDU'N-NEBEVİ:</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s)'ın Medine'ye hicretinden hemen sonra ashabıyla birlikte
bina ettiği mescit. Bu mescit, Mescid-i Resul, Mescid-i Şerîf,
Mescid-i Saadet ve Mescid-i Nebevî adlarıyla da anılmaktadır.
Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra yeryüzündeki mescitlerin
en faziletlisidir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), Hicret yolculuğunda kısa bir müddet Medine'nin dışında
bulunan Kuba köyünde kalmıştı. Bu esnada Kuba mescidi adıyla
bilenen mescidi inşa ettirmişti. Buradan yola çıkıp, Medine'ye
girdiği zaman, Resulullah (s.a.s), misafir edip ağırlama şerefine
nail olabilmek için herkes birbiriyleyarışa girmişti. Kendisini
davet edenlere Resulullah (s.a.s); "Bırakın deve serbestçe yürüsün.
O bizi Allahın razı olacağı bir yere kadar götürecektir"
diyordu. Deve bir süre yürüdükten sonra, iki yetim kardeşe ait
boş bir arsaya çöktü. Buraya evi en yakın olan Ebu Eyyub el-Ensarî,
Resulullah (s.a.s)'ın eşyalarını alıp sevinçli bir halde evine
taşıdı (bk. Hicret mad.).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s)'ın devesinin çöktüğü bu arsa sahipleri olan Neccaroğullarından
Sehl ve Suheyl hibe etmek için ısrar ettilerse de Resulullah
(s.a.s) bunu kabul etmedi ve on dinar gibi sembolik bir meblağ karşılığında
burayı satın aldı. Bu bedeli Hz. Ebu Bekir (r.a) ödedi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İbn Sa'd,
Resulullah'ın Medine'ye hicretinden önce Esad ibn Zurare'nin
arkadaşlarıyla burada namaz kıldığını, ayrıca cuma namazlarını
da burada kıldırdığını nakletmektedir. Etrafı çevrili olan
bu arsanın hemen bitişiğinde, cahiliye insanlarının gömülü
bulunduğu bir mezarlık vardı. Resulullah bu mezarlığın kaldırılmasını
istedi. Böylece mescidin inşa edileceği arsa genişletilmiş
oldu. Ayrıca burada bulunan su birikintisi de yok edildi (Nesaî,
Mesâcid, 12; İbn Sa'd Tabakatül-Kübrâ, Beyrut, t.y, I, 239).</b></span>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu arsa üzerinde
hemen bir mescit bina edilmeye başlandı. Ensar, Muhacir ve diğer
gönüllü kimselerin de katıldığı kalabalık bir işçi-usta
topluluğu tarafından yürütülen çalışmalar sonunda mescit, kısa
sürede bina edildi. Resulullah (s.a.s) çalışmaları idare edip,
mescidin kıble tarafındaki temellerinin atılması ve diğer
planlamaları yapmakla yetinmeyip, çalışmalara bir işçi gibi taş,
kerpiç taşıyarak katılmıştır. O, bu çalışmalar esnasında
şu beyitleri söylüyordu: "Allahım! Ahiret hayatından başka
hayat yoktur. Ensara ve muhacirûna mağfiret et" (İbn Sa'd
a.g.e., I, 239-240).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Temeller toprak
seviyesine kadar taş, zeminden yukarısı ise kerpiç kullanılarak
bina edildi. Temel yaklaşık olarak bir buçuk metre derinliğinde
açılmıştı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Eni-boyu yüzer zıra
(bir zıra =kırkbeş santim) olmak üzere, kare şeklinde inşa
edilen mescidin mihrabı Beytu'l-Makdis yönüne denk düşecek şekilde
kuzey duvarında işaretlenmişti. Üç tane kapıdan biri güney
tarafındaki arka duvarda, ikincisi batı tarafındaki duvarda,
üçüncüsü ise Resulullah (s.a.s)'in hücrelerinin bulunduğu doğu
tarafında idi. Bu kapıya Cibril kapısı denirdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), ilk önceleri bir hurma kütüğü üzerine çıkarak hutbe
okurdu. Bir zaman sonra bizzat Resulullah (s.a.s)'ın isteği veya
ashabın, cemaatın kalabalıklaştığını ve arkadakilerin hutbe
okurken onu göremediklerini bildirmeleri üzerine, bir kaç
basamaklı bir minber yapılarak, mescite yerleştirildi (Buhârî,
Cuma, 26; İbn Sa'd, a.g.e., I, 250-251).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hicretten on altı
ay sonra Kıblenin yönü Beytullah tarafına çevrildiği zaman, güneydeki
kapı kapatılarak, burası mihrab yapıldı, Kuzeydeki duvarda da
bir kapı açıldı. Mescitte namaz kılınan yerin üzeri açıktı.
Ancak mescitin ortasında, hurma ağacından yapılan direkler üzerinde,
hurma, dal ve yapraklarından bir gölgelik yapılmıştı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mescitin doğu
tarafında duvara bitişik olarak Resulullah (s.a.s)'in hanımları
Hz. Âişe (r.anh) ve Hz. Sevde (r.anh) için, iki oda inşa edilmişti.
Ayrıca yine mescite bitişik olarak, gündüzleri bir eğitim-öğretim
yeri, geceleri ise, evsiz kimseler ve misafirlerin barınması için
"Suffa" denilen üzeri kapalı bir bölüm eklenmişti.
Resulullah (s.a.s)'e ait odalara, zamanla yedi oda daha eklenerek
oda sayısı dokuza çıkmıştır. Bunların hepsi kerpiçten idi (İbn
Sa'd, a.g.e., I, 499).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Medine'de inşa
edilen bu mescit aynı zamanda, kurulan İslâm devletine ait bütün
faaliyetlerin yürütüldüğü bir merkez niteliğinde idi.
Resulullah, ashabıyla orada istişare eder, savaş ve barış
kararlarını orada alır, elçi heyetlerini orada kabul eder, savaşa
çıkacak orduları orada techiz ederek yola çıkarır, topluma ait
bütün meseleler orada çözüme kavuşturulur, hatta gerektiğinde
suçlular ve esirler bağlanmak suretiyle orada hapsedilirdi (Nesei,
Mesâcid, 20).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Eğitim-öğretim
faaliyetleri, mescitin "Suffa" denilen kısmında yerine
getiriliyordu. İslâm ümmetinin nüvesini oluşturan Ashab ve seçkin
sahabe âlimler, İslâmda ilk üniversite sayılabilecek bu mekanda
yetişmişlerdi. İslâm'ın esaslarını öğrenmek üzere Medine dışından
gelenler için aynı zamanda bir yatakhane vazifesi görüyordu (İbn
Sa'd a.g.e., 255). Bir defasında, Temim kabilesine mensup yetmiş
kişi burada barındırılmış idi (Ahmed b. Hanbel, III, 371).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), burada bizzat dersler veriyordu. Ancak, yeni gelen ve başlangıçta
olan öğrencilere okuma yazmayı ve Kur'an-ı Kerim'i öğreten diğer
öğretmenler de bulunmakta idi. Medine'den ve uzak yerlerden olmak
üzere burada okuyan öğrencilerin dört yüz kişi gibi bir sayıya
ulaştığı oluyordu. Burada barınanların ihtiyaçlarının büyük
bir bölümü, cömert sahabeler tarafından karşılanmaktaydı (M.
Hamidullah, İslam Peygamberi, İstanbul, 1980, II, 832).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Medine'de bir evi
ve ailesi olmayan fakir kimseler de Suffa'da yatıp kalkıyor,
ihtiyaçlarını buradan sağlıyorlardı (İbn Sa'd a.g.e, 255).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mescid-i Nebevi,
ilk inşa edilişinden sonra bir takım genişletme faaliyetleri gördü.
Hayber'in fethinden sonra Resulullah (s.a.s), mesciti bir miktar
genişletmişti. Resulullah (s.a.s), vefatından kısa bir müddet
önce, Hz. Ebu Bekir'in kapısı hariç odalardan mescite açılan bütün
kapıları kapattırmıştı (Buhari, Ashab, 3). Resulullah (s.a.s)
vefat ettiğinde Hz. Âişe (r.anha)'ye ait odada defnedilmiştir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İlk ciddi genişletme,
Hz. Ömer (r.a)'in hilâfeti zamanında yapıldı. Güney tarafından
beş, Batı ve Kuzey taraflarından da onar metre ilave yapıldı.
Doğu tarafına ilâve yapılmadı ve Resulullah (s.a.s)'ın hanımlarının
odaları olduğu gibi kaldı. Kuzey, doğu ve batı duvarlarında
ikişer tane olmak üzere, kapı sayısı altıya çıkarıldı. Hz.
Ebu Bekir ve Hz. Ömer vefat ettiklerinde Peygamber (s.a.s)'ın yanına
defnedilmişlerdir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hicretin yirmi
dokuzuncu yılında Hz. Osman (r.a), mesciti yeniden inşa ettirdi.
Duvarları süslü taş ile yeniden örüldü. Taş sütunlar kullanılarak
mescitin bir kısmının üzeri kapatıldı. Kapılarının sayısında
bir değişiklik yapılmadı. Bu yenileme ile mescitin genişliği yüz
elli zıra, uzunluğu ise yüz altmış zıra'a çıkmıştır (İbnu'l-Esîr,
el-Kâmil fi't-Tarih, III,103; Suyütî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut
1986, 173).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Emevîler zamanında,
Medine Valisi Ömer b. Abdülaziz eliyle mescit yeniden inşa
ettirildi. Hicrî seksen sekiz'den, doksan bire kadar süren çalışmalarla
mescit, doğu, batı ve kuzey yönlerinden genişletilmişti.
Peygamber (s.a.s)'in hanımlarının odaları Mescide katılmıştır
(İbn Sa'd, a.g.e., I, 399). Resulullah (s.a.s)'in kabr-i şerifleri
Hz. Âişe (r.anh) validemizin odasında bulunduğu için bu odanın
sadece bir bölümü mescite dahil edildi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mescitin duvarları
taş ve kerpiç kullanılarak yapılmış ve mermerlerle kaplanarak
süslenmişti. Tavanı da Hindistan'da yetişen saac ağacı ile örtüldü
ve altın suyu ile yaldızlandı. Bu yenileme ile mescitin uzunluğu
ikiyüz zıra, genişliği de yüz altmış yedi zıraçıkmıştır.
Sütunları mermerden yapılarak, sütun başlıkları altınlarla süslendi.
Eyvanların yapımında taşlar kurşun kullanılarak birbirine geçirilip
sağlamlaştırıldı. Ravza-ı Mutahhara (Resulullah (s.a.s)'nın
kabrinin bulunduğu yer)'ın tavanı saac ağacı ile örtülerek
yazılarla süslendi. İlk olarak mihrab ve dört tane de minare yapıldı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Abbasîlerden
el-Mehdî, Hicrî 162-778'de kuzey tarafından genişleterek, üç yıl
süren çalışmalarla mesciti yeniledi. Yine 202 (817) yılında
Me'mun, mesciti tekrar restore ettirdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">576 (1180) yılında
en-Nasır Lidinillah, Resulullah (s.a.s)'den kalan değerli eşyayı
muhafaza etmek için mescitin sahnında kubbeli bir oda yaptırdı.
Hz. Âişe (r.anh)'ın sakladıklarından bulabildiklerini buraya
koydu. Bunlar; Resulullah (s.a.s)'ın vefat ettiği zaman giymekte
olduğu çuhadan yapılmış rida ve izar, atlas kumaş ile işlemeli
şal bir cübbe, Bürde-i Saadet, seccade, sancaklar, bir kısım
resmi evrak ve Ashabdan bazılarına ait bir takım eşyadan
ibaretti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">654 (1256) yılının
Ramazan ayının ilk cuma günü, kandilleri yakan kandilcinin
ihmali, kutsal emanetlerin korunduğu sahndaki kubbeli oda hariç,
mescidin tamamen yanmasına sebep olmuştu. Abbasîler'den el-Mu'tasım,
655 (1257) yılı hac mevsiminde ustalar ve malzeme göndererek
mescitin yeniden inşa edilmesini sağladı. Yemen Meliki Muzaffer
ve Mısır Meliki Nureddin Ali İbn Mu'iz'in de iştirak ettiği bu
çalışmalarla hücre-i nebeviye ve duvarların bir kısmı yeniden
yapılmıştı. Melik Muzaffer, Yemen'de yaptırdığı sanat değeri
çok yüksek bir minberi de Mescite yerleştirmişti. Ancak, imar işi
tamamlanamamıştı. 685 (1295)'de Baybars, yarım kalan inşaatı
tamamladı ve küçük bulduğu Melik Muzaffer'in minberini kaldırarak
yerine, Mısır'dan getirttiği daha büyük ve sanat bakımından
daha zarif bir minberi yerleştirdi. 886 (1481) Ramazanının 13. günü
minarelerden birine isabet eden yıldırım, mescitin yanarak,
duvarlarının yıkılmasına sebep oldu. Minber, mushaflar ve
kitapların tamamı yandı. Ravza-ı Mutahhara ve sahndaki kubbeli
oda bu yangından zarar görmemişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mısır Memlûk
Sultanı Eşref Kaytabay, Emir Sankar el-Cemalî'yi kalabalık bir
usta kafilesiyle Medine'ye gönderdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mescit biraz genişletilerek
duvarlar ve minberler yeniden inşa edildi. Mihrabı da biraz genişleterek,
üzerini, çevresindeki direklerin başlıklarına oturtulan bir
Kubbe ile kapadılar. Ravza-ı Mutahhara'nın duvarları üzerine de
bir kubbe oturttular. Bunun üzerini de sütunların taşıdığı
diğer bir kubbe ile kapadılar. Sonra, Ravza-ı Mutahhara ile kıble
duvarı arasına, etrafını üç küçük kubbenin çevrelediği büyük
bir kubbe yapıldı. Yapılan diğer bazı kubbelerle de mescitin
bir kısmı örtülmüş oldu. Yeniden yapılan mihrap, renkli
mermerler ile süslendi. Rahmet kapısının yanında Medrese-i
Mahmudiye adıyla anılan bir medrese inşa edildi. Kaytabay, yapılan
bu işler için yüzyirmibin dinar tahsis etmişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Osmanlılar döneminde
Mescid-i Nebevî'nin bakımı titizlikle yerine getirilmiş ve
tezyin edilmiştir. I. Mahmud, Ravza-ı Mutahhara'nın üzerinde
bulunan kubbeyi yenileyerek, koyu yeşile boyadı. Bundan dolayı bu
kubbe, Kubbetu'l-Hadra (yeşil kubbe) adıyla anılır. Mısır
valisi Mehmed Ali Paşa da Mescid-i Nebevi'de birtakım restorasyon
çalışmaları yapmıştır. Mescit, Abdulmecid tarafından yeniden
inşa edilmiştir. Abdulmecid'in bu iş için seçtiği ustalar,
Akik vadisinde bulunan Hedab denilen kayadan sütunlar ve taşlar
kestiler. Mesciti parça parça inşa etmeye başladılar. Yani bir
kısmını yıkıyor, yerini hemen yapıyorlardı. 1849-1861 yılları
arasında on iki şene süren inşa çalışmaları ile mescit yeni
baştan inşa edildi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mayıs 1953'te başlatılan
diğer bir çalışma ile, ön kısmı hariç yeni baştan inşa
edilerek bugünkü hale getirildi. İlk imar edildiğinde yaklaşık
2475 m. kare büyüklüğünde olan Mescid-i Nebî, tarih boyu süren
çeşitli inşa faaliyetleri sonunda 12271 m. kare genişliğeulaşmıştır.
Bugün ise yeniden büyük genişletme çalışmalarıyla bu alan
birkaç katına çıkarılacak şekilde büyütülmüş bulunmaktadır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mescid-i Nebevî'nin
Fazileti</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mescid-i Nebevi,
Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa'dan sonra, yeryüzündeki
mescitlerin en faziletlisidir. Bu konuda Resulullah (s.a.s)'den bir
çok hadis varit olmuştur.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mescid-i Nebî'de,
bir bölüm vardı ki, Resulullah (s.a.s) burayı Cennet bahçelerinden
bir bahçe olarak nitelemiştir. Ayrıca minberini de aynı şekilde
vasıflandırmıştır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bir hadiste şöyle
denilmektedir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Resulullah,
bir hurma kütüğüne yaslanarak hutbe okurdu. Ashabdan biri şöyle
dedi: "Ya Resulullah! Senin için bir şey yapalım ki, cuma günü
üzerine çıktığın zaman insanlar sizi görsün ve hutbenizi
duyabilsinler" dedi. Bunun üzerine Resulullah;
"olur" dedi. Üç basamaklı bir minber yapıldı. Daha önce
yaslanıp hutbe okuduğu kütüğü geçince, kütükten on aylık
gebe devenin inlemesi gibi iniltiler gelmeye başladı. Resulullah
onu eliyle meshetti ve ses kesildi (Buhârî, Cuma, 26; Nesaî,
Cuma, 17; İbn Mâce, İkame, 199; İbn Sa'd, a.g.e.,I, 239-254).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), bu minberin üzerine çıktığı zaman şöyle demişti:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Evimle
minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim de
Cennet bahçelerinin üzerindedir (Ahmed b. Hanbel, II, 36, 450,
534; V, 41). Diğer bir hadis de; "Evimle minberimin arası,
Cennet bahçelerinden bir bahçedir ve minberim havzımın üzerindedir"
(Ahmed b. Hanbel, II, 236) şeklindedir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Minber hakkındaki
başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
"Minberimin ayakları Cennet üzerindedir" (Ahmed, b.
Hanbel, VI 289, 292, 318; Nesaî, Mesâcid, 8).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu hadisler,
Mescid-i Nebevî'nin, Resulullah'ın minberi de dahil olmak üzere,
minberi ile evi arasında kalan bölümün Cennet bahçelerinden
birisi hükmünde olduğunu teyit ederek ortaya koymaktadır. Buna göre,
burada bilinçli bir şekilde bulunan, namaz kılan veya başka bir
ibadetde bulunan, yaptığı şeyleri Cennet bahçelerinden birinde
yapmış gibidir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Yeryüzünde
namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa çıkılabilecek
üç mescitten birisi Mescidi Nebî'dir. Bir hadis-i şerifinde
Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: "Üç mescitten başka
bir yere (ibadet etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz:
Mescid-i Horam, Mescid-i Aksa ve Benim mescidim" (Buharî, Fedâilü's-Salat,
1, 6).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mescid-i Nebî'de
kılınan namaz, diğer mescitlerde kılınan namazlardan çok daha
faziletlidir. Sa'd ibn Ebi Vakkas (r.a)'dan Resulullah (s.a.s)'ın
şöyle söylediği rivayet edilmektedir: Mescitimde namaz, Mescid-i
Haram hariç, diğer mescitlerde kılınan bin rekâtnamazdan daha
hayırlıdır" (Ahmed b. Hanbel, I,184); Başka bir rivayette
"daha faziletlidir" (Hanbel, I, 16; Nesai, Mescid,4)
buyrulur.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bunun içindir
ki, hac farizasını ifa etmek için bu topraklara yönelen
insanlar, bir müddet Medine'de kalarak Mescid-i Nebî'de ibadet
etmenin güzelliklerinden faydalanmaya çalışırlar.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Namazın dışında,
diğer hayırlı ameller için de Mescid-i Nebevî üstün bir
mahaldir. Orada yapılan her ibadet kat kat fazlasıyla mükafatlandırılır.
Bunun böyle olduğunu vurgulamak için Resulullah (s.a.s) bir
hadisinde, Allah yolunda cihat ile kıyas yaparak şöyle
buyurmaktadır: Mescitime bir hayrı öğrenmek veya öğretmek için
gelen, Allah yolunda cihat eden kimse gibidir. Bunun dışında
gelen, başkasının kazancını seyreden kimseye benzer" (Ahmed
b. Hanbel, II, 418).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa yanında kendi mescidinin
konumunu bildirmek maksadıyla şöyle demiştir: Ben peygamberlerin
sonuncusuyum. Mescitim de mescitlerin sonuncusudur" (Nesaî,
Mesâcid, 7). Bu hadisler, zikredilen bu üç mescitin dışında inşa
edilecek hiç bir mescitin, diğerlerinden farkı olmadığını ve
fazilet bakımından birbirine denk olduğunu da ortaya koymaktadır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), Medine'ye hicret ettiği zaman, burada Mekke'deki gibi bir
devlet yoktu. İki büyük Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec'den başka,
varlıklarını bu kabileleri birbirine karşı çatıştırarak sürdüren
Benu Kaynuka, Benu Nadr ve Benu Kureyza adlarında üç yahudi
kabilesi bulunmaktaydı. Ayrıca bu yahudi kabileleri arasında da
bir birlik yoktu. Bu anarşi ortamı herkesi bıktırmış olduğu için,
bütün kabileler Abdullah İbn Ubeyy'in Medine'de Kral ilân
edilerek bir devlet otoritesinin kurulması yolunda bir karar üzerinde
anlaşmalarını sağlamıştı. Hatta bunun için bir krallık tacının
yapılması için de sipariş bile verilmişti. Ancak henüz devlet
teşekkül etmiş değildi. Bu durum Resulullah'ın işini kolaylaştırıyordu.
O, ilk iş olarak, yahudiler ve diğer müşrik Araplar da dahil
herkesi toplayarak hazırladığı anayasa çerçevesinde bir devlet
kurulmasını sağlama yoluna gitti. Elli iki maddeden oluşan
anayasa, herkesin hak ve sorumluluklarını belirtirken aynı
zamanda idarenin müslümanların elinde olmasını öngörüyordu
(bu anayasanın maddeleri için bk. Muhammed Hamidullah, İslâm
Peygamberi, İstanbul 1980, I, 220 vd.).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Medine'de müslüman
nüfus azınlıkta olmasına rağmen, kurulan devlet bir İslâm
devleti niteliğinde olup, bunun tabii başkanı da Resulullah
(s.a.s)'dir. Daha önce Medine'de bir devlet yapısının olmayışı,
Resulullah (s.a.s)'ın İslâm devletini kurup hiç kimse ile bir çatışmaya
girmeden onu istediği gibi teşkilatlandırmasını kolaylaştırmıştı.
Ancak İslâm devletinin kurulmasıyla krallığı suya düşen
Abdullah İbn Ubeyy zahiren iman etmiş gözükerek, Medine İslâm
devletini sabote etmek için var gücüyle çalışıyordu. Münafıkların
lideri konumunda bulunan İbn Ubeyy, Medine dönemi boyunca, müslümanları
sıkıntıya sokan etkili nifak hareketlerinin tezgâhlanmasında
oldukça büyük rol oynamıştır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke'den her şeylerini
terkederek Allah yolunda hicret eden muhacirlerin Medine'deki yaşayışlarını
kolaylaştırmak ve sosyal hayata adapte etmek için Resulullah
(s.a.s), her bir muhaciri bir Ensarla kardeş ilân etmiş ve bu
kardeşlik birbirine mirasçı olmak kadar ileri götürülmüştü.
Bu olay tarihe "Muahat" * adıyla geçmiş ve Ensar'ın
Allah yolunda, din kardeşleri için hiç tereddüt etmeden ne kadar
büyük fedakârlıklarda bulunduklarını ortaya koymuştur.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Artık, Mekke'de
sadece bir cemaat statüsünde olan müslümanlar Medine'ye hicretle
devletlerini kurmuş, bu da İslâm'ın tebliğ stratejisinde önemli
değişiklikleri beraberinde getirmişti. Mekke döneminde savaş
ferdi olaylara itiraz edilmemekle birlikte genel anlamda yasaklanmıştı.
Bu dönemin tabiatı bunu gerektirdiği için Allah Tealâ, onca işkence
ve saldırılara rağmen müşriklere karşı silahla karşılık
verilmesine izin vermemişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İkinci Akabe Bey
atının peşinden, Ensar'dan Abbas ibn Ubade; "Ya Resulullah,
izin ver sana eziyet eden müşrikleri kılıçtan geçirelim"
dediğinde Resulullah (s.a.s): Henüz bununla emrolunmadık, arkadaşlarınızın
yanına dönün" buyurmuştu (Ahmet b. Hanbel, III, 462).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hicretle
birlikte, devletin kurulmasından hemen sonra, Allah Teâlâ
inananlara İ'lay-ı Kelimetullah için kıyamete kadar sürecek
cihatın kapısını açıyordu: "Zulme uğratılarak
kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına
izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette
kadirdir" (el-Hac, 22/39).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekkeli müşrikler,
hicretten sonra, kendileri açısından durumun vahametini anladıkları
için Medineliler'den, Resulullah (s.a.s)'i öldürmeleri, en azından
Medine'den sürmelerini istiyorlardı. Bu yapılmadığı takdirde
Medine'yi işgal edecekleri tehditlerini savuruyorlardı. Resulullah
(s.a.s), Medine'deki küçük müslüman toplumu teşkilatlandırmaya
gayret gösterirken, sınırları tespit edilmiş ve henüz bir şehir
devleti niteliğindeki bölgenin dışında kalan gayrimüslim
kabilelerle ittifak veya saldırmazlık antlaşmaları yaparak dışardan
gelebilecek bir tehlikeyi karşılayacak bir ortam hazırlamaya çalışıyordu.
Ancak burada önemli olan husus, müslümanlar, planlarını
savunmaya değil, İslâm tebliğinin aktif olarak diğer insanlara
da ulaştırılması üzerinde yapıldığıdır. Bunun için askerî
gücün kaçınılmazlığı açıktır. Bundan dolayıdır ki
Hicret, sadece Mekkeli müslümanların Medine'ye intikali ile sınırlı
tutulmamış, nerede olursa olsun iman eden herkesin Medine'ye
hicreti farz kılınmıştır. Mekke'nin fethine kadar geçerli
kalan bu hüküm, Mekke'nin fethiyle artık gerek kalmadığı için
kaldırılmıştır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s), siyasî, sosyal ve cihatla alakalı inen ayetleri, Mescid-i
Nebi'de ashabına öğretiyor, ayrıca Mescid-i Nebi'ye eklenen ve
İslâm öğretiminin ilk üniversitesi mahiyetiniz olan Suffa'da
yetişmiş ashabın katılımıyla bu eğitim faaliyetleri bütün müslümanları
kapsayacak şekilde yerine getiriliyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu teşkilatlanma
ve eğitim çalışmaları yanında İslâm devletinin en önemli düşmanı
olan Mekkeli müşrik güçlere karşı silahlı bir faaliyetin hazırlıkları
da yapılıyordu. Resulullah (s.a.s), Hicretten yedi ay sonra,
Mekkeli müşriklere ait ve başında Ebu Cehil'in bulunduğu bir
ticaret kervanını vurmak için Hz. Hamza komutasında otuz kişilik
bir birliği Medine'den yola çıkardı. Ancak her iki tarafın da müttefiği
olan Mecdi b. Amr'ın araya girmesiyle, savaş pozisyonu alan
kuvvetler savaşmadan ayrılmışlardı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu olaydan bir ay
sonra, altmış kişilik bir kuvveti Ubeyde b. el-Haris komutasında
yine Mekke kervanının yolunu kesmek için göndermişti. Seniyyetül-Murre
mevkiinde karşılaşan kuvvetler arasında yine ciddi bir çatışma
meydana gelmemişti. Bununla birlikte, Mekke müşrikleri ile müslümanlar
arasında tam bir savaş hali yaşanıyordu. Bunun için, bu
kervanlara yapılan saldırılar, basit birer yol kesme hareketi değildi.
Müşriklere ait ticaret kervanlarının İslâm devletinin nüfuz bölgelerinden
geçmesi engellenerek, savaş halinde bulunan güçlerin
ekonomilerinin çökertilmesi hedefleniyordu. Ayrıca bu küçük çaplı
askerî operasyonlarla müslümanların savaş yeteneklerinin geliştirilmesi
ve tecrübe kazanmalarını sağlayarak, ilerdeki büyük savaşlar
için İslâm ordusunun alt yapısı oluşturulmaya çalışılıyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hicrî birinci
senenin sonunda Sa'd b. Ebi Vakkas komutan tayin edilerek, yirmi kişilik
bir kuvvetle el-Harrar bölgesine gönderilmişti. Ancak, Mekke
kervanı bir gün önceden burayı terkettiği için yine bir çatışma
olmadan Medineye dönülmüştü.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hicrî ikinci
senenin Şevval ayında, ikiyüz kişilik bir kuvvetle Resulullah
(s.a.s)'ın bizzat askerî sefere çıktığı görülmektedir.
Bedir yakınlarındaki Vaddan bölgesine kadar giden Resulullah
(s.a.s), bu bölgede oturan Benu Damra kabilesi ile bir saldırmazlık
antlaşması yapmıştı. Bundan bir ay sonra Resulullah (s.a.s),
ikiyüz kişilik bir kuvvetle Medine'nin kuzey batı tarafında
bulunan Buvat bölgesine gitti. Mekke kervanlarını sıkı bir
takibe alan Resulullah (s.a.s), çıktığı seferler esnasında bir
takım kabilelerle. antlaşmalar akdediyor ve Medine etrafındaki
kabileleri Mekkeli müşriklere karşı kendi tarafına alıyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu arada, Şam
ticaret yolunun müslümanlar tarafından kontrol altına alınması
Mekke müşriklerinin tedirginliğini oldukça artırmıştı. Hicri
ikinci yılın Cemaziyel-Ahir ayında, Kurz b. Cabir'in komutasındaki
Mekkeli bir birlik Medine'nin dış mahallelerine baskın düzenlemiş
ve buraları yağmalamıştı. Medine'ye henüz dönmüş bulunan
Resulullah (s.a.s), bu Mekkeli birliği yakalamak için peşlerine düştüyse
de, kaçıp gittiklerinden onlara yetişmesi mümkün olmamıştı.
Bu olay müslümanlar için üzüntü verici olmuştu. Bunun üzerine
Mekke'den bir kervanın yola çıktığı haberi alınınca
Resulullah (s.a.s), hemen Medine'nin güney batı tarafında bulunan
Benu Damra arazisine doğru yola çıktı. Burada Müdlic kabilesine
mensup olup, hicret esnasında Resulullah (s.a.s)'i yakalamak
isteyen, ancak sonra iman eden Suraka Resulullah (s.a.s)'i kabile
mensupları ile birlikte büyük bir coşku ile karşılamıştı.
Suraka'nın müslümanları ağırlaması esnasında Mekke kervanı
savuşup gitmişti. Bu sefer esnasında savaşçıların sayısı yüz
elli kişi kadardı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Suriye'ye giden
kervanın yolunun kesilmesini sağlamak için Resulullah (s.a.s) iki
kişiyi istihbarat maksadı ile Suriye'ye göndermişti. Ayrıca
oniki kişilik bir birliği Abdullah b. Cahş komutasında, Mekke
devletinin müslümanlar hakkında tasarladıkları planları öğrenmek
için tehlikeli bi r görevle -Mekke'nin güneyinde,. Mekke ile Taif
arasında bir yer olan Nahle mevkiine gönderdi. Bu birliğin gittiği
yerin gizliliğini muhafaza için görevlerini bildiren mühürlü
talimatın iki gün yol alındıktan sonra açılması emredilmişti.
Bu birlik Nahle bölgesine geldiğinde Mekkelilere ait üzüm ve
deri yüklü bir kervanla karşılaştı. Görevi sadece haber
toplamak olan birliğin komutanı Abdullah İbn Cahş, bu kervana
saldırı emri vermiş sonuçta bir müşrik öldürülmüş, iki
esir alınmış ve kervandaki mallara ganimet olarak el konmuştu.
İslâm devletine ait askerî birlikler düşmanla ilk defa ciddi
bir çatışmaya girmiş oluyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Şam tarafına
gitmiş olan kervanın dönüşte ele geçirilmesi için hazırlıklara
girişildi. Bu kervanın yakalanması çok önemliydi. Çünkü
Mekkeli müşrikler, Medine'de gün geçtikçe güçlenen İslâm
devletine nihai darbeyi vurup ortadan kaldırmak için gerekli olan
finansı sağlamak gayesiyle Ebu Süfyanın liderliğinde bu büyük
kervanı Suriye'ye göndermişlerdi. Bu kervanın dönüş haberi
Medine'ye ulaşınca Resulullah (s:a.s), Ebu Lübabe'yi Medine'de
vekil bırakarak, Hicri ikinci yılın Ramazan ayında üçyüz kişiden
oluşan ashabıyla birlikte yola çıktı. Bunu öğrenen Ebu Süfyan,
kervanı kurtarmak için güzergah değiştirirken, aynı zamanda
durumu Mekke'ye bildirerek acilen yardım yetiştirilmesini istemişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Böyle bir fırsatı
kaçırmak istemeyen Ebu Cehil Mekke'de dolaşarak halkı galeyana
getirmeye çalışıyordu. O, topladığı bin kişilik kuvvetin başına
geçerek Medine'ye doğru yola çıkmıştı. İslâm ordusu Zefiran
denilen yere geldiğinde, Mekkeliler'in kalabalık bir ordu ile yola
çıktıkları haberi Peygamber'e ulaşmıştı. Diğer taraftan Ebu
Süfyan kervanı kurtarmış ve tehlikeyi atlattığını yola çıkmış
bulunan Mekke ordusuna bildirmişti. Ancak Ebu Cehil, yakaladığı
bu fırsatı değerlendirmek için yoluna devam etti. Ashabıyla bir
durum değerlendirmesi yapan Resulullah (s.a.s), onların Allah
yolunda savaşmadaki kararlılıklarını görünce kendi ordusundan
üç kat daha kalabalık müşrik güçlerle savaş kararı alınarak
yola devam edildi. Bedir mevkiine gelindiğinde, vaziyet almış
durumdaki düşman ordusuna karşı mevzilendi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu savaş İslâm'ın
kaderini belirleyecek bir mahiyet arzetmekte idi. Bu savaş ya kazanılacaktı
veya üç yüz kahraman mücahitle birlikte İslâm risaleti tarihe
karışacaktı. Durumun ciddiyetini, Resulullah (s.a.s)'in Rabbine
yaptığı şu tazarru açıkca ortaya koymaktadır: "Allah'ım,
vadettiğin yardımını bugün lütfet. Ey Rabbim, bugün şu küçük
ordu yok olup giderse yeryüzünde sana kulluk eden kimse
kalmayacak".</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah Tealâ bu
esnada mü'minlere zaferi müjdeleyen şu ayeti vahyediyordu:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Bütün bu
toplananlar (müşrikler) hezimete uğrayacak ve arkalarına dönüp
kaçacaklardır" (el-Kalem, 68/45).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">17 Ramazan günü
(13 Mart 624) yapılan savaşta Allah Teâlâ'nın vadi gerçekleşmiş
ve düşman ordusu büyük bir hezimete uğratılmıştı. Ebu Cehil
ve diğer bir grup ileri gelen müşrikler de dahil yetmiş müşrik
öldürülmüş, çok sayıda da esir alınmıştı. İslâm
ordusunun verdiği şehit sayısı ise on dört kişiydi (bk. Bedir
Gazvesi).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bedir savaşı,
Medine İslâm devletinin temellerini sağlamlaştırmış,
inananlara büyük moral gücü kazandırmıştı. Artık bu savaşla
hak batıla üstün gelmiş, küfrün, şirkin ve putperestliğin
yeryüzünden silinip atılması için İslâm cihatı meşalesi
tutuşturulmuştu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bedir'den
Medine'ye dönüldüğü zaman, İslâm'a duydukları düşmanlıktan
dolayı içlerini kemiren ve müslümanların kazandığı bu büyük
zaferi hazmedemeyen ve kahrolan yahudiler, düşmanlıklarını açığa
vurmaya ve değişik yollarla müslümanlara sataşmaya başlamışlardı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İffetsiz bir kadın
şair olan Asma binti Mervân ile Ebu Afek adındaki yahudi şairler,
İslâma karşı haddi aştıkları için öldürülmüşlerdi.
Yahudi kabileler içinde düşmanlıklarını ilk önce açığa
vuran Kaynuka yahudileri, Bedir zaferini küçümsüyor, sebebini,
Mekkeli arapların savaş bilmemelerine bağlayıp; "bizimle
karşılaşsalar da savaş nasıl olurmuş görseler" diyerek müslümanları
hafife alıyorlardı.</b></span>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bir müslüman
kadının yahudiler tarafından saldırıya uğraması üzerine çıkan
olaydan sonra Resulullah (s.a.s), Kaynukaoğullarına savaş ilân
etti. Müslümanlara karşı büyüklenen bu yahudi kabile, tıynetlerindeki
korkaklıklarından, sarfettikleri sözleri unutup kalelerine
kapanmaktan başka ça! re bulamadılar. Müslümanlarla çatışma
cesaretini gösteremeyen Kaynukaoğulları teslim olmaları üzerine
Medine'den sürülüp çıkarıldılar (bk. ; Kaynukaoğulları).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Gelişen olaylar
çerçevesinde Allah Teâlâ, sosyal, iktisadî, siyasî konulardaki
ayetlerini, hikmetine binaen bir nüzul sebebi çerçevesinde gönderirken,
İslâm savaş hukukuna dair teşrii de oluşmaya başlamıştı. İslâm,
canlı bir hayat dini olduğu için, inen hükümler hemen toplum
hayatına yansıtılıyor ve müslümanlar tarafından hazmedilerek,
yaşayışlarını onlara göre düzene koyuyorlardı. İslâm tebliğinin
Mekke safhası, nasıl ki kıyamete kadar sürecek tevhid mücadelesinde
insanlara örnek teşkil etsin diye Allah tarafından o seçkin
topluluğa yaşatılmışsa, Medine dönemi de, kıyamete kadar müslümanların
ferdi yaşayışlarından devlet düzenine kadar her şeyleri için
örnek olsun diye, yine o seçkin sahabeler topluluğuna yaşatılmakta
idi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bedir savaşından
sonra Resulullah, Mekke müşrikleriyle müttefik konumundaki müşrik
kabilelere karşı akınlara girişmişti. Bedir'de müslümanların
elde ettiği zafer ve Kaynukaoğullarının ihanetlerine karşılık
sürülmeleri, geri kalan yahudileri çileden çıkarmıştı. Bütün
peygamberlere ihanet eden bu kavim, Resulullah (s.a.s).ile yaptığı
antlaşmaya aykırı olarak Mekke müşrikleriyle gizliden gizliye
komplolar hazırlamaya girişti. Yahudi liderlerinden şair Ka'b b.
Eşref, Bedir zaferini duyduğu zaman üzüntüsünden;</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Bugün
yerin altı üstünden yeğdir" demiştir. Bu adam Mekke'ye
gidiyor ve Bedrin intikamını almaları için onları harekete geçirmeye
çalışıyor, yahudilerin kendilerine yardım yapacağına dair
taahhütlerde bulunuyordu. Düşmanlıkta alenî davranan ve ileri
giden bu yahudi öldürülerek fesatı engellenmişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bedir mağlubiyetini
bir türlü hazmedemeyen ve öfkeden çılgına dönen müşrikler,
intikam almak için hemen hazırlıklara girişmişlerdi. Bedir öncesi,
Ebu Süfyan'ın Mekke'ye ulaştırdığı kervandan herkes sadece
sermayelerini almış, kervanın 250.000 dirhem tutarındaki toplam
kârı ordu teşkilinde harcanmak için ayrılmıştı. Mekke dışındaki
bir çok kabileye heyetler gönderilerek para karşılığında
asker toplama yoluna gidildi. Ordunun mümkün olduğu kadar büyük
ve kalabalık olması gerekiyordu. Zira Medine'ye doğru yürüme
cesaretini ancak bununla kendilerinde bulabilirlerdi.</span></b>
</div>
</td>
</tr>
</tbody></table>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih13.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/T3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih13.htm" width="1" /></span></b></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-62676883814540134242013-05-24T00:09:00.003+03:002013-05-24T00:09:51.820+03:00HİCRET<div align="center">
<span style="font-size: xx-small;"><span style="color: navy;"><b><span style="font-family: Verdana;">HİCRET</span></b><br />
</span><span style="color: white; font-family: Verdana;"><b><br />
</b></span><b><span style="font-family: Verdana;">Bir yerden başka bir yere göç
etmek.</span></b></span></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber
(s.a.s) ve ashabının İslâm devletini kurmak üzere Mekke'den
Medine'ye göç etmeleri.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlullah
Mekke'de tebliğ görevini sürdürürken Kureyşliler de inkârlarında
diretiyorlardı. Peygamberimiz tebliğ görevini Mekke'nin dışına
taşırmak istiyordu. Bu nedenle Taif'e gitti. Tâifliler de Kureyşliler
gibi inkârcılıkta direnmişler ve Peygamberimizi taşa tutmuşlardı.
Peygamberimiz onların bu cahilce hareketleri karşısında yılmamıştır.
Özellikle hacc mevsiminde Mekke dışından gelen insanlarla görüşüyor
onlara İslâm'ı anlatıyordu. Peygamberimiz bir gün Akâbe
mevkiinde Medineli altı kişi ilekarşılaştı. Onlara Kur'ân
okudu ve İslâm'a davet etti. Medineliler Peygamberimizle konuştuktan
sonra durumu kendi aralarında değerlendirdiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Yahûdilerin
geleceğini bildikleri ve kendisiyle bizi korkuttukları peygamber
bu olmasın" dediler. Yahûdilerden önce müslüman olmanın
gereğine inanıp müslüman oldular.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Medine'de bulunan
Yahudiler bir Peygamber'in geleceğini biliyorlardı. Medinelilerle
aralan açılan Yahudiler onlara "Bir Peygamber gönderilmek üzeredir.
O Peygamber gelince biz ona tabi olacağız, İrem ve Âd kavimleri
gibi sizin kökünüzü. kazıyacağız" diyorlardı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Akabe'de Müslüman
olan Medineliler memleketlerine gittiklerinde bu durumu yakınlarına
aktardıktan bir yıl sonra, daha önceki Müslümanlarla birlikte
on iki kişilik bir topluluk Hacc için Mekke'ye geldi. Bunlar
Peygamberimizle görüştü ve "hırsızlık yapmamak, zina
etmemek, çocukları öldürmemek, iftira etmemek, Allah ve Rasûlüne
muhalefette bulunmamak hususunda" peygamberimize söz verip
bey'at ettiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Peygamberliğin
onüçüncü yılında Medineli müslümanlardan yetmiş iki kişilik
bir grup hacc için Mekke'ye geldiler. Peygamberimizle Akabe
mevkiinde görüşmek üzere toplandılar.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber
(s.a.s), amcası Abbas'la birlikte Akabe'ye geldi. Abbas henüz müslüman
olmamıştı. Ebu Talib'in vefatından sonra peygamberimizle daha çok
ilgilenmeye başlamıştı. Bu ilgi kabile bağından ileriye
gitmiyordu. Toplantıda ilk konuşmayı Abbâs yaptı; "Ey
Hazrec topluluğu, bu benim kardeşimin oğludur. Benim yanımda
insanların en sevgilisidir. Siz onu tasdik ediyor onun
getirdiklerine inanıyor ve kendisini alıp götürmek istiyorsanız,
sizden bu hususta beni tatmin edici bir söz almak isterim. Siz ona
vereceğiniz sözü yerine getirebilecek ve kendisini
muhaliflerinden koruyabilecek misiniz? Bunu gereği gibi yaparsanız
ne iyi; yok eğer Mekke'den çıktıktan sonra kendisini yardımsız
bırakacak rüsvay edecekseniz şimdiden bu işten vazgeçiniz, onu
bırakımı. Yine kavmi arasında ve yurdunda izzet ve şerefiyle
korunmuş olarak yaşasın."</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Abbas'tan
sonra Hz. Peygamber (s.a.s) konuştu. Bundan sonra Medineli müslümanlar
düşüncelerini şöylece açıkladılar: "Allah'tan
getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bey'at ediyoruz. Biz, Rabbımıza
bey'at ediyoruz Allah'ın kudret eli ellerimizin üzerindedir.
Kendimizi, oğullarımızı, kadınlarımızı esirgeyip koruduğumuz
şeylerden seni de, esirgeyip koruyacağız. Eğer bu ahdimizi
bozarsak, Allah'ın ahdini bozan, yaramaz, bedbaht insanlar olalım.
Ya Rasûlallah! Biz ahdimizde sadıkız".</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Peygamberimiz iki
şart ileri sürdü, "Rabbim için şartım: O'na hiç bir şeyi
ortak koşmamanız yalnız O'na ibadet etmeniz, kendinizi, çocuklarınızı,
kadınlarınızı esirgeyip koruduğunuz şeylerden, beni de
esirgeyip korumanızdır" buyurdu. Medineliler: "Böyle
yaptığımız zaman bizim için ne var" dediler. Allah Rasûlü
de: "Cennet var" buyurdular. Medineliler "bu kârlı
alış veriştir" deyip Allah Rasûlüne bey'at ettiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke müşrikleri
Akabe bey'atlarıyla ilgili haberi alınca Allah Rasûlünü Mekke dışına
çıkarmamak için önlemler almaya başladılar. Bir müddet sonra
peygamberimiz müslümanların Medine'ye hicret etmelerine izin
verdi. İlk olarak Cahşoğulları hicret ettiler. Bunlardan sonra
Hz. Ömer hicret için önce silahını kuşandı, Kâbe'yi tavaf
etti. Çevrede bulunan müşriklere de hicret etmekte olduğunu
bildirdi. "Anasını ağlatmak karısını dul bırakmak
isteyen varsa beni izlesin" diyerek büyük bir grup sahabe ile
birlikte hicret etti."</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Ömer'den
sonra Hz. Hamza ve diğer müslümanlar hicret ettiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Ebû Bekir de
hicret etmek istiyordu ancak, Peygamberimiz ona "acele etme,
belki Allah sana bir arkadaş bulur" diyerek beklemesini söyledi.
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir iki deve satın alıp, hicret edeceği
günü beklemeye başladı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kureyşliler müslümanların
Medine'de tutunduklarını görünce telaşa düştüler.
Peygamberimizin hicretine engel olabilmek için Darü'n-Nedve adı
verilen meclis binasında toplandılar. Çeşitli fikirler ve düşünceler
ileri sürerek sonuçta Ebû Cehil'in düşüncesinde karar kıldılar.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Ebu Cehil, her
kabileden bir delikanlının seçilmesini, bunların hep birlikte
Peygamberimizi öldürmelerini teklif etti. Böylece Abdi Menâçoğullarının
bütün kabilelerle çarpışamayacağını, kan davasından vazgeçeceklerini
bildirdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Onlar bu tip
hileler düşünürlerken Peygamberimiz Hz. Ebû Bekir'in evine vardı.
Allah'ın kendilerine hicret iznini verdiğini bildirerek yol hazırlıklarına
başlanıldı. Mekkelilere ait bazı emanetlerin sahiplerine teslim
edilmesi ve müşrikleri yanıltmak amacıyla Hz. Ali'ye
Peygamberimizin evinde kalması emredildi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Gecenin geç
vaktinde müşrikler Peygamberimizin evini kuşattılar. Allah Rasûlü
Kur'ân okuyarak Allah'a sığınmış böylece müşriklerin arasından
görünmeden geçmiştir. Bir müddet sonra müşrikler
Peygamberimizin yatağında yatanın Hz. Ali olduğunu görünce
hayrete düşmüş ve tuzaklarının boşa gittiğini anlamışlardır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlullah
(s.a.s) Hz. Ebu Bekir'le birlikte Sevr Dağı'na doğru yol alıp Hıra
mağarasına gizlendiler. Bu dağ Medine tarafında değil, Cidde
tarafında Mekke'nin kuzey batısında yer alıyordu. Müşrikleri
şaşırtmak için de böyle bir yola başvurulmuştu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Müşrikler hz.
Ali'yi ve Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma'yı sıkıştırmış fakat
bir şey öğrenememişlerdir. İz sürenleri yanlarına aldılar;
dağ, tepe demeden her tarafı aradılar. Bir ara mağaranın ağzına
kadar geldiler, mağaranın önüne bir güvercinin hemen Rasûlullah'ın
oraya girmesinden sonra yuva yaptığını, örümceğin ağ örttüğünü
görünce Allah Rasülünün mağarada gizlenmesinin mümkün
olabileceğini düşünemediler. Elleri boş olarak geri döndüler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber
(s.a.s) ile Hz. Ebu Bekir bu mağarada üç gün kaldılar. Hz. Ebu
Bekir'in oğlu Abdullah ve kızı Esma onlara yemek taşıdılar. Hz.
Ebu Bekir'in çobanı da koyunlarını Abdullah'ın geçtiği
yerlere sürerek izlerini silmeye çalıştı. Yol Kılavuzu Uraykıt
Peygamberimiz ve Hz. Ebubekir'in bineceği develeri getirdi.
Peygamberimiz devenin ücretini Ebu Bekir'e ödeyerek yola
koyuldular. Yolculukta geceleri yol alıyor, gündüzleri
gizleniyorlardı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kureyşliler,
Peygamberimizi bütün uğraşlarına rağmen bulamayınca şaşkına
döndüler. Onu bulana yüz deve vereceklerini vadettiler. Bu ödül
herkesi heyecanlandırdı. Yüz deveye sahip olabilme ümidiyle her
tarafı aramaya başladılar. Her yöne haberciler gönderildi. Bu
habercilerden birisi de Süraka'nın yurduna gelmişti. Onlar da
Allah Rasûlünü bulabilmek ve yüz deveye sahip olabilmek için fırsat
kolluyorlardı. Bir gün adamın birisi üç kişilik bir yolcu
kabilesinin gitmekte olduğunu gördü. Bunu bir toplulukta anlattı.
Süraka uyanık bir kimse idi. Adamı yanıltmak ve sözü kesmek için
onlar falancalardır dedi. Adam da kesin bir şey bilmediğinden
susmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Süraka evine geldi. Atını
ve oklarını hazırladı. Belirtilen yöne doğru hızla yol almaya
başladı. Süraka kısa bir müddet sonra Peygamberimiz ve Hz. Ebû
Bekir'e yetişti. Onlara "bugün seni benden kim
kurtarabilir" diye bağırdı. Peygamberimizin duasıyla Süraka'nın
atının ön ayakları kuma gömüldü. Böylece Allah bu kutsî
Medine yolculuğunda Rasûlünü yalnız bırakmamış ve onu
tehlikelere karşı bir kez daha korumuştu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Atının kuma gömülmesi
sonucunda gerçeği anlayan Süraka affını rica etti.
Peygamberimiz de ona dua ederek affetti. Süraka minnet altında
kalmak istemiyordu. Peygamberimize ikramda bulunmak istiyordu.
Peygamberimiz de onun hiç bir ikramını kabul etmek istemedi. İkramının
kabul edilebilmesi için müslüman olmasının gerektiğini öğrendi
ve müslüman oldu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kureyş'in
vadettiği yüz deveye sahip olmak isteyenlerden birisi de Büreyd
idi. O da kendi kabilesinden yetmiş atlı ile yola çıkmış,
Peygamberimize yetişmişti. Ancak bütün gayretlerine rağmen
muvaffak olamamış sonuçta Büreyd'e İslâm tebliğ edildi. Büreyd
ve yanındakiler müslüman oldular. Büreyd, peygamberimizin
Medine'ye bayraksız girmesinin uygun olmayacağını düşünerek,
başından sarığını çıkardı, mızrağının ucuna bağladı,
böylece Medine'ye kadar Peygamberimizin bayraktarlığını yapmış
oldu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Peygamberimizin
Mekke'den çıktığını duyan Medine'deki müslümanlar yolları gözlüyorlardı.
Her gün güneşin doğumundan önce Harra mevkiine çıkıyorlar, sıcak
bastırıncaya kadar bekliyorlardı. Bir gün Yahudi'nin birisi bir
işiyle ilgili olarak yüksek bir kuleye çıkıp etrafı gözetlemeye
başlamıştı. Peygamberimizin ve arkadaşlarının gelmekte olduğunu
gördü. Kendisini tutamayarak heyecanla " ey Arap topluluğu!
İşte nasibiniz, devletliniz, beklediğiniz ulu kişiniz
geliyor" diyerek Rasûlullah'ın geldiğini onlara haber verdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Medineliler
yollara dökülüp Peygamberimizi karşıladılar. Peygamberimiz
burada bir müddet kaldı ve Kuba Mescidi'ni inşa ettirdi. Hz. Ali
de Kuba'da Rasûlulah'a yetişti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Süheyb b. Sinan
da hicret etmek için yola çıkmıştı. Kureyşliler onun yolunu
çevirdiler, göndermek istemediler. Süheyb, biriktirdiği bütün
serveti Kureyşlilere bırakmak şartıyla yoluna devam etti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Peygamberimiz bir
kaç gün sonra Medine'ye hareket etti. Hareketinden önce Neccâroğullarına
kendisini Medine'ye götürmeleri için haber gönderdiği de
rivayet edilmektedir. Abdulmuttalib'in annesi Neccaroğullarının kızıydı.
Dolayısıyla Neccaroğulları Abdulmuttalib'in dayıları oluyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Neccaroğulları
Peygamberimizi Medine'ye götürdüler. Halk Peygamberimizi ağırlamak
için can atıyordu. Allah Rasûlü hiç kimseyi kırmak
istemiyordu. " Devenin yolunu açınız. Nereye çökeceği ona
buyrulmuştur" diyordu. Deve boş bir araziye çöktü.
Peygamberimiz bu araziye akrabalarından kimin evinin yakın olduğunu
sordu. Böylece Neccaroğularından Ebu Eyyûb El-Ensâri'nin evine
misafir oldu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber
(s.a.s)'in Medine'ye gelişi Medineli mü'minleri büyük bir
sevince boğdu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bütün mü'minler,
evlerinin damına çıkmış; gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüşler
"Yâ Rasûlallah! Yâ Muhammed! Yâ Rasûlallah!" diyerek
bağırıyorlardı. (Müslim, Sahih, VIII, 237). Çocuklar ve hizmetçiler,
yollarda ve damlarda "Rasûlullah geldi! Allahû ekber!
Muhammed geldi! Allahû ekber! Muhammed geldi! Allahu ekber,
Muhammed geldi! diyorlar, Habeşliler de, sevinçlerinden kılıç
kalkan oynuyorlardı (Ebû Davud Sünen, II, 579)</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kadınlar ve çocuklar,
hep bir ağızdan: "Vedâ tepelerinden dolunay doğdu bize!
Allah'a yalvaran oldukça, şükür etmek gerekir halimize, Ey bize
gönderilen Peygamber! Sen boyun eğmemiz gereken bir emr ile geldin
bize" diye şiirler okuyorlardı (Semhudî, Vefaü'l-Vefa,
I,187, Halebi insanü'l-Uyun, II, 58).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Berâ' b. Âzib:
"Peygamber (s.a.s) Medine'ye gelince, Medinelilerin Rasûlullah'a
sevindikleri kadar hiç bir şeye sevindiklerini görmedim demiştir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Enes b. Mâlik
de: "Ben, Rasûlullah'ın Medine'ye girdiği günden daha güzel,
daha parlak bir gün görmedim" der (İbn Sâ'd, Tabakat, I,
233, 234).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûlullah
Medine'ye varınca mü'minlerin her biri kendi evinde ağırlamak
istediler ve bu konuda yarışırcasına hareket ettiler. Rasûlullah'ı
misafir edebilmek için devesinin önüne geçiyorlardı. Efendimiz
onlara "Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği ona emir
buyurulmuştur" diyordu (Semhûdî-Vefâü'l-Vefâ, I,183).<br />
</span></b>
</div>
<hr width="100%" />
<div align="center">
<b><span style="font-size: xx-small;"><span style="font-family: Verdana;"><br />
</span><span style="color: #3366cc; font-family: Verdana;">TARİHTE HİCRET:
HZ. İBRAHIM (A.S)'IN HİCRETİ:</span></span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. İbrahim,
kendi kavmine Allah'ın dinini anlatmada hiç bir engel tanımamış,
Nemrut'un zorbalığına boyun eğmemiş, bir bir işkencelere maruz
kalmasına rağmen yolundan dönmemiştir. Fakat O'nun bütün
gayretleri bir netice doğurmamış ve toplumunu küfür bataklığından
çekip almamıştır. Artık netice belli olmuştur; kavmi kendi doğrultusunda
gitmektedir. Hz. İbrahim de tevhid üzere yoluna devam etmektedir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. İbrahim
kavminin iman etmesine imkân ve ihtimal kalmadığını anlarınca,
sapıklık ve küfür diyarından uzak kalmak amacıyla, her şeyiyle
yalnız Allah'a kulluk edebilmek için hicret etmiştir (Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 1437).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber
(s.a.s) de şöyle buyurmuştur: "Her kim diniyle bir yerden
bir yere hicret ederse, gittiği yer bir karşı yer de olsa
Cennet'te İbrahim ve Muhammed (s.a.s) onun arkadaşı olur."<br />
</span></b>
</div>
<hr width="100%" />
<div align="center">
<b><span style="font-size: xx-small;"><span style="font-family: Verdana;"><br />
</span><span style="color: #3366cc; font-family: Verdana;">ASHAB-I KEHF'İN
HİCRETİ:</span></span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Batıl düzenler,
gerçekten Hakk'a inananlara hayat hakkı tanımak istemezler. Onlar
gerektiğinde bütün zulüm mekanizmalarını inananların aleyhine
çalıştırmaktan geri durmazlar. Çünkü, yarasanın ışıktan
ürktüğü gibi, onlar da inananların gerçekleri ve mutlak doğruları
gözleri önüne sermeleri böylece kendi menfaatlerinin ortadan
kalkmasından, ilahlık davalarının sahteliğinin ortaya çıkmasından,
sömürü çarklarının durmasından endişelenirler, korkarlar.
Tarih boyunca inananlara zâlim düzenler eliyle yapılan zulüm,
baskı ve şiddetin asıl nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde
müslümanlar üzerindeki baskı ve terör bundan kaynaklanmaktadır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kur'ân-ı Kerîm
Ashab-ı Kehf'ten: "Rablerine inanan gençler" (el-Kehf,
18/13) olarak söz etmektedir. Bunun üzerine; "Allah da onların
hidayetlerini artırmıştı". Ashab-ı Kehf'in, kavimleri
Allah'tan başka tanrılara taptıkları için onlardan uzaklaşmalarını
Kur'ân övgüyle anlatmaktadır. Onlar bu davranışlarıyla doğru
yolu bulmak ve Allah'ın rahmetine kavuşmayı gaye edinmişlerdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"... Şunlar,
şu bizim kavmimiz, Ondan (Allah'dan) başka tanrılar edindiler.
Bunların üzerine bari açık bir delil getirseydiler ya? Artık
yalan yere Allah 'a karşı iftira edenlerden daha zâlim
kimdir?" dediklerinde, onların kalplerini (sabır ve sebat ile
hakka) bağlamıştık."</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">(Birbirlerine şöyle
demişlerdi):</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Madem ki
siz onlardan ve Allah'tan başka tapmış olduklarından ayrıldınız,
o halde mağaraya (çekilip) sığının ki; Rabbiniz size
rahmetinden genişlik versin, işinizden de size fayda hazırlasın
" (el Kehf,18/ 14,16) Böylece onlar, zâlim bir toplum içinde
yaşayıp, dinlerini açığa vuramamaktansa mağaraya çekilip
orada inançlarını yaşamayı tercih etmişler ve son derece az
oldukları için, mevcut düzene karşı duramayacaklarını anlamış
bulunuyorlardı.<br />
</span></b>
</div>
<hr width="100%" />
<div align="center">
<b><span style="color: #3366cc; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HABEŞİSTAN'A
HİCRET:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm'ın ilk yıllarında,
sahabîlerin önemli bir kısmına ve özellikle zayıf ve
kimsesizlere, "Rabbiniz Allah'tır" demeleri nedeniyle sayısız
zulümler uygulanıyor, dinlerinden vazgeçirmeleri için onlara büyük
baskılar yapılıyordu. Peygamber Efendimiz, sayıları yüzü
bulan sahabiye Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Orada
kendilerini himaye edecek iyi niyetli bir hükümdarın varlığından
söz etti. Bunun üzerine Habeşistan'a iki defa hicret edildi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke o sıralarda
gerçekten İslâm gibi eşsiz, tevhide dayalı yüce bir inanç ve
hayat düzenini kabul edenler için ağır şartları bulunan bir
ortamdı. Habeşistan'da da İslâmî bir düzenin varlığından söz
edilemezdi ama. en azından orada dini hürriyet vardı ve zulüm
yoktu. Diğer taraftan İslâm ülkesi diyebileceğimiz bir yerin de
varlığı söz konusu değildi. Henüz böyle bir teşebbüse
girebilmek için gerekli şart ve imkanlardan da müslümanlar tamamıyla
mahrum bulunuyorlardı. Bu nedenle Dârü'l- Küfr olan Mekke'yi bırakıp
Darü'l-Emin (güven ülkesi)'e göç için bir izin verilmiş
oluyordu...<br />
</span></b>
</div>
<hr width="100%" />
<div align="center">
<b><span style="color: #3366cc; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HİCRETİN
HÜKMÜ:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kur'ân'ın bir
çok âyeti hicretten, hicretin gereğinden, hicret edenlerden ve
etmeyenlerden... söz eder.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hicretin ne denli
önemli olduğuna şu âyetler gayet açık bir şekilde işaret
etmektedir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Öz
nefislerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere
melekler derler ki: "Ne işte idiniz?" Onlar: "Biz
yeryüzünde dinin emirlerini uygulamaktan aciz kimseler idik"
derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Siz
de oradan hicret etseydiniz ya" derler. İşte onlar böyle.
Onların barınakları Cehennemdir. O ne kötü bir yerdir.
Erkeklerden, kadınlardan, çocuklardan zayıf ve acz içinde bırakılıp
da hiçbir Çareye gücü yetmeyen ve (hicret) için bir yol
bulamayanlar müstesna" (en-Nisâ, 4/97, 98).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu âyetlerin iniş
sebebi hakkında İbn Abbas (r.a) şunu nakletmektedir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Peygamber
(s.a.s) zamanında bazı müslümanlar müşriklerle birlikte durup
onların sayılarının artmalarına neden oluyorlardı. (savaş sırasında)
ok, onlardan bazılarına isabet edebiliyor veya boynu vurulup öldürülebiliyordu.
Bunun üzerine bu ayetler nazil oldu. Yine İbn Abbas (r.a.)'ın
rivayet ettiğine göre; bir kısım Mekkeliler İslâm'a girmiş,
fakat müslümanlıklarını açığa vurmamışlardı. Bedir savaşı
gününde müşrikler onları da beraberlerinde savaşa götürdüler
ve bazıları bu savaşta öldü. Müslümanlar bunun üzerine:
"Bizim arkadaşlarımız müslüman idiler, savaşa zorla
sokuldular" deyip, onlara Allah'tan mağfiret dilediler. Bunun
üzerine bu âyetler nazil oldu" (İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'âni'l-Azim,
I, 542).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Demek ki mü'minler,
bu gibi durumlarda "biz İslâm'ı ayakta tutamayacak kadar zayıf
kimseler idik" demekle kendilerini kurtaramayacaklardır. Çünkü
bunlar İslâm'ı tamamiyle yaşayabilmek için herhangi bir teşebbüste
bulunmamışlar ve böylece "kendilerine zulm etmişlerdir"
fakat, gerçekten hicret edemeyecek durumda bulunan zayıf kimseler
bundan müstesnadır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu âyetler, müşrikler
arasında bulunup da dinini ayakta tutamayan herkesi kapsamaktadır.
Hicret edebilecek durumda olup da hicret etmeyenlerin, kendi
nefislerine zulmetmiş oldukları ve bu ayetin hükmüne göre,
haram işledikleri icmâ ile kabul edilmiştir (İbn Kesîr Tefsîr,
I, 542). Bu hüküm kıyamete kadar bakîdir ve genel bir hükümdür.
Herhangi bir durum onu, dinini yaşayabileceği, inancının
gereklerini yerine getirebileceği Darü'l-İslam'a hicret etmekten
alıkoymaz.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hanbelî hukukçulara
göre bir kimsenin, Darü'l- Harp'te dinini açığa vurup yaşayabiliyor
bile olsa, müslümanların sayısını çoğaltmak ve cihada katılabilmek
için Dârü'l-İslâm'a hicret etmesi sünnet olur. Hanefi
mezhebinde ise küfür diyarından İslâm diyarına hicret etmek
vaciptir. Şâfiîlerden el-Mâverdî'ye göre de, müslüman
herhangi bir küfür beldesinde dinini açığa vurabiliyorsa, orası
onunla Daru'l-İslâm olmuş olur. Orada durmak, hicret etmekten
daha iyidir. Çünkü böylelikle kendisinden başkalarının,da İslâm'a
girmeleri umulabilir. Ancak el-Mâverdî'nin bu görüşüyle, konu
ile ilgili olarak Darü'l-Harp'ta kalmayı haram kılan ayet ve
hadisler arasındaki aykırılık açıktır. Hicret hükmü, Darü'l-Harp'te
müslüman olup oradan uzaklaşabilecek güçte olan herkes için geçerlidir
(eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VIII, 28, 29). Darü'l-Harp'ten
hicret etmenin, herhangi bir ma'siyetin işlenmesi veya herhangi bir
emrin yerine getirilmemesi veya İslâm devlet başkanının
istemesiyle vacip olacağı konusunda icmâ' vardır (eş-Şevkânî,
a.g.e., VIII, 29).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kişi "ben
hicret edeceğim ama, gideceğim yer tanımadığım, yabancısı
olduğum bir yerdir. Acaba orada geçimimi sağlayabilecek miyim?
Sonra ne zaman geleceği bilinmeyen ölüm, beni yolda yakalarsa
hicret etmiş sayılabilir miyim..." gibi bir takım düşünceleri
içinden geçirebilir. Ancak bunlar yersiz düşüncelerdir. Çünkü:
"Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak
bir çok yerler bulur, genişlik de bulur. Kim evinden Allah ve Rasûlüne
muhâcir olarak çıkıp da sonra yolda ölürse, onun mükâfatı
Allah'a aittir (en-Nisâ, 4/100). Bu bakımdan ne rızık endişesi
ne de "yolda ölüm" düşüncesiyle farz olan hicretten
geri kalamaz.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Yeryüzü iman-küfür
mücadelesinin alanıdır. Bu mücadelede kimi zaman iman bazan da küfür
egemen olmuştur. Mü'minler İslâmî kimliklerini yitirdikleri,
imanî zaaflara düştükleri, İslâmi ilimlerin yeterince tahsil
edilmediği ve cehaletin yaygınlaştığı dönemlerde küfür İslâm'a
gâlib gelecektir. İslâmî ilimlerin çok iyi bilindiği, İslâm'ın
yaşandığı, imanın kalb atışlarında bile hissedildiği dönemlerde
ise kuşkusuz İslâm egemen olacaktır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İslâm'ın ve küfrün
egemenliği ya da şeytana zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve
yeryüzünün kanunu hükmündedir. Dolayısıyla mü'minler İslâm'ın
egemen olmadığı toplumlarda yaşama durumunda kalabilirler.
Bundan dolayı hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi
asla kapanmaz, Mekke'nin de fethinden sonra hicret gündeme
getirilemez; hicret tarihin belirli bir dönemine ait bir olay değildir.
Hicret süreklilik arzeder ve kıyamete kadar kaimdir.</b></span>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke'nin
fethedildiği gün Abdurrahman b. Safvan (r.a) babasını getirerek,
Rasûlullah'a babasının da hicret sevabından payını almasını
istediğini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "Artık
hicret yoktur" diye cevap verir. Rasûlullah'ı bu konuda yumuşatmak
amacıyla, amcası Hz. Abbâs'ın yanına gider ve bu konuda
kendisine yardımcı olmasını ister. Hz. Abbâs .(r.a), Peygamber
(s.a.s)'e "Allah aşkına kabul et" derse de, Hz. Rasûlullah
şu cevabı verir: " Amcamın yeminini yerine getiririm, ama
hicret yoktur" Hadîsin râvilerinden olan Yezid b. Ziyâd:
"Halkı İslâm'ın egemenliği altına girmiş bulunan bir
yerden hicret edilemez, demek istiyor" diye hadisi açıklamıştır
(İbn Mace Keffâret).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Burada görüldüğü
gibi Mekke'den hicret etmek artık söz konusu değildir. Çünkü,
hicretten maksat gerçekleşmiş bulunuyor. Artık Mekke'nin kendisi
fethedilmek suretiyle Darü'l-İslâm olmuş ve İslâm'ın bütünüyle
hayata yansıyacağı bir yer haline gelmiştir. Allah'tan başka hiçbir
varlığın hâkimiyetinden söz edilemeyecektir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Diğer bir kısım
hadislerde ise, hicretin sürekliliğinden söz edilmektedir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Kâfirlerle
savaşıldıkça hicretin sonu gelmeyecektir (eş-Şevkânî a.g.e.,
VIII, 27). "Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en
hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicretini kendisine örnek alanlardır"
(Ebû Davûd, Cihad).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu hadislerden
anlaşıldığına göre, İslâm hâkim olduğu bir yerden hicret
etmenin farz veya vâcib olması söz konusu değildir. Ancak Darü'l-Harb'den
Darü'l-İslâm'a hicret etmemin vucûbu kıyamete kadardır. Ebu
Bekr İbnü'l-Arabî: "Hicret, Peygamber (s.a.s) zamanında
farz idi. Kendi dini veya nefsi için korkusu olan herkese farz
olarak devam etmektedir. Kesilen hicret Mekke'nin fethinden sonra,
Mekke'den Medine'ye olan hicrettir" (eş-Şevkânî a.g.e.,
VIII, 29) der.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hicretin hayata
yansımasında genel etkenlerden biri de İslâm devlet başkanıdır.
Halife, mü'minlerin bir yerden bir yere hicret etmelerini
isteyebilir. Mü'minler de buna aymak zorundadırlar. Zira müslümanlar
Halifenin İslâm'a muhalif olmayan bütün emirlerine uymak
zorundadırlar. Hilafet, İslâm'ın bütün hükümlerinin direkt
ya da dolaylı olarak bağlantılı olduğu bir müessesedir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Peygamber
Efendimiz, bazan büyük kalabalıkları bile hicret edip etmemekle
serbest bırakmıştır. Gönderdiği askerî müfreze (seriyye)
kumandanlarına verdiği tâlimât arasında şunları da görmekteyiz:
".. Onları İslâm'a davet et. Kabul ederlerse, sen de bunu
kabul et ve onlarla savaşma. Sonra bulundukları yerden muhâcirlerin
yurduna hicret etmelerini iste. Bunu yaptıklarında do muhacirlerin
leh ve aleyhlerinde olanın, kendilerinin de leh ve aleyhlerine
olacağını bildir. Eğer hicret etmeyecek olurlarsa, durumlarının
bedevî müslümanların aynısı olacağını onlara bildir. Onlara
mü'minlere uygulanan Allah'ın hükümleri uygulanacok, ancak müslümanlarla
birlikte cihada katılmadıkça fey' ve ganimetten pay
alamayacaklardır" (İbn Kesîr, Tefsîr, III, 329).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hicretin devlet
politikasında önemli bir yeri olmalıdır. İslâm Devleti,
durumuna göre hicretle ilgili bir takım düzenlemelere girişmek
zorundadır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu gibi istisnâî
durumların maksat ve nedenleri araştırıldığında bazı zümrelerin
bundan istisna edilmesi de tamamen toplumun iyilik ve hayrıyla yakından
ilgilidir. Mesela: Müzeyne, Medine'nin 35 km. uzağındaydı ve yüzlerce
savaşçıya sahipti. Bunların bulundukları topraklarda bırakılması,
İslâm Devlet topraklarını genişletme maksadını taşıyordu.
Bunların İslâm ülkesine hicret etmeleri birçok iktisâdî
zorlukların doğmasına neden olacak ve terkedilmiş verimli
topraklar ve sular, yabancıları ve belki de İslâm düşmanları
tarafından işgal edilecekti (Muhammed Hamidullah, İslam
Peygamberi, II, 277, 278). Bu bakımdan Peygamber Efendimiz İslâm
devleti sınırlarının genişlemesi ve müslümanların savaş gücünün
artırılması noktasından hareket etmiş ve duruma göre hicret üzerinde
durmuştur. Hicretin diğer bir amacı da; İslâm devletinin gücünü
arttırmaktır.<br />
</span></b>
</div>
<div align="center">
</div>
<hr width="100%" />
<div align="center">
<b><span style="color: #3366cc; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HİCRET
EDENLER VE ECİRLERİ:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah (c.c) için yapılan
her hareket, tavır ve söz'ün karşılıksız kalması mümkün değildir.
Allah için bulunduğu yeri, bin bir zorluk altında terk eden ve
bununla İslâm'ı daha iyi yaşamayı, Allah'a daha mükemmel bir şekilde
kullukta bulunmayı amaçlayan bir kimsenin eli boş döndürülmesi düşünülemez.
Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerîm'de, hicret edenlere müjdeler vermektedir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Muhakkak iman
edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, işte onlar,
Allah'ın rahmetini umabilirler" (el-Bakara, 2/ 219; et-Tevbe,
9/20).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Muhacir ve
ensardan daha önce iman etmiş olanlarla (sonradan) onlara ihsan ile
uyanlardan Allah razı olmuştur. Ve onlar da Allah (ın kendilerine
verdiği nimet ve sevap)dan razi olmuşlardır. Onlar o cennetlerde ebedî
kalıcıdırlar" (et-Tevbe, 9/100).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"(Kendilerine)
Zulmettikten sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada iyi bir şekilde
yerleştireceğiz elbette, ahiretteki ecir (leri) ise daha büyüktür.
Keşke ölmüş olsalardı" (en-Nahl, 16/41).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Amr b. el-Âs (r.a),
Rasûlullah'a kendisinin günahlarının affedilmesi şartıyla bey'at
edeceğini söyleyince, Rasûlullah'tan şu cevabı aldığını anlatmıştı:
"Sen İslâm'ın kendisinden (yani kişi müslüman olmadan) önce
işlemiş günahları yok ettiğini bilmiyor muydun? Hicretin ve haccın
da aynı şekilde (bunlar yapılmadan önce) işlenmiş günahları
silip süpürdüğünü bilmiyor muydun?"</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah, bütün yeryüzünün
ve tüm kâinatın biricik ve mutlak sahibidir. Bütün varlık âlemini
insan için yaratan ve onları insanın emrine veren Allah'tır. İnsan
ise; kendisine kulluk etmek, İslâm düzenini gerekleriyle birlikte,
noksansız olarak yaşamak için yaratılmıştır. Bundan yüz çevirenleri
cezalandıracak, sudan bahanelerle ibadetten geri kalanların
mazeretlerini kabul etmeyecektir. Ve bu mazeretler onları kendi
nefislerine zulüm etmiş olmaktan" kurtaramayacaktır. Bu konuda
Allahu Teâlâ kullarına şöyle seslenmektedir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ey inanmış
olan kullarım, muhakkak, benim mülküm olan yeryüzü (çok) geniştir.
O halde (şuna buna değil de) yalnız bana ibadet edin (el-Ankebût;
29/56).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu ayetin, İslâm'ı
açıkça yaşayamayan Mekkeli, güçsüz bir kısım müslüman hakkında
nazil olduğu bildirilmektedir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu ayet, Allah'ın
inanan kullarına, dinlerini açığa vurup yaşayamadıkları bir
yerden, onu kolayca yaşayabilecekleri başka bir yere hicret etmeleri için
bir emirdir. Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Memleketler, Allah'ın memleketleridir. Kullar da Allah'ın kullarıdır.
Nerede hayır bulursan orada yerle" ( İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'âni'l
Azim, II,14). Bütün insanlar Allah'ın kuludur ve yeryüzü de Allah'ındır,
bütün genişliğiyle yalnız onundur. Arz bütün insanları içine
alacak kadar geniştir. O halde insan bulunduğu yerde dininî, bütünüyle
Allah'ın emirlerini yaşayamıyor, bu konuda zorluklarla karşı karşıya
bırakılıyor, Allah'tan başka her şeye ve herkese kul olması için
zorlanıyor ve bu telkin yapılıyorsa orası müslümanın yaşayabileceği
yer değildir. Yaşayabileceği yeri aramalı ve bulmalıdır. "Bütün
yeryüzü Allah'ın olduktan sonra, onun Allah indinde en çok sevileni
kullarının yalnız kendisine ibadet ettikleri yerdir."</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İslâm'da hiç bir
şey putlaştırılamaz, isterse, bu içinde doğup büyüdüğümüz,
yakınlarımızın malımızın, ticaretimizin, acı tatlı her türlü
hatıralarımızın ve daha nice güzel şeylerimizin bulunduğu yer
olsun. Müslüman nerede inancını yaşayabiliyorsa, vatanı orasıdır.
"Kişinin bulunduğu memlekette yalnız Allah'a ibadet etmek kolay
olmaz; dinini açığa vurmakta zorluklarla karşılaşır, daralırsa,
orada bağlanıp kalmamalı, ibadetlerini serbest yapabileceği yere
gitmelidir. Hicret edip o darlıktan genişliğe çıkmak için ne
gerekiyorsa yapmak ve Allah'a kulluk etmek mü'minin prensibi olmalıdır"
(Elmalı, U.H. Y. Hak Dinî Kur'ân Dili, V, 3790).</b></span></div>
<div align="center">
</div>
<div align="center">
</div>
<hr width="100%" />
<div align="center">
<b><span style="color: #3366cc; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HİCRET
EDENLER VE ECİRLERİ:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah (c.c) için yapılan
her hareket, tavır ve söz'ün karşılıksız kalması mümkün değildir.
Allah için bulunduğu yeri, bin bir zorluk altında terk eden ve
bununla İslâm'ı daha iyi yaşamayı, Allah'a daha mükemmel bir şekilde
kullukta bulunmayı amaçlayan bir kimsenin eli boş döndürülmesi düşünülemez.
Allah (c.c) Kur'ân-ı Kerîm'de, hicret edenlere müjdeler vermektedir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Muhakkak iman
edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, işte onlar,
Allah'ın rahmetini umabilirler" (el-Bakara, 2/ 219; et-Tevbe,
9/20).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Muhacir ve
ensardan daha önce iman etmiş olanlarla (sonradan) onlara ihsan ile
uyanlardan Allah razı olmuştur. Ve onlar da Allah (ın kendilerine
verdiği nimet ve sevap)dan razi olmuşlardır. Onlar o cennetlerde ebedî
kalıcıdırlar" (et-Tevbe, 9/100).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"(Kendilerine)
Zulmettikten sonra Allah yolunda hicret edenleri dünyada iyi bir şekilde
yerleştireceğiz elbette, ahiretteki ecir (leri) ise daha büyüktür.
Keşke ölmüş olsalardı" (en-Nahl, 16/41).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Amr b. el-Âs (r.a),
Rasûlullah'a kendisinin günahlarının affedilmesi şartıyla bey'at
edeceğini söyleyince, Rasûlullah'tan şu cevabı aldığını anlatmıştı:
"Sen İslâm'ın kendisinden (yani kişi müslüman olmadan) önce
işlemiş günahları yok ettiğini bilmiyor muydun? Hicretin ve haccın
da aynı şekilde (bunlar yapılmadan önce) işlenmiş günahları
silip süpürdüğünü bilmiyor muydun?"</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Allah, bütün yeryüzünün
ve tüm kâinatın biricik ve mutlak sahibidir. Bütün varlık âlemini
insan için yaratan ve onları insanın emrine veren Allah'tır. İnsan
ise; kendisine kulluk etmek, İslâm düzenini gerekleriyle birlikte,
noksansız olarak yaşamak için yaratılmıştır. Bundan yüz çevirenleri
cezalandıracak, sudan bahanelerle ibadetten geri kalanların
mazeretlerini kabul etmeyecektir. Ve bu mazeretler onları kendi
nefislerine zulüm etmiş olmaktan" kurtaramayacaktır. Bu konuda
Allahu Teâlâ kullarına şöyle seslenmektedir:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ey inanmış
olan kullarım, muhakkak, benim mülküm olan yeryüzü (çok) geniştir.
O halde (şuna buna değil de) yalnız bana ibadet edin (el-Ankebût;
29/56).</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu ayetin, İslâm'ı
açıkça yaşayamayan Mekkeli, güçsüz bir kısım müslüman hakkında
nazil olduğu bildirilmektedir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu ayet, Allah'ın
inanan kullarına, dinlerini açığa vurup yaşayamadıkları bir
yerden, onu kolayca yaşayabilecekleri başka bir yere hicret etmeleri için
bir emirdir. Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
"Memleketler, Allah'ın memleketleridir. Kullar da Allah'ın kullarıdır.
Nerede hayır bulursan orada yerle" ( İbn Kesîr, Tefsirü'l-Kur'âni'l
Azim, II,14). Bütün insanlar Allah'ın kuludur ve yeryüzü de Allah'ındır,
bütün genişliğiyle yalnız onundur. Arz bütün insanları içine
alacak kadar geniştir. O halde insan bulunduğu yerde dininî, bütünüyle
Allah'ın emirlerini yaşayamıyor, bu konuda zorluklarla karşı karşıya
bırakılıyor, Allah'tan başka her şeye ve herkese kul olması için
zorlanıyor ve bu telkin yapılıyorsa orası müslümanın yaşayabileceği
yer değildir. Yaşayabileceği yeri aramalı ve bulmalıdır. "Bütün
yeryüzü Allah'ın olduktan sonra, onun Allah indinde en çok sevileni
kullarının yalnız kendisine ibadet ettikleri yerdir."</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İslâm'da hiç bir
şey putlaştırılamaz, isterse, bu içinde doğup büyüdüğümüz,
yakınlarımızın malımızın, ticaretimizin, acı tatlı her türlü
hatıralarımızın ve daha nice güzel şeylerimizin bulunduğu yer
olsun. Müslüman nerede inancını yaşayabiliyorsa, vatanı orasıdır.
"Kişinin bulunduğu memlekette yalnız Allah'a ibadet etmek kolay
olmaz; dinini açığa vurmakta zorluklarla karşılaşır, daralırsa,
orada bağlanıp kalmamalı, ibadetlerini serbest yapabileceği yere
gitmelidir. Hicret edip o darlıktan genişliğe çıkmak için ne
gerekiyorsa yapmak ve Allah'a kulluk etmek mü'minin prensibi olmalıdır"
(Elmalı, U.H. Y. Hak Dinî Kur'ân Dili, V, 3790).</b></span></div>
<div align="center">
</div>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-19962464492851918832013-05-24T00:06:00.003+03:002013-05-24T00:06:38.974+03:00HAZRET-İ ÖMERİN MÜSLÜMAN OLUŞU: <div align="center">
<span style="color: navy;"><b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HAZRET-İ
ÖMERİN MÜSLÜMAN OLUŞU: </span></b></span><span style="font-size: xx-small;"><span style="color: navy;"><br />
</span><b><span style="font-family: Verdana;"><br />
Kureyş Müşrikleri Habeş ülkesine hicret eden müslümanları,
kendilerine teslim etmemesi üzerine işkencelerini artırmaya başladılar.Kureyş
Müşriklerinin azıllılarından Ebu Cehil, kureyşlilere teklif götürerek
Peygamberi öldürülmesini teklif etti,ve bunu yapabilen her kim olursa
büyük ödülün verileceğini ilan etti.Hz.Ömer ‘’ben buna
talibim’’ dedi.Ona’’ Ey Ömer!Sen,buna elverişlisin!’’dediler.Hz.Ömer,vereceğiniz
mallar hakkında Sağlam Kefalet var mı? Diye sordu.Ebu Cehıl
‘’Evet var! Dedi.Hz.Ömer bu hususta onlarla bir anlaşma yaptı.
Hazret-i Ömer'in kız kardeşi Fatıma bint-i Hattab, Said b. Zeyd, b,
Amr,b. Nufeyl ile evli olup Fatıma hatun da, Said b. Zeyd de, Müslüman
olmuşlardı.Fakat, Müslümanlıklarını, Hz. Ömer'den, gizli
tutuyorlardı.Yine, Hz. Ömer'in mensup bulundu§u Adiy b. Ka’b oğullarından
Nuaym b. Abdullah Nahham da, Müslüman olmuştu.Kavmindan korktuğu için,
o da, Müslümanlığını, gizli tutuyordu.Habbab, b. Erett, Fatıma
hatuna gelip gidip Kur'an, okur ve okuturdu,</span></b></span></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bir gün, Hz, Ömer;
Peygamberimizle Eshabından bir cemaata saldırmak üzre, kılıcını,
kuşanmış olarak, evinden çıkmıştı ki Peygamberimiz ve Eshabının,
Safa tepeciğinin yanındaki bir evde toplandıkları ve kadınlı,erkekli
kırk</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">kişiye yakın
oldukları, kendisine haber verilmişti.Dar-ı Erkam'da; Peygamberimiz
Aleyhisselam ile Amucası Hz. Hamza,Eshab-ı Kiramdan Hz. Ebu Bekr, Hz.
Ali ve Habeş ülkesine hicret etmeyip Peygamberimizle birlikte Mekke'de
oturan Müslümanlardan bazıları da, bulunuyordu.Nuaym b. Abdullah,
Hz, Ömer'e rast geldi. Ona "Ey Ömer! Nereye gitmek istiyorsun?"
diye sordu.Hz, Ömer: "Kureyşilerin işlerini, darmadağan eden,Akıllarını,
akılsızlık sayan, Dinlerini, ayıplayan, İlahlarına, dil uzatan ,
Şu Ata dinini, bırakıp yeni din tutan Muhammed'e gitmek istiyorum! Öldüreceğim
onu!" dedi.Nuaym b. Abdullah "Vallahi, ey Ömer! Seni, nefsin
aldatmıştır nefsin! Sen, Muhammed'i, Öldürünce, Abd. Menaf oğullarının,
seni, yeryüzün gezer bırakacağını mı sanıyorsun.Sen, kendi ev
halkına, dönsen de, onların işi üzerinde dursan olmaz mı dedi.Hz.
Ömer ", Sen, benim Ev halkımdan, hangisini kasdediyorsun?"
diye</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">sordu, Nuaym b.
Abdullah "Enişten ve Amucanın oğlu olan Said b, Zeyd, b,Amr'ı
ve kız kardeşin Fatıma bint-i Hattab'ı, kasd ediyorum! Vallahi,
ikisi de, Müslüman oldular, Muhammed'e, uydular ve Onun,dinine
girdiler!</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Sana, önce, onlarla
ilgilenmek düşer!" dedi. Hz. Ömer, hemen, geri dönüp kız
kardeşi ile Eniştesinin evine kadar gitti.O sırada, onların yanında
Habbab b. Erett ve onun yanında da, içinde Taha suresi yazılı bir
Sahife, bulunuyor, onu, onlara okuyordu: Hz. Ömer'in tıkırtısını,
işittikleri zaman, Habbab, evin bir köşesinde gizlendi.Fatıma, hatun
Sahife'yi alıp uyluğunun altına sakladı. Hz. Ömer, evin yanına
geldiği zaman, Habbab'ın, Fatıma hatunla Said</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">b.Zeyd'e, Kur'an
okuduğunu, işitmişti.Eve, girince "İşitmiş olduğum o şey,
ne idi?" diye sordu.Kız kardeşi ile Eşniştesi ` `Sen, bir şey
işitmedin ! ' ' dediler.Hz. Ömer "Evet! Vallahi, ikinizin de,
Muhammed'e uyduğunuzu ve Onun dinine girdiğinizi, haber aldım!?"
dedi ve hemen Eniştesi Said b. Zeyd'in üzerine çullandı.Fatıma
hatun kalkıp onu, kocasının üzerinden ayırmak, uzaklaştırmak
isteyince, Hz. Ömer, vurup Fatıma hatunun başını yardı!</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Ömer, bunu, yapınca,
kız kardeşi de, Eniştesi de "Evet! Biz, Müslüman olduk,
Allah'a ve Resulüne iman ettik!</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Sen, istediğini
yap!" dediler. Hz. Ömer, kız kardeşinin başını, yarıp kanattığını,
görünce, yaptığına pişman oldu. Yapmak istediği şeylerden vaz geçti.
Kız kardeşine "Demin okuduğunuzu sizden dinlediğim şeylerin
yazılı bu-</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">lunduğu şu
Sahife'yi, bana, ver de, Muhammed'in getirdiği şeyin ne olduğuna bir
bakayım?" dedi.Kız kardeşi "Biz, senin Sahife'ye, bir şey
yapmandan,korkarız!" dedi.Hz.Ömer "Korkma!" dedi ve onu,
okuduktan sonra, geri vereceğine, ilahları üzerine yemin etti.Bunun
üzerine, Fatıma hatun, Onun Müslüman olacağını umarak "Ey</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kardeşim! Sen, puta
taptığın müddetce, pissin (temiz değilsin!) Halbuki, Ona (Kur'an-ı
Kerim, yazılı Sahife'ye) pak olandan başkası, dokunamaz! "
dedi.Hz. Ömer, kalkıp yıkanınca Fatıma Hatun, ona, Sahife'yi,
verdi.Sahife'de, Taha suresi yazılı idi.Hz. Ömer, sureyi baş tarafından
okumağa başladı.Hz. Ömer: "Bu sözler, ne kadar güzel, ne
kadar değerli!" demekten, kendini, alamadı. Habbab, bunu, işitince,
saklandığı yerden çıkıp Hz. Ömer'in yanına geldi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Ey Ömer!
Vallahi, Allah'ın, Peygamberinin duasını, sana nasib edeceğini,
umuyorum:Ben, dün, Peygamber Aleyhisselam'dan işittim ki: O; (Ey Allahım!
İslam'ı,Ebulhakem b.Hişam veya Ömer b. Hattab ile güçlendir!)
diyerek dua etmişti. Ey Ömer! Artık, Allah'dan, kork! Allah'dan!"
dedi.Hz.Ömer, Habbab'a "Ey Habbab! Sen, bana, Muhammed'in bulunduğu
yeri, göster de, yanına varıp Müslüman olayım?" dedi.Habbab:
"O, Safa tepesinin yanındaki bir Ev'in içindedir.Yanında da,
Eshabından bazıları, bulunuyordur." dedi.Hz. Ömer, hemen kalkıp
kılıcını, kuşandı. Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam ile Eshabının
bulunduğu yere kadar varıp kapıların, çaldı.Hz. Ömer'in sesini, işitince,
Peygamberimizin Eshabından bir Zat kalkıp kapının gediğinden dışarı
baktı.Hazret-i Ömer'i, kılıcını, kuşanmış olarak, görünce,
korktu. Peygamberimizin yanına döndü "Ya Resulallah! Bu, Ömer
b. Hattab'dır. Kılıcını kuşanmış bir haldedir!"
dedi.Hz.Hamza "Ona, izin ver! Eğer, o, iyilik için geldi ise,
kendisine bol bol iyilik ederiz.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Eğer, kötülük için
geldi ise, onu, kendi kılıcıyla öldürürüz!"
dedi.Peygamberimiz "Ona, izin veriniz!" buyurdu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kapıdaki zat, ona,
izin verdi.Peygamberimiz, kalkıp ona, doğru vardı ve kendisi ile
avluda karşılaştı.Kuşağından veya ridasının toplandığı
yerden tutup kendine doğru hızlıca çekti. ve ’ Ey İbn. Hattab Ne
getirdin Vallahi, Allahın, sana, bir musibet indirmesine kadar duracağını,
sanmıyorum!" buyurdu. Hazret-i Ömer "Ey Allah'ın Resulu!
Ben, Allah'a, Allah'ın Resulüne ve Ona, Allah'dan gelen şeylere iman
edeyim diye Senin yanına geldim!" dedi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bunun üzerine,
Peygamberimiz "Allahu Ekber!" diyerek Tekbir
getirdi.Peygamberimizin Eshabından olan ve evde bulunan halk, hz. Ömer'in
Müslüman olduğunu, anladılar.Onlar da, Tekbir getirdiler.Tekbir
sesleri, Mekke yollarında duyuldu.Hz. Ömer, der ki: "Müslüman
olup ta, dövülmeyen, dövmeyen bir kimse görmedim.Ancak, bundan,
benim payıma, hiç bir şeyin düşmediğini gördüm.Kendi kendime (Müslümanlar,
musibetlere uğrarlarken, ben, musibete</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">uğramamak istemem !)
dedim. Müslüman olduğum gece, kendi kendime düşündüm. (Mekke halkından,Resulullah
Aleyhisselam'a, düşmanlıkta en azılısı kim ise, gidip Müslüman
olduğumu, ona, haber vereyim! Tamam! Ebu Cehl'e, haber vereyim.
dedim.Sabaha çıktığım zaman, Ebu Cehl'in kapısını, çaldım. Ebu
Cehl, yanıma çıkıp (Hoş geldin kız kardeşimin oğlu! Ne haber
getirdin?) dedi.(Allah'a ve O'nun Resulü olan Muhammed'e iman ve
Kendisinin getirip</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">bildirdiği şeyleri
tasdik ettiğimi, sana, haber vereyim diye geldim!? deyince, kapıyı, yüzüme
çarparcasına kapayıp (Allah, Seni de, Senin getirdiğin haberi de, çirkin
ve iyilikten uzak etsin!) (Allah, senin de, belanı versin, senin
getirdiğin haberin de,belasını versin!) dedi." Ve Hz. Ömer Müslüman
olduktan sonra Müslümanlar açıktan ,Kabede ,toplu, cemeat halinde
namaz kılmaya başladılar.Ve Hz.Ömer Müslümanlığı seçtikten
sonra , islamiyete meyili olan bir cok Kureyşli islamiyeti seçmeye başladılar.<br />
</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">AKABE BEY'ATLARI</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
Medine'den gelip ilk müslüman olanlarla 621-622 yıllarında Mekke'nin
Akabe adı verilen mevkîinde yaptığı iki anlaşma ve ahidleşme.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke'ye üç km.
kadar uzaklıkta bulunan Mina ile Mekke arasındaki bir mevkiye verilen
Akabe adına bölgenin başka yerlerinde de rastlanmaktadır. Aynı adı
taşıyan birçok yer bulunmasına rağmen Akabe denince ilk defa bu meşhur
ahidleşme ve anlaşmaların yapıldığı mevkî hatıra gelmektedir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm'ı çeşitli
kabile ve gruplara anlatmağa çalışan Resulullah (s.a.s.) özellikle
Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen kabileler arasında dolaşıyor ve onlara
bu yeni mesajı iletmeye uğraşıyordu. Bu hac mevsimlerinin birinde
Yesrib (Medine)'den gelen ve bu şehirde yaşayan iki Arap kabilesinden
biri olan Hazrec kabîlesine mensup bazı kimselerle karşılaşan Hz.
Peygamber, onları İslâm'a davet etti. Peygamberliğinin onbirinci yılında
onun bu çağrısına adı geçen kabileden altı kişi icabet edip, büyük
bir samimiyetle bu yeni dine sarıldılar. Zira yıllardır Yesrib'teki
diğer Arap kabilesiyle aralarında sürüp gitmekte olan Buas savaşlarından
bezmiş olduklarından bu yeni dinin aralarında bir barış ortamı oluşturacağını
ümit ediyorlardı. Yesrib'e geri döndüklerinde bu olaydan ve yeni
dinlerinden kardeş kabîle Evs'e bahsedip onları da İslâm'a davet
edeceklerine ve gelecek yıl yine Hacc mevsiminde aynı yerde
Resulullah'la buluşacaklarına dair söz verip ayrıldılar</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Medine'de yaşayan bu
iki kabîlenin dışında ayrıca üç Yahûdi kabîlesi daha
bulunuyordu. Bunlar müşrik Arapları dinlerinden ve putperestlik anlayışlarından
dolayı hep hor görüyorlardı. Yahûdiler ellerindeki Tevrat'a, ayrıca
âlimlerinden ve atalarından işitip durduklarına göre yakında bu bölgede
zuhur edecek bir peygambere iman edeceklerini ve bu peygamberin desteğiyle
putperestliğe son vererek Arapları ortadan kaldıracaklarını söyleyip
duruyorlardı. Yahûdilerin bu sözleri Yesrib'li Evs ve Hazrec
kabilelerinin zihninde yer etmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Akabe'de
görüşünce, yahûdilerden önce davranıp bu peygamberin yanında yer
almakta hiç tereddüt etmediler. Bu ilk müslüman Yesribliler
Resulullah'a iman ederek şöyle dediler: "Kavmimiz çok zor günler
yaşıyor, hiç iyi bir durumda değiliz. Yıllardır süren çatışmalar
aramızda sonu gelmez bir anlaşmazlığa sebep oldu. Bu yeni dinin
bizleri biraraya getireceğine ve bizleri barıştırıp kaynaştıracağına
inanıyoruz." Gerçekten Yesribliler Buas savaşlarının artık
son bulmasını istiyorlardı. Hz. Peygambere iman eden Hazrecliler şu
kişilerden ibaretti: Es'ad b. Zurâre, Avf b. Hâris, Râfi' b. Mâlik,
Ukbe b. Âmir, Kutba b. Âmir ve Câbir b. Abdullah b. Riab. Bunlardan
ilk ikisi Neccaroğullarına mensup idi. (İbn Hişâm, Sîre, II, 70 vd.;
İbn Sa'd, Tabakât, I, 217 vd.). İslâm'a gönül veren bu ilk
Medineli müslümanlar memleketlerine geri dönerek bütün güçleriyle
bu yeni dini tanıtmaya ve akrabalarının da iman etmelerini temine çalıştılar.
Bu küçük grubun Yesribliler üzerinde büyük etkileri oldu. Evs ve
Hazrec'ten bir çok kimse bunların aracılığıyla İslâm'a girdi. Özellikle
Resulullah'ın dayılarından olan Neccaroğullarına mensup Es'ad b.
Zurâre ile Avf b. Hâris müslümanlıklarını asla gizlemeksizin büyük
bir gayretle insanları İslâm'a davet ettiler. Gerçekten İslâm akîdesi
Yesrib de yıllardır süren savaşların sona ermesinde büyük bir
etken oldu. Düşmanlıklar sona erdi ve insanlar Allah'ın rahmeti sâyesinde
kısa zamanda kardeşler oluverdiler. Ertesi yıl yani peygamberliğin
onikinci yılında yine Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen Yesrib'li oniki
kişi Akabe mevkiinde Resulullah (s.a.s.) ile geceleyin gizlice buluştular.
Bunlardan altısı bir önceki yıl müslüman olan kişilerdi. Birinci
Akabe Bey'atı adı verilen bu bey'atta bulunan sahâbelerden Ubâde b.
es-Sâmit, hadiseyi söyle anlatır:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Refahta olduğu
kadar sıkıntıda, sevinçte olduğu kadar üzüntüde de onu
destekleyecek ve her konuda emirlerine itaat edeceğimize, Resulullah'ı
kendi nefislerimizden aziz tutup, durum ne olursa olsun ona muhalefet
etmeyeceğimize, Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından
korkmayacağımıza, Allah'a asla şirk koşmayacağımıza, hırsızlık
ve zina yapmayacağımıza, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize,
kendiliğimizden uyduracağımız yalan ve dolanlarla hiç kimseye
iftirada bulunmayacağımıza, hiç bir hayırlı işte Resulullah'a
muhalefet etmeyeceğimize dair bey'at ettik. Ayrıca bizden birinin
verdiği sözünde durmasına karşılık onun ecir ve mükâfâtının
Allah'a ait olduğuna ve ona Cennet nimetinin verileceğine; kim insanlık
haliyle bunlardan birini işler de ondan dolayı dünyada cezaya çarptırılırsa
bunun ona keffâret olacağına; kim de yine bunlardan birini işler de
işlediği o suçu Allah açığa vurmazsa onun işinin Allah'a kalacağına;
Allah'ın dilerse onu bağışlayıp dilerse azaba uğratacağına dair
Resulullah'ın bize bildirdiği hususlara sadık kalacağımıza da söz
verdik."</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu birinci Akabe
Bey'atına katılan oniki kişiden altısı bir önceki yıl iman eden
kimselerdi. Diğer altısı ise Muaz b. Hâris, Zekvân b. Kays, Ubâde
b. es-Sâmit, Yezid b. Sa'lebe, Abbâs b. Ubâde ve Ebu'l-Heysem Mâlik
b. Teyyihan idiler. Bazı kaynaklarda bir önceki yıl Resulullah ile
tanışan altı kişiden biri olan Câbir b. Abdullah yerine Uveym b.
Saide'nin birinci Akabe Bey'atında bulunduğu ifade edilir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Medineliler, hacdan
geri dönerlerken, yanlarında, İslâm'ı öğretmek üzere Resulullah
tarafından tayin edilen Mus'ab b. Umeyr'i götürdüler. Kısa surede
Medine-i Münevvere'de İslâmiyet hızla yayıldı. Mus'ab b. Umeyr,
Rasûlullah'ı Medine'deki her hareketten haberdar ediyordu. Kısa
zamanda Evs ve Hazrec kabilesinin bütün evleri İslâm'ın nuruyla aydınlanmaya
başladı. Artık Medine, bir İslâm devletinin doğuşuna hazır hâle
gelmişti. Mus'ab b. Umeyr'in gayret ve etkisiyle Yesrib'in ileri
gelenlerinden Sa'd b. Muaz ve Useyd b. Hudayr müslüman oldular. Bu iki
büyük reisin İslâm'a girmesiyle İslâm, Medine'de bir hayli kabul gördü.
Bunun üzerine Medineliler Hz. Peygamberi şehirlerine dâvet etmeye
karar verdiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Birinci Akabe Bey'atından
bir yıl sonra Medineliler yeniden hac için Mekke'ye geldiler. İçlerinde
ikisi kadın yetmiş beş müslüman vardı. Allah Resûlünün bu defa
onlarla ilgi kurması İslâm'ın tebliğinden ibaret değildi. Çok önemli
kararlar arifesindeydiler. Buluşma yeri yine Akabe mevkii oldu. Buluşma
gizli yapılacak ve hiç kimseye haber sızdırılmayacaktı. Gece yarısına
doğru, Medineliler, gayet tedbirli hareket ederek kararlaştırılan
yerde toplandılar.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Rasûl-i Ekrem
Akabe'ye bu defa amcası Abbâs ile birlikte geldi. Abbâs henüz ya müslüman
olmamış, yahut müslümanlığını gizliyor, ancak yeğenini himaye
ediyordu. Böylesi bir toplantıda bulunmayı bir aile borcu kabul etmişti.
Toplantıda ilk sözü Hz. Abbâs aldı:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">- Ey Hazrecliler,
Muhammed (s.a.s.)'in aramızdaki mevkii bildiğiniz gibidir. Biz, onu düşmanlarından
koruduk ve koruyacağız. Kendisi burada, ailesinin yanında, nezdimizde
izzet ve ikrâm içindedir. Fakat sizinle bir andlaşma yapmak ve size
katılmak istiyor. Ona verdiğiniz sözü tutmak, kendisine muhalefet
edenlere karşı gelmek hususunda azminiz kuvvetli ve sağlam ise buna
bir diyecek yoktur. Fakat onu ele verecek, yanınıza geldikten sonra
yalnız başına bırakacaksanız, bunu şimdiden söyleyiniz ve onu
kendi haline bırakınız.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Medineli Müslümanların
cevabı şöyle oldu:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">-Dediklerinizi
dinledik. Ey Allah'ın resulü, siz söyleyin! Kendiniz adına, Allah adına
istediğiniz andı bizden alınız. Biz hazırız.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah Hz.
Muhammed (s.a.s.) Kur'an-ı Kerim'den bazı ayetler okuduktan sonra şöyle
buyurdular:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Kadınlarınızı
ve çocuklarınızı nasıl koruyorsanız, beni de öylece korumak üzere
size elimi veriyorum"</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Elini ilk uzatan, Berâ
b. Ma'rur oldu. O, şöyle dedi:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">-Bey'at ettik ya
Resulullah, seni Hak dinle gönderen Allah'a yemin ederiz ki kendimizi,
çocuk ve hanımlarımızı koruduğumuz gibi seni de koruyacak ve
savunacağız. Biz, zaten harp içinde yoğrulmuş kimseleriz. Zırha alışkınız.
Bu, bize atalar mirasıdır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bera'dan sonra söz
alan Ebu'l Heysem de:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">- Ya Resulallah,
dedi. Bizim yahudilerle bir takım bağlantılarımız vardır. Bu bağlantıları
keseceğiz. Biz bunu yaptıktan sonra siz de Allah'ın inâyetiyle
muvaffak olunca bizi bırakıp kendi kavminizin yanına döner misiniz?</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah (s.a.s.) gülümsediler
ve dediler ki:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Kanım sizin
kanınızdır. Siz bendensiniz, ben de sizdenim. Kiminle dövüşürseniz"
ben sizin yanınızdayım. Kiminle barış yaparsanız, ben de onunla
barış yaparım. "</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah
(s.a.s.)'in bu sözlerini duyan herkes, bey'at etmek üzere elini uzatıyordu.
Bu sırada Abbâs b. Ubâde ortaya atılarak şunu söyledi:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">-Hazrecliler! Bu zata
niçin bey'at ettiğinizi biliyor musunuz? Ona bey'atla insanların kırmızısına
ve siyahına, yani Arap ve Arap olmayana karşı savaşa hazır olmayı
kabul etmiş oluyorsunuz. Bir felâkete uğradığınız ve ulularınızın
maktul düştüğünü gördüğünüz zaman onu yalnız başına bırakacaksanız
şimdiden bırakınız. Bu, daha doğru olur. Yoksa dünyada ve ahirette
rüsvay olursunuz. Fakat ona verdiğiniz sözü tutacak, malca felâkete
uğramayı, büyüklerinizin ölümüyle karşılaşmayı göze
alacaksanız, bunu yapınız. Çünkü dünya ve ahiret hayrı bundadır.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hepsi kabul ettiler
ve sordular:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">- Ey Allah'ın Resulü,
buna karşılık bize ne va'd ediyorsunuz?</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Cennet"
dedi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bey'at kısa zamanda
tamamlandı. Hepsi de darlıkta ve genişlikte her halükarda itaate, sözün
ancak doğrusunu söylemeye ve Allah yolunda hiç bir kınayıcının kınamasından
korkmamaya söz verdiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bey'attan sonra
Resulullah (s.a.s.), Hazrec'den dokuz, Evs'den üç kişi olmak üzere
on iki nakip seçtiler. Es'ad b. Zurâre de hepsinin başı ve emîri seçildi.
Bunlardan her biri bir kabîlenin reisi idiler. Bunun anlamı, oniki
kabilenin İslâmiyeti kabul etmesiydi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bey'at gece karanlığında
tenhada ve gizlilik içinde yapılmıştı. Fakat bey'atın bitiminde
bir çığlık karanlığın perdesini yırttı:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">- Ey Kureyş,
Muhammed ile atalarının dininden çıkanlar, sizinle döğüşmek için
andlaşma yaptılar!..</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Fakat müslümanların
artık kimseden çekindikleri yoktu. Bu sesi duyar duymaz Abbas b. Ubâde
şöyle dedi:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">- Ya Resulallah, seni
hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki istersen sabah olur olmaz kılıçlarımızı
kınından sıyırır üzerlerine saldırırız. Resulullah (s.a.s.) ise
şöyle buyurdular:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Hayır... Bize
savaş izni daha verilmiş değildir. Şimdilik hepiniz yerlerinize dönünüz."</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm'a teslim olup
Resulullah'a tam anlamıyla bey'at eden bu ilk müslüman kitle için
emre itaat mutlak idi. Akabe'deki bu toplantı dağıldı ve herkes
yerine döndü. Sabah olunca Kureyşli müşrikler bu bey'attan haberdar
olmuşlardı. Müşrikler bu anlaşmanın mahiyetini araştırmağa başladılar.
Fakat henüz müslüman olmamış olan Yesribliler'in Hz. Peygamber ile
anlaşmalarına bir türlü anlam veremiyorlardı. Mekkeli müşrikler
bu gizli anlaşma hakkında bir bilgi alamadan Yesrib'li müslümanlar
şehri terk etmişlerdi .</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">İslâm Devleti'nin
kurulmasında önemli bir dönüm noktası olan ikinci Akabe bey'atına,
Resulullah'ın savaş ve barışta korunacağına dair prensiplerin
tesbit edildiği ve kararların alındığı bir bey'at olmasından
dolayı, "Bey'atü'l-Harb" adı verilir. İkinci Akabe bey'at'ının
gerçekleşmesiyle İslâm tarihinde yeni bir dönem başlıyor ve o gün
İslâm Devleti'nin temeli atılmış oluyordu.</span></b></div>
<div align="center">
</div>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-87155140083379978722013-05-24T00:05:00.003+03:002013-05-24T00:05:48.958+03:00HABEŞİSTAN'A HİCRET<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HABEŞİSTAN'A
HİCRET</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kur'an, bir yandan müminleri
hicrete hazırlarken, diğer yandan da hristiyanlık ve Hz. İsa hakkında
gerekli bilgilerle donatıyordu. Habeşistan hicretinin hemen öncesinde
gelen Meryem suresi, müminleri bu konuda yeterince bilgilendirdi. Ayrıca,
müminlere hristiyanlarla nasıl mücadele etmeleri gerektiği öğretildi:
"İçlerinden zulmedenleri hariç, kitap ehliyle ancak en güzel
tarzda mücadele edin ve deyin ki; "Bize indirilene de, size
indirilene de inandık. İlâhımız ve ilâhınız birdir, biz de O'na
teslim olanlarız" (el-Ankebût, 29/46). Bu hazırlama ve
bilgilendirmeden sonra, müminlerin hicreti bilfiil gerçekleştirmeleri
yönünde açık işaretler taşıyan şu ayetler geldi: " Ey
inanan kullarım, benim arzım geniştir, bana kulluk edin. Her can ölümü
tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz. İnanıp iyi işler
yapanları cennette, altlarından ırmaklar akan yüksek odalara yerleştiririz;
orada ebedî olarak kalırlar. Çalışanların ücreti ne güzeldir.
Onlar ki sabredenler ve Rabblerine tevekkül ederler. Nice canlı var ki
rızkını taşıyamaz; onları da, sizi de Allah besler. O işitendir,
bilendir" (el-Ankebût, 29/56-60). Ankebût suresi, çoğu müfessire
göre Habeşistan hicretinden çok sonra, Medine'ye hicretten hemen önce
inmiştir. Ancak merhum Mevdûdî, yaptığı tahkikle surenin Habeşistan
hicretinden önce indiği sonucuna varır. Ona göre önceki müfessirleri
surenin hicretle ilgili ayetleri yanıltmış, yanlış değerlendirmelerine
neden olmuştur. Daha önce merhum Derveze de aynı sonuca ulaşmış
olmalı ki, Türkçe'ye "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı"
adıyla çevrilen eserinde andığımız ayetlerin Habeşistan
hicretinin gerçekleştirilmesine işaret eden bir anlam taşıdıklarını
belirtir (II, 233).<br />
Andığımız son ayetler indiği sırada artık hicret zamanı gelmişti.
Çünkü müşriklerin zulümleri, baskı ve işkenceleri dayanılmaz
bir hadde ulaşmıştı. Hz. Peygamber, müminlerin Habeşistan'a hicret
etmelerini buyurdu. Rivayetler, hicret yurdu olarak Habeşistan'ın seçilmesinin
nedenini, Necâşî'nin zulme rıza göstermeyen, adil bir insan olmasına
bağlar. Buna ilâve olarak sıkı ticaret ilişkileri nedeniyle tanınmasının,
halkının ilâhî kaynaklı bir inanca (Hristiyanlık) sahip olmasının
ve son olarak İslâm'ın orada yayılma imkânının bulunmasının da
seçimi etkilediği söylenebilir.<br />
Hz. Peygamber'in tavsiyesi üzerine bir grup mümin Mekke'den ayrılarak
Habeşistan'a göçtü. Nübüvvetin beşinci yılının (614) Receb ayında
gerçekleşen ilk bu hicrete en çok kabul gören rivayete göre onbiri
erkek, dördü kadın olmak üzere toplam onbeş kişi katıldı. Bunlar
arasında Hz. Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf,
Osman b. Maz'un, Mus'ab b. Umeyr, Ebû Seleme b. Abdu'l-Esed gibi önde
gelen sahabîler de bulunuyordu. Bu ilk muhâcirler Habeşistan'da son
derece iyi karşılandılar. Kendi ifadeleriyle, dinlerini yaşama
konusunda tam bir özgürlük ve güven içindeydiler. Allah'a
istedikleri gibi ibadet ediyorlar ve kimse tarafından rahatsız
edilmiyorlardı. Ne eziyet görüyor, ne de kötü laflar işitiyorlardı.
Fakat iki ay sonra, müşriklerin müslüman oldukları yolunda yanlış
bir haber nedeniyle Habeşistan'dan ayrılarak Mekke'ye döndüler.
Mekke yakınlarına gelince gerçeği öğrendilerse de iş işten geçmişti.
Çaresiz, herbiri bir kabîle reisinden emân alarak Mekke'ye girdiler.<br />
Habeşistan'dan dönen müminlerin büyük çoğunluğu kendi aileleri
tarafından yeniden baskı altına alındı. Müşriklerin zulümleri de
her geçen gün biraz daha şiddetlendi. Öte yandan ilk hicret, Habeşistan'ın
müminler için güvenli bir yer olduğunu göstermişti. Bu nedenle Hz.
Peygamber müminlere ikinci kez hicret izini verdi. Nübüvvetin altıncı
yılı (615) başlarında, Ca'fer b. Ebî Tâlib'in önderliğinde gerçekleştirilen
bu ikinci hicrete 18 ya da 19'u kadın olmak üzere toplam 101 ya da 103
müslüman katıldı. İlk muhâcirlerin hemen tümü, ikinci hicrette
de yeraldı. İkinci hicret, Mekke'de tam bir matem havası estirdi.
Çünkü Mekke'de en az bir ferdi hicrete katılmayan aile yok gibiydi.
Bir ailenin oğlu gitmişse diğerinin damadı; birinin kardeşi gitmişse,
diğerinin babası ya da amcası gitmişti.<br />
İkinci Habeşistan hicreti müşrik liderleri büyük bir telaşa düşürdü.
Böylesine büyük bir kitle hâlinde gelen müslümanlar, son derece müsâit
bir ülke olan Habeşistan'ın İslamlaşmasına neden olabilir, ya da
en azından Hz. Peygamber'e güçlü bir müttefik kazandırabilirlerdi.
Böyle muhtemel bir tehlikenin önüne geçmek için Kureyş'in iki ünlü
diplomatı Amr b. El-Âs ile Abdullah b. Ebî Rabîa'yı Habeşistan Necâşî'sine
elçi olarak göndermeyi kararlaştırdılar. Planlarına göre elçiler
önce Necâşi'nin yakın çevresindekileri hediyeleriyle yanlarına çekecekler,
daha sonra onların da yardımlarıyla. Necâşî'nin müslümanları
Mekke'ye iade etmesini sağlayacaklardı. Fakat sonuç hiç de umdukları
gibi olmadı. Gerçi elçiler yakın çevresinin desteğini sağladılar
ama, gerçekten adil bir insan olan Necâşi'yi bütün diplomatik
oyunlarına rağmen zulümlerine ortak edemediler.<br />
Elçiler Necâşî ile görüşerek muhacir müslümanların birtakım
beyinsiz gençler olduklarını, kendi dinlerini terkettiklerini fakat
hristiyan da olmayarak yeni bir din icad ettiklerini, onları gözetmek
amacıyla akrabalarının iade edilmelerini istediklerini söylediler.
Necâşî, kendileriyle görüşmeden bir karar veremeyeceğini
belirterek müslümanları yanına çağırttı; elçilerin taleplerini
aktararak ne diyeceklerini sordu. Ca'fer b. Ebî Tâlib böyle bir
talebe hakları olmadığını göstermek amacıyla elçilerden;
kendilerinin köleleri, borçluları ya da kısas etmek istedikleri
katiller olup olmadıklarının sorulmasını istedi. Amr'ın sorulara
olumsuz cevap vermesi üzerine, ne hakla iade talebinde bulunulduğunu
öğrenmek istedi. Amr'ın daha önceki sözlerini tekrarlaması ve Necâşî'nin
İslâm hakkında bilgi istemesi üzerine Hz. Ca'fer ünlü konuşmasını
yaptı.<br />
Ca'fer b. Ebî Tâlib, İslâm öncesi durumları ile Hz. Peygamber ve
İslâm hakkında kısaca bilgi verdiği bu konuşmasında şunları söyledi:
"Ey Hükümdar, biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapardık. Ölü
eti yerdik. Her kötülüğü işlerdik. Akrabamızla ilgilenmez,
ilgimizi keserdik. Komşularımıza iyi davranmaz, kötülük yapardık.
İçimizden güçlü olanlar zayıf olanları yer, ezerdi. Yüce Allah
bize kendimizden, soyunu sopunu, doğru sözlülüğünü, eminliğini,
iffet ve nezâhetini bildiğimiz bir peygamber gönderinceye kadar biz
hep bu durum ve tutumda idik. O peygamber, bizim ve babalarımızın
Allah'tan başka tapına geldiğimiz taştan vesâireden yapılmış
putları bırakarak Allah'ın birliğine inanmaya ve yalnız O'na ibadet
etmeye bizi davet etti. Doğru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi,
akraba ile ilgilenmeyi, komşularımızla iyi geçinmeyi, haramlardan,
kan dökmekten vazgeçmeyi bize emretti. Bizi her türlü çirkin, yüz
kızartıcı söz ve işlerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten,
iffetli kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten men ve nehyetti.
Kendisine hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın yalnız Allah'a ibadet
etmemizi bize emretti. Ve yine bize namazı, zekâtı, orucu de emretti.
Biz ona inandık ve kendisini tasdik edip doğruladık. Onun Allah tarafından
getirdiklerine göre kendisine tabi olduk. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın
yalnız Allah'a ibadet ettik. Onun bize haram kıldığı şeyi haram,
helâl kıldığı şeyi helâl bildik. Fakat kavmimiz üzerimize yürüyüp
bizi yüce Allah'a ibadetten vazgeçirerek putlara taptırmak,
dinimizden döndürmek, öteden beri serbestçe işleyegeldiğimiz kötülükleri
tekrar işletmek için türlü işkencelere uğrattılar. Onlar bize
galebe çalıp zulüm ve tazyikleri altında ezmeye başladıkları,
dinimizle aramıza girdikleri zaman, senin ülkene çıkmak, sığınmak
zorunda kaldık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himayene can attık.
Ey Hükümdar, bir, senin yanında hiçbir zulme ve haksızlığa uğramayacağımızı
umuyoruz" (M. Asım Köksal, İslâm Tarih,i, Mekke Dönemi, IV.
191-192; bk. İbn Hişâm, es-Sire, I, 356-362; Taberî Tarih, II, 225).<br />
Konuşmayı dikkatle dinleyen Necâşî, yanlarında Kur'an'dan bir bölüm
bulunup bulunmadığım sordu. Bunun üzerine Ca'fer, hicretlerinden
hemen önce nazil olan Meryem Suresinin ilk otuzbeş ayetini okudu.
Rivayetlere göre, ayetleri gözyaşları içinde dinleyen Necâşî,
bunların Hz. Musa ve İsa'nın getirdikleriyle aynı kaynaktan geldiğini
tasdik ederek, elçilere müminleri teslim etmeyeceğini bildirdi. Amr'ın,
müslümanların Hz. İsa hakkında çok kötü sözler kullandıklarını
söyleyerek Necâşî'nin kararını değiştirme çabası da Ca'fer'in,
"O, Allah'ın kulu, resulu, ruhu ve O'nun, dünyadan ve erden geçerek
Allah'a bağlanmış bir bakire olan Meryem'e ilka ettiği kelimesidir"
şeklindeki cevabıyla yalnızca Necâşî'nin bu konudaki gerçeği
kavramasına yaradı.<br />
Habeşistan muhacirleri uzun yıllar hayatlarını burada huzur ve güven
içinde sürdürdüler. Bu süre içinde başta Necâşî olmak üzere
birçok kişinin müslüman olmasına vesile oldular. Bunların bir bölümü,
Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden önce Mekke'ye geri döndü. Başta
Ca'fer b. Ebî Tâlib olmak üzere büyük bölümü ise Hicret'ten
sonra, Hayber'in fethi (H. 7/628) sırasında Medine'ye gelerek müslümanlara
katıldı.<br />
<br />
HABEŞ ÜLKESİNE İLK HİCRETİN TARİHİ VE ORAYA İLK HİCRET EDENLER:<br />
Nübüvvet'in beşinci yılında, Receb ayında<br />
1) Hz. Osman b. Affan, b. Ebil'As, b. Ümeyye<br />
2) Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Rukayya bint-i Resulüllah<br />
3) Ebu– Huzeyfe b. Utbe, b. Rebia, b. Abd. Şems<br />
4) Ebu– Huzeyfe'nin zevcesi Sehle bint-i Suheyl, b. Amr<br />
5) Zubeyr b. Avvam, b. Huveylid, b. Esed<br />
6) Mus'ab b. Umeyr, b. Haşim, b. Abd. Menaf, b. Abduddar<br />
7) Abdurrahman b. Avf b. Abd. Avf, b. Abd, b. Haris, b. Zühre<br />
8) Ebu– Seleme b. Abdul'esed, b.. Hilal, b. Abdullah, b. ömer,
b.Mahzum<br />
9) Ebu Seleme'nin zevcesi ümmü Seleme bint-i Ebi Ümeyye, b. Mugire,
b. Abdullah, b. ömer, b. Mahzum<br />
10) Osman b. Mazun, b. Habib, b. Vehb, b. Huzafe, b. Cumah<br />
11)Amir b. Rebia'el'Anzi<br />
12)Amir b. Rebia'nın zevcesi Leyla bint-i Ebi Hasme<br />
13) Eb– Sebre b. Ebu Rühm, b. Abdul'uzza'l'Amiri<br />
14) Ebu Sabre'nin zevcesi: ümmü Külsum bint-i Suheyl b. Amr<br />
I5) Hatıp b. Amr, b. Abd şems<br />
16) Süheyl b . Beyza<br />
17) Abdullah b. Mes'ud<br />
Dinlerinden döndürülmekten korkup dini bir vazife olarak , Kimi, yalnız
başına, kimi, zevcesiyle,birlikte, Habeş ülkesine hicret etmek üzere
kimi, binitli, kimisi de, yaya olarak.Mekke'den, gizlice yola çıktılar.
Bu, İslam'da, ilk hicret idi.<br />
<br />
GARANİK HADİSESİ VE İÇ YÜZÜ:<br />
Resulullah Aleyhisselam bir gün Mekkede Kabe de Necm suresini okumağa
başlayıp surenin ,son ve Secde ayeti olan 62. Ayetini okuduktan sonra,
orada ,Secde etmiş,orada bulunan yanındaki arkasındaki herkes,Müslümanlar,
Peygamberimize uyarak secde etmiş, cemeatten, secde etmeyen kimse
kalmamıştır.Müşrikler, putlarının adını işittikleri için,putlarına,
tazim maksadıyla secde etmişlerdi.Bu habesistandaki müslümanlara
yanlis aksettirildi. Mekkeli Müsriklerin Müslüman olduklari
zannedilerek bazi müslümanlar Habesistandan Mekkeye geri Dönmüslerdi.</span></b></div>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih10.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih10.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-3089931868192238372013-05-24T00:05:00.000+03:002013-05-24T00:05:14.485+03:00 MEKKE DÖNEMİ:<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><div align="center">
<b><span style="color: navy; font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MEKKE
DÖNEMİ:</span></b></div>
<div align="center">
<span style="font-size: xx-small;"><b><span style="font-family: Verdana;"><br />
Mekke Cahiliye ortamında Hz. İbrahim'in soyundan gelen ve onun
Hanif dinini takip eden bir aileden doğan Hz. Muhammed'in, kırk yaşında
putperest toplumu gerçek dine davet etmesi için peygamberlikle görevlendirilmesiyle
birlikte ona inanan ve inanmayan insanların 13 yıl boyunca kendi
dinlerinin savaşımını verdikleri ve nihayet azınlık-güçsüz
müslümanların kendi yurtları olan Mekke'den Medine'ye hicret
etmeleriyle kapanan bir dönemin adı; Miladî 610-623 yılları
arasında geçen İslâmî tebliğin ilk dönemi. Mekke döneminin
sonu, aynı zamanda Hicrî yılın başlangıcıdır.</span></b></span></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Muhammed'in
peygamberlikten önceki hayatı Mekke Dönemi içerisinde değerlendirilmez;
Mekke Dönemi Hz. Peygamber'in peygamberliğiyle başlar. Toplumunun
cahilî yaşantısından uzak kalmak ve gerçeği düşünmek için
yılın belli dönemlerinde şehirden uzaklaşan peygamberimiz yine
böyle bir durumda Hıra Mağarasında iken Cebrail (a.s.)'ın okuduğu,</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Oku,
Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı...
" diye başlayan Alâk suresinin ilk ayetlerini dinledi ve
peygamberlikle görevlendirildi. Daha önce bir kitap verilmemiş
putperest bir topluma kendisine gelen bu gerçeği anlatma görevi
ile görevlendirildi. Kendisi o toplumda sevilen, güvenilen, asil
ve emin biriydi. Ona, "güvenilen Muhammed" anlamına
gelen "Muhammedül Emin" deniyordu. En değerli emanetler
başkasına değil ona bırakılıyordu. Eşi Hz. Hatice Hz.
Peygamber'in karşılaştığı bu durumu amcası Varaka b. Nevfel'e
anlattı. İlâhî kitaplardan haberdar olan Varaka; "Ona
gelen, daha önceki peygamberlere gelen Cibril-i Emindir, O
peygamberdir. Keşke kavmi onu bu şehirden çıkardığı zaman
hayatta olsam da ona yardım etsem" dedi. Varaka'nın söylediği
aynen gerçekleşti.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Daha sonra
peygamberimiz (s.a.s), Mekke'den çıkarıldı. "Ey örtüsüne
bürünen! Kalk (toplumunu) korkut; Rabbini büyük bil, elbiseni de
temiz tut" (el-Müddessir, 74/14) ayetleriyle birlikte Hz.
Muhammed'in zorlu "Mekke Dönemi" başladı. Hz. Peygamber
önce en yakın çevresini uyardı. Kendisine ilk inananlar; hanımı
Hatice, kendi evinde kalan yeğeni Ali, azadlısı Zeyd, yakın
arkadaşları Ebû Bekir, Osman, Talha.... oldu. Çevresinde
toplanan bu müslümanlar da ona yardımcı olarak, herkes kendi güvendiği
yakın çevresini yeni dinle tanıştırdı. Kendisine dinin ulaştırıldığı
insanlardan temiz yaratılışlılar, zulme, haksızlığa, ahlâksızlığa
karşı olanlar bu dine inanıyor; yerleşik düzenin nimetlerinden
aşırı yararlanan hırslı, zalim, merhametsiz, ahlâken zayıf
Mekke ileri gelenleri bu dine düşman oluyorlardı. Çünkü bu
yeni din onların düzenini temelden değiştirmek için gelmişti.
Onlar, dua etmek istedikleri zaman hiçbir şey duymayan, görmeyen,
kendisine bile yararı dokunmayan, elleriyle yonttukları putlara,
heykellere el açarken; yeni gelen din şunu söylüyordu: "Her
şeyi yaratan, işiten, gören, dua ettiğiniz zaman size yardım
edecek olan tek Allah'a yönelin; o putları terkedin. " Onlar
insanları efendi-köle, zengin-fakir, yöneten-yönetilen,
soylu-soysuz, sosyete-normal vatandaş, siyah-beyaz kadın-erkek şeklinde
gruplara bölüp bir kısmım diğerlerine üstün tutarken; yeni
din, bütün insanların tek bir candan yaratıldığını, üstünlüğün
ancak kalplerdeki iyilik duygusu ve Allah korkusuyla elde
edilebileceğini ilân ediyordu. Onlar, kız çocuklarını utanç
verici bir leke olarak görürken, yeni din; kadınlara iyi davranılmasını
emrediyordu. Onlar zayıf insanları köleleştirip pazarlarda
satarken, kölesini bir hayvan gibi görür zevki için ona işkence
yaparken, yeni din; "köleleriniz kardeşlerinizdir, kendi yediğinizden
onlara da yedirin, giydiğinizden onlara da giydirin; başınıza
bir siyah köle bile emir seçilirse ona itaat edin" diyordu. Kısaca
yeni din toplumu her türlü bağdan kurtarıp, inananlara Allah'ın
önünde kardeş olarak secde etmelerini emrediyordu.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><br />
GİZLİ TEBLİĞ DÖNEMİ:</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>İslâm Mekke'de
önceleri gizlice yayıldı. Güvenilir dostlar arasında konuşuldu
ve kendisine bir taban oluşturdu. Bu dönem üç yıl sürdü.
Davet gizli olmasına rağmen bu yeni dinin haberi kulaktan kulağa
öyle yayıldı ki Mekke'de İslâm'ın konuşulmadığı tek ev
kalmadı. Hatta Mekke dışına da taştı ve civar köylerden
birinde oturan Ebû Zer el Gıfarî de bu yeni dini duydu ve hemen
Mekke'ye gelerek Hz. Peygamber'i bulup müslüman oldu.<br />
</b></span>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">TEBLİĞİN
AÇIKTAN YAPILMASI:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">"Yakın
akrabanı uyar, müminlerin sana tâbi olanlarına himaye kanatlarını
indir. Şayet sana karşı çıkarlarsa onlara şöyle de: Ben sizin
yaptıklarınızdan tamamen uzağım." (eş-Şuarâ,
26/214-216) ayetleriyle birlikte açık davet dönemi başladı. Hz.
Peygamber ailesi olan Haşimoğullarını bir yemeye davet etti ve
kendisine gelen gerçeği onlara açıkladı. Ancak müşrikler alay
ederek dağılıp gittiler. Hz. Peygamber, başka bir gün Safâ
tepesine çıkarak bütün Mekkelilere toplanmaları için çağrı
yaptı. Toplandıklarında onlara şöyle sordu: "Ey Kureyş!
Size; Şu tepenin arkasında bir düşman ordusu var ve hemen üzerinize
saldıracak' desem inanır mısınız?" Verdikleri cevap:
"Evet inanırız, çünkü senin yalanını duymadık"
oldu "Ohalde haberiniz olsun ki, ileride büyük bir azap günü
var..." Topluluktan bir ses yükseldi: "Günümüzü zehir
ettin! Bizi bunun için mi çağırdın?..." Ve toplantı yine
dağıldı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Yeni dinle eski
din arasında şiddetli bir mücadele başladı. Artık Mekke'de Lâ
ilâhe illallah demek büyük bir suçtu. Aileler parçalandı. Bu mücadele
sadece şehirde değil evlerde de vardı. Baba müşrik, çocuk müslüman;
koca müslüman, eş müşrik. Ardından, evden kovulmalar, boşanmalar,
evlâtlıktan reddedilmeler, hapsetmeler, baskılar, dayak, işkenceler
başladı. Bu ortamda Peygamber'in önderliğindeki müslümanlar,
Erkam b. Ebil-Erkam'ın evini kendilerine merkez yaptılar ve
geceleri orada buluşmaya başladılar. Orada yeni din öğreniliyor;
yeni gelen ayetler ezberleniyor; namaz kılınıyor; evindenkovulan,
aç kalan, işkenceye uğrayan müslümanlara kanat geriliyordu. Ama
en çok da sabır öğretiliyordu. Çünkü bir günlük değildi işkence.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Yeni dinin egemen
olması halinde eski konumlarını yitireceklerini iyi bilen Mekke eşrafı
bu gidişe dur demek için yeni taktikler geliştiriyordu. Önce
alay ettiler; "Bizim gibi soylu, zengin kişiler varken Allan
buna mı vahiy verdi" dediler. Ardından, alay ve eğlenceye rağmen
müslümanların sayısında artış olduğunu görünce iftiraya başladılar:
"Bunun söylediği şiirdir, bu adam şâirdir, kâhinlik yapıyor.
Buna bir şeyler öğreten vardır; ondan aldığı bilgileri bize
aktarıyor; Aslında bunun söyledikleri Yahudi ve Hristiyan din
adamlarından öğrenilmiş bilgilerdir." İftiralarına aslında
kendileri de inanmıyorlardı. Çünkü onlar, Muhammed'i çok iyi
tanıyor ve onun şâir, kâhin, nakilci olmadığını biliyorlardı.
Bunu herkes bildiği için de İslâm'ın yayılışı devam etti ve
kendi adamlarından bir kısmı daha müslümanların safına katıldı.
Mekke'nin parlamento binası durumundaki Darün Nedve'de toplanan
Mekke büyükleri yeni politikalar ürettiler ve Hz. Peygamber'e
geldiler. Barış görüşmeleri yapmak için teklifleri
kendilerince cazipti: "Ya Muhammed, senin derdin ne?
Toplumumuzu darmadağın ettin. Eğer zenginlik istiyorsan, sana
istediğin kadar mal toplayalım. Amacın yönetici olmaksa, seni
kendimize önder yapalım, kral seçelim. Kadın istersen Mekke'nin
en güzel kızlarını sana verelim. Bu işten vazgeç, istediğini
verelim. Ama Hz. Peygamber onlara karşı net bir tavırla şöyle
buyurdu: Değil onları, bir elime ay'ı diğer elime güneşi
verseniz ben bu davadan asla vazgeçmem. Çünkü ben bunu kendi
isteğimle, arzuma göre yapmıyorum. Bunu Allah isliyor" Müşrikler
yeğenini ikna etsin diye araya amcası Ebû Tâlib'i koydular. O da
aynı teklifle geldi; ama karar kesindi. Mekke yöneticileri Ebû Tâlib'e
bir uyarı yaptılar: "Bundan sonra Muhammed'i himaye etmekten
vazgeç, onunla aramızdan çekil." Ama Ebû Tâlib akrabalık
bağlarını korumakta kararlı idi: "Sen işine bak oğlum.
Ben hayatta olduğum sürece sana kimse hiç bir zarar
veremez." Ebû Tâlib iyi niyetli idi, ama müslümanların
tamamını korumaya onun gücü yetmiyordu. Üstelik müslüman da
olmamıştı. Müslümanlar, Peygamberimizin amcası Hz. Hamza ve
bir müddet sonra da Hz. Ömer'in müslüman olmasıyla biraz daha güçlendiler.
Ancak işkence sürüyordu. Kabilesi veya kendisi güçlü olan müslümanların
dışında herkes eziliyordu. Özellikle : köleler; bunlardan bir
aile, Yâsir ailesi İslâm'ın ilk şehitleri oluyordu. Hz.
Peygamber müslümanların bu işkencelerden kurtulabilmesi için
Mekke'yi terketmelerine izin verdi ve onları "Orada bir hükümdar
var, kimseye haksızlık ettirmez; orası emin bir yerdir. Allah başka
bir kapı açıncaya kadar oraya gidin" diyerek Habeşistan'a gönderdi.
Ve, 11 erkek dört kadın Habeşistan'a göç ettiler. Ancak göçe
katılanlar daha ziyade güçlü müslümanlardı. Amaç, müslümanlara
iyi bir üs hazırlamak ve İslâm'ı yaymaktı. Habeşistan'a
hicret edenlerin orada iyi karşılandıkları haberi Mekke'ye ulaştığında
Mekkeliler telâşlandılar. Bu arada bir söylenti çıkarıldı:
"Bütün Mekke müslüman oldu." Bu haber Habeşistan'a
ulaşınca muhacir müslümanlar geri döndü; ancak Mekke yakınında
gerçeği öğrendiklerinde bir kısmı tekrar Habeşistan'a dönerken
bir kısmı da gizlice Mekke'ye girdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bir süre sonra
Mekke'den daha büyük bir kafile İkinci Habeşistan hicretine katıldı.
Bunlar yetmiş üç kişi idiler. Mekke müşrikleri İslâm'ın
orada güçlenmesinden endişelenerek gidenleri geri getirmek için
hazırladıkları değerli hediyelerle birlikte iki elçilerini Habeşistan
Necaşisine gönderdiler. Elçiler Necaşinin huzuruna çıktıklarında
önce hediyeleri verdiler. Sonra da isteklerini açıkladılar:
"Şehrimizden ülkene kaçan bir grup insan var; onları bize
geri vermeni istiyoruz." Necaşi kendisine sığınan insanların
görüşünü almadan evet diyemeyeceğini söyledi ve müslüman
muhacirler saraya çağrıldı.' Orada bir konuşma yapan Hz.
Peygamber'in amcasının oğlu Cafer; kendilerinin köle olmadıklarını,
suçlu olmadıklarını, özgür birer insan olarak buraya
geldiklerini söyledi ve bu elçilerin hangi hakla kendilerinigeri götürmek
istediğini sordu. Cafer şöyle konuştu: "Biz, cehalet içinde
yüzen, putlara tapan, güçlünün zayıfı ezdiği bir
topluluktuk. Cenab-ı Allah aramızda kendisine güvendiğimiz bir
peygamber gönderdi. O bizi tek Allah'a ibadet etmeye çağırdı.
Doğru söylemeyi, verdiğimiz sözü tutmayı, akrabalık bağlarına
ve komşuluk haklarına saygı göstermeyi, kötülükten ve kan dökmekten
sakınmayı emretti. Biz de ona ve getirdiklerine inandık. Bu yüzden
halkımız bize düşman oldu; dinimizden döndürmek için işkence
yaptı. Biz de senin ülkene sığındık." Necâşi'nin, Hz.
İsa hakkında ne düşündüklerini sorması üzerine Meryem
Suresinden bir bölüm okudu. Necâşi okunan ayetlerin ilâhî bir
kaynaktan geldiğini anladı ve şöyle dedi: "Bu, İsa'nın
getirdiği ile aynı kaynaktan geliyor." Kureyşli elçilere
de; "Gidebilirsiniz. Çünkü, Allah'a yemin ederim ki onları
size teslim etmeyeceğim" dedi. Mekkeli elçiler hediyeleri de
kabul edilmeyerek gerisin geriye gönderildi. Habeşistan'a hicret
eden bu müslümanların bir kısmı Medine'ye hicret'e kadar orada
kaldı ve daha sonra Medine'de kurulan İslâm devletine hicret
ederek Medine'ye geldiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke yöneticileri
uyguladıkları yaptırımlardan sonuç alamadılar. Üstelik Hz.
Hamza, Hz. Ömer gibi güçlü müslümanlar putları hiçe sayarak
açıktan açığa Kâbe'de namaz kılmaya da başlamışlardı.
Nihayet en önemli kararı aldılar: "Bundan sonra Muhammed'in
kabilesi Haşimoğulları ile tüm ilişkiler kesilecek, onlarla alışveriş
yapılmayacak, kız alınıp verilmeyecekti. Bu uygulama Haşimoğulları
Muhammed'i reddetsin veya Muhammed bu peygamberlik iddiasından
vazgeçsin diye başlatılmıştı." Bu sözleşmeyi her kabîlenin
reisi imzaladı ve Kâbe'nin duvarına astılar. Ancak ayrı gibi görünen
kabîleler arasında kız alıp vermelerle yeni akrabalıklar oluştuğu
için Haşimoğulları kabîlesi yalnız kalmadı ve boykotçu kabîlelerin
bazı üyeleri gizliden gizliye yardımlarını sürdürdüler.
Boykot tam olarak uygulanamadı ama müslümanlar çok zor anlar da
yaşadılar. Öyle ki kurumuş deri parçalarını, ot ve ağaç
kabuklarını yemek zorunda kaldılar. Akrabalık bağlarına çok
önem veren Mekkeliler için bu boykot kararı yüz kızartıcıydı;
ama bu bir din savaşıydı ve üst düzey yetkililere göre yapılmalıydı.
Ancak, üç yıl süren bu boykotun müslümanlarda bir gevşeme
meydana getiremediğini gören müşriklerin bir kısmı zaten
istemeyerek katıldıkları bu boykotun kaldırılmasını istediler
ve Kâbe'ye astıkları anlaşma metnini oradan kaldırttılar. Müşrikler
aynı zamanda bir mucizeye de tanık oldular: "Allahım senin
adınla" yazısı dışında bütün kâğıt, kurtlar güveler
tarafından yenmişti. Bu mucize üzerinde olumlu bir etki yapmadı.
Boykotun kaldırılmasıyla birlikte müslümanlar biraz rahatladılar.
Ancak Peygamberimizin hanımı Hz. Hatice ve amcası Ebû Tâlib'in
ardarda gelen vefâtları, müslümanları hüzne boğdu. Bu yıla
daha sonra "Hüzün Yılı" adı verildi. Peygamber de artık
müşriklerin fiili saldırılarına uğruyordu: Başına toz toprak
attılar, Mescitte namaz kılarken üzerine işkembe koydular, dövdüler.</span></b></div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">HZ. PEYGAMBER
YANINA EVLÂTLIĞI ZEYD'I ALARAK KOMŞU
ŞEHİR TAİF'E GİTMESİ:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz Peygamber yanına
evlâtlığı Zeyd'i alarak komşu şehir Taif'e gitti. İslâm'ı
onlara da duyurmak istedi. Çünkü o sadece Mekkelilere değil âlemlere
rahmet olarak gönderilmişti. Ama orada da aynı karakterde
insanları buldu. Kendilerine gelen bu misafiri alayaaldılar; ayak
takımını kışkırtarak onu şehirden çıkana kadar taşlattılar.
Kan içinde geri döndü. Ancak, kendi şehrini bir defa terkeden kişi
bir başkasının himayesinde olmaksızın geri dönemezdi. Bu yüzden
Hz. Peygamber de Mekke'ye müşrik Mut'im'in himâyesinde girdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke'de zulüm
dinmemişti, Resulullah, İslâm'ı civar kabîlelere de anlatıyor
ve her geçen gün müslümanların sayısı artıyordu. Hıra'da
Cebrail'in "Oku." emrinden bu güne on yıl geçti. Ve bir
gece Hz. Peygamber Allah tarafından Mekke'den alınıp Kudüs'e,
oradan da göklere çıkarıldı. "Kulu Muhammed'i geceleyin
Mescidi Haram'dan alarak, ayetlerimizi göstermek için, çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı
yücedir. Allah işitendir, görendir" (el-İsrâ, 17/1). Mirac,
denilen bu olayda, Hz. Peygamber, anlamakta zorluk çekeceğimiz ama
Allah'ın bildirmesiyle iman ettiğimiz bir çok mucizelerle karşılaştı.
Sidretül Münteha (göklerin en uç noktasına)'ya kadar yükseldi.
Kendisine Cennet ve Cehennem gösterildi ve bazı emirler ve İslâm'ın
bir kısım kuralları verildi. Beş vakit namaz da bu gece farz kılındı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Peygamberimiz
sabahleyin bu olayı anlattığında Mekkeliler, onun delirdiğine hükmederek
sevinç haberini birbirlerine yaydılar. Bazıları da müslümanlara
koştu bu müjdeyle; "Sizinki göğe çıkmış" demek için.
Hz. Ebû Bekir'e de geldiler, ama o beklemedikleri bir cevapla karşılaştılar:
"Bunu o söylediyse doğrudur".<br />
</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">BİRİNCİ VE
İKİNCİ AKABE BİATI:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Cahiliye Arapları
her yıl hac mevsiminde Kâbe'de toplanır haccederlerdi. Bu
mevsimde Mekke'de ticaret için panayır da kurulurdu. Yine böyle
bir hac mevsiminde Hz. Peygamber Mekke dışından gelen insanları
tek tek dolaşarak İslâm'ı anlatıyordu. Medine'den gelen bir
grup insana da anlattı ve onlar müslüman oldular. Bunlar
Medine'ye altı müslüman kardeş olarak döndüler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Kısa sürede
Medine'de İslâm duyuldu ve her evde konuşulmaya başlandı.
Medine'de iki büyük kabile yaşıyordu; Evs ve Hazrec Medine'de
ayrıca Yahudiler de vardı. Medineliler Yahudilerle temasta
olduklarından, yakında bir peygamberin çıkacağını biliyorlardı.
Bu yüzden İslâm'ın yayılması Medine'de daha hızlı oldu ve
Medine'li müslümanlar bir yıl sonra Mekke'ye on iki kişi olarak
tekrar geldiler. Bu defa aralarında Evs ve Hazreç'in her ikisinden
de müslüman vardı. İki düşman kabîle İslâm sayesinde kardeş
olabilecek, düşmanlıklar ortadan kalkacaktı. Bu on iki müslüman
Mekke dışında Akabe denilen yerde geceleyin Hz. Peygamber'le bir
görüşme yaptılar ve Peygamber'e söz verdiler: "Allah'a hiç
bir şeyi ortak koşmayacaklar; hırsızlık yapmayacaklar, zina
etmeyecekler, ırza geçmeyecekler, çocukları öldürmeyecekler,
iftira etmeyecekler, haktan ayrılmadığı sürece Peygamber'e
itaat edeceklerdi. Bunların karşılığında onlara Cennet vardı.
Bu Birinci Akabe Bey'atına katılanlar Medine'ye dönerken Hz.
Peygamber Habeşistan'dan yeni dönen Mus'ab b. Umeyr'i de onlarla
birlikte gönderdi. Mus'ab'ın görevi, Medineli müslümanlara
dinlerini öğretmek ve İslâm'ı diğer Medinelilere ulaştırmaktı.
Mus'ab, Medine'de 11 ay kaldı ve hac mevsimi öncesinde Mekke'ye döndü.
Resulullah'a bir yıllık raporu şu cümleyle özetledi:
"Medine'de İslâm'ın konuşulmadığı tek ev kalmadı ya
Resulullah" Bir ay sonra da Medine'den yetmiş üç erkek sekiz
kadından oluşan bir heyet hac münasebetiyle Mekke'ye geldi ve İkinci
Akabe bey'atı gerçekleştirildi. Medine'ye döndüklerinde müslüman
bir topluluk olarak sorumlulukları büyük olacağından Hz.
Peygamber onları grup grup örgütledi. On iki lider seçildi;
dokuzu Hazreç'li üçü Evs'li. Bu bey'atın ne anlama geldiğini içlerinden
biri diğerlerine şöyle izah etti: "Siz, siyah, kırmızı tüm
insanlara savaş açmayı göze alıyorsunuz. Bu yüzden eğer
mallarınız eksildiğinde ve bazılarınız öldürüldüğünde
onu terkedeceğinizi düşünüyorsanız onu şimdi bırakın. Çünkü
onu o zaman terkederseniz; bu, dünyada da ahirette de utanç duymanıza
sebep olur. Fakat eğer sözünüzden dönmeyeceğinizi düşünüyorsanız
onu alın; çünkü Allah'a andolsun bu, hem dünya hem de âhiret için
kurtuluştur." Onların bu derece tehlikeli sonuçlar doğuracak
biatı ise şuydu: Peygamber ve müminler Medine'ye hicret
edecekler, onlar da kendilerine gelen bu kardeşlerini sonuna kadar
savunacaklardı. Hz. Peygamber'in isteği netti: "Beni, eşlerinizi
ve çocuklarınızı koruduğunuz gibi koruyacaksınız. Ben
sizdenim siz de bendensiniz. Sizin savaştığınızla savaşır,
barıştığınızla barışırım." Bütün bunların karşılığında
Medineli müslümanların mükâfatı Cennet olacaktı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu görüşme ve
biattan sonra Mekkeli müslümanlar birer-ikişer, gizli-açık
Medine'ye göçmeye başladılar. İslâm'ın Medine'de güçlenip
kendi kontrolleri dışında daha da gelişeceğinden korkan Mekkeli
müşrikler bu göçü durdurmaya karar verdiler. Ancak bunu başaramadılar.
Artık Mekke'de Hz. Peygamber (s.a.s), Ebû Bekir ve Ali dışında
pek müslüman kalmamıştı. Müşrikler son kozlarını oynamaya
karar verdiler. "Muhammed de Medine'ye gidip adamlarının başına
geçerse vay başımıza geleceklere! Ona bu fırsatı vermeden yok
etmeliyiz" deyip Hz. Peygamber'i öldürmeye karar verdiler.
Ancak Cebrail (a.s)'ın bu komployu haber vermesiyle Resulullah önlemini
aldı ve evini kuşatmış olan saldırganların arasından Yâsin
suresini okuyarak çıktı. Allah'ın bir mucizesi olarak aralarından
geçen Peygamber'i göremediler. Hz. Peygamber Mekke'deki son işleri
tamamlamak üzere Hz. Ali'yi geride bırakarak yakın arkadaşı Ebû
Bekir'le birlikte Mekke'yi terketti. Ancak Mekkeliler, kaçırdıkları
bu adamı öldürene ya da getirene ödüller koyarak etrafa haber
saldılar. Peygamberimiz ve arkadaşı Ebû Bekir üç gün Mekke
yakınındaki bir mağarada gizlendi ve müşriklerin bulmaktan ümit
kestikleri bir anda mağaradan çıkarak Medine'ye yöneldi.
Kendisini Medine'de bekleyen müslümanlara bir takım zorluklara rağmen
ulaştı ve İslâm'ın "Mekke Dönemi" kapandı.
"Medine Dönemi" başladı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MEKKE DÖNEMİ
İSLÂMI TEBLİĞİN İLK VE ZORLU DÖNEMİYDİ:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Bu tebliğin yöntemini
bizzat Allah Teâlâ koyuyor, Hz. Peygamber de Allah'ın gözetimi
ile aşama aşama bu görevi yürütüyordu. Dolayısıyla Allah
Resulunun bu yönteminden alınacak önemli dersler vardır:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">1) Hz. Peygamber
müşrikleri öncelikle tek Allah'a kulluğa çağırıyor</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber müşrikleri
öncelikle tek Allah'a kulluğa çağırıyor; onun dışındaki bütün
bağlardan kurtulmalarını söylüyordu. Allah'a tam bir teslimiyet
olduktan sonra Allah'tan gelecek olan emirleri kabul etmek zor
olmazdı. Bu yüzden Hz. Peygamber "Lâ ilâhe illallah"
mesajını öne çıkardı. Çünkü toplumun en büyük sapkınlığı
birden fazla ilâha tapma idi. Birçok ilâha ibadet eden topluma İslâm'ın
getirdiği mesaj şuydu: "Sizin dediğiniz gibi birden çok ilâh
yoktur; tek bir ilâh vardır, o da Allah Teâlâ'dır."
Buradan hareketle diyebiliriz ki, bir davetçi davet edeceği
toplumun en önemli hastalığını tespit edip yoğunluğu/önceliği
o hastalığa vermelidir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">2) Resulullah'a
indirilen ayetler kâfirlerin en zayıf noktalarını yakalıyor</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah'a
indirilen ayetler kâfirlerin en zayıf noktalarını yakalıyor,
ellerini kollarını bağlıyor, inatçı olmayanların inanmaları
için ona da hiç bir neden bırakmıyordu. Meselâ, kâinat olaylarını
örnek veriyor ve yontulmuş taşlara ibadet edenlere; "Her gün
görüp durduğunuz bu kadar olağanüstü olayları yaratan Allah'a
boyun eğin" diyordu. Bu, müslümanların her dönemde
kullanmaları gereken bir usuldür.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">3) Hz.
Peygamberin getirdiği mesaj toplumda kabul edilen en güzel, en çekici
bir mesajdı</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamberin
getirdiği mesaj toplumda kabul edilen en güzel, en çekici bir şekilde
sunuluyordu. Kur'an-ı Kerim şiirin revaçta olduğu bu topluma
insan yeteneğini geride bırakan bir şiir üslûbuyla indirildi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">4) Davet, öncelikle
yakınlardan, güvenilir ,insanlardan başlanarak açıklandı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Davet, öncelikle
yakınlardan, güvenilir temiz insanlardan başlanarak açıklandı.
İlk anda bütün bir topluma sunulmadı. Bu da bir davanın yayılabilmesi
için öncelikle kendisine sağlam bir zemin hazırlaması, öncü
elemanlarını hazırlaması gerektiğini öğretiyor. Hz.
Peygamber, Mekke'de fıtratı bozulmamış insanları diğerlerinden
ayrı tutarak davette önceliği onlara verdi. Davetçi, tanıdığı
ve güvendiği insanlara gitmeli, uzun vadeli yola güvenilir
olamayan tanımadığı insanlarla çıkmamalı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">5) Müslümanlar
zayıf oldukları dönemlerde kâfirlerin tüm baskılarına
sabrettiler.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Müslümanlar zayıf
oldukları dönemlerde kâfirlerin tüm baskılarına sabrettiler.
Allah onlara bir müddet savaşma izni vermedi. Medine'de sağlam
bir zemin hazırlandıktan sonra onlara savaş izni verildi. Gerçi
müslümanlar Medine'de azınlıktılar ama artık bir cephede
toplanabilmişlerdi. Mekke'de ise darmadağın ve güçsüzdüler.
Savaş imkânları yoktu. Bir davanın hazırlık ve örgütlenme
safhasında düşmanla fiilî çatışmaya girmeyip her türlü hazırlığını
tamamlamak gerektiği sonucunu Resulullahın bu uygulamasından çıkarabiliriz.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">6) Resulullah
gizli davet döneminde dirençli elemanları çevresinde topladıktan
sonra açık davet dönemini başlattı.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Resulullah gizli
davet döneminde dirençli elemanları çevresinde topladıktan
sonra açık davet dönemini başlattı. Bu dönemde karşı tarafın
bütün baskı ve işkencelerine rağmen inancından taviz vermedi.
Zira bu dönem açık davet, gizli örgütlenme dönemiydi. Gündüz
kâfirlerin karşısına çıkıp; "Sizin taptıklarınız
kendilerine bile fayda veremez. Gelin bu yanlış yoldan vazgeçin"
diye onların yanlışlığını yüzlerine vuruyor; geceleyin
Erkam'ın evinde gizlice toplanıp çalışma programı hazırlıyor,
davetin elemanlarına taktikler veriyordu. Bu uygulama bize, İslâm
dâvetinin temel özelliklerinden birini öğretiyor: Davet açık,
örgütlenme gizli yapılır. Davet için de örgütlenme için de kâfirlerden
izin alınmaz.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">7) Müşrikler
parlemantoları durumunda olan Darün-Nedve'de toplanırlar karar alırlardı</span></b>
</div>
<div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b>Müşrikler
parlemantoları durumunda olan Darün-Nedve'de toplanırlar karar alırlardı.
Peygamberimize yaptıkları tekliflerin biri şuydu: "Bu
davadan vazgeç, seni "Reis yapalım." Resulullah taktik
gereği bunu yapabilir, gücü elinde topladıktan sonra da getirdiği
dini benimsetebilirdi. Ama İslâm açık bir din olduğu için
Resulullah bu yola başvurmadı; işkencelere rağmen hakkı söyledi.
Daru'n Nedve'de bir yer kapma yerine Darul-Erkam'da kendi meclisini
oluşturdu. O halde İslâm davetçileri kâfirlerin kontrolündeki
bir harekete katılmamalı, kendi hareketlerinin programını
kendileri oluşturmalıdırlar.</b></span>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">8) Müslümanların
güçlü olanları Mekke'de güçsüzlerle tam bir dayanışma
ortaya koymuş malını-mülkünü ortaya dökmüştü</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Müslümanların
güçlü olanları Mekke'de güçsüzlerle tam bir dayanışma
ortaya koymuş malını-mülkünü ortaya dökmüştü. İslâm'a
inananlar kardeş oldular; dünya nimetleri, zenginlikler belli
ellerde, kasalarda toplanmadı. Tek gaye vardı; Allah'ın dini
egemen olsun. O halde her dönemde bir davaya iman edenler kardeş
olduklarının bilincinde olmalı, varlıkta ve yoklukta eşit
olabilmeliler. Hedefe ulaşılana kadardünyalıklardan vazgeçilebilmelidir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">9) Hz. Peygamber,
Mekke'de hiç bir insana konumundan dolayı öncelik vermedi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber,
Mekke'de hiç bir insana konumundan dolayı öncelik vermedi</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Köleleri de zengin
efendileri de yanına aldı; çocukları da kadınları da. Ancak İslâm'ın
güçlenmesi için ileri gelen eşrafın müslüman olması için de uğraştı,
hatta dua etti. Peygamberimizin bu davranışından yola çıkarak şu hükme
varılabilir: Davetçi toplumunun yetenekli, üst düzey insanlarını
kendi davasına kazandırmak için öncelikler verebilir. Bu da onun müstekbirlere
meylettiği anlamına gelmez.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">10) Hz. Peygamber'e
inanan müslümanlarla aileleri arasında büyük çatışmalar meydana
geldi</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber'e
inanan müslümanlarla aileleri arasında büyük çatışmalar meydana
geldi. Aile bağları yerine inanç bağı gözönünde bulunduruldu. Bu
örneği benimseyen müslümanlar her zaman ve her yerde, inanç bağıyla
asabiyet karşı karşıya kaldığı zaman tercihini inançtan yana
koymalı varlıklı ailenin çocuğu olan Mus'ab b. Umeyr gibi gerektiğinde
ailesini terkedebilmelidir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Müslümanların bir
kısmının işkence ortamından kurtulup daha iyi bir ortamda bulunmak
için Habeşistan'a hicret etmesinden şu sonuç çıkarılabilir: Müslümanlar,
gerektiğinde müslüman olmasa dahi adâletli, haksızlık yapmayan
insan haklarına saygı duyan bir ülkeye iltica edebilirler. Bunu
yapmaları o ülkeyi dost edindikleri anlamına gelmez.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">11) Hz. Peygamber,
Taif seferi dönüşünde Mekke'ye müşrik olan Mut'im'in himayesinde
girdi.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Hz. Peygamber, Taif
seferi dönüşünde Mekke'ye müşrik olan Mut'im'in himayesinde girdi.
Bu da Hz. Peygamber'in müşriklerin emrine girdiğini göstermez. Hz.
Peygamber, dininden hiç bir taviz vermediği halde Mut'im ona bir insan
olarak sahip çıkmış, Peygamber'den dini ile ilgili bedel istememiştir.
Bu sadece karşılıksız yapılan bir yardımdır. Bunun yanında Hz.
Ebû Bekir'in benzer bir olayı vardır. İbn Daine Hz. Ebû Bekir'i
himayesine alır. Ancak gizliden gizliye ibadetinde serbest olduğunu,
ama açıktan açığa Kur'an okuyamayacağını söyler. O zaman Hz. Ebû
Bekir onun himayesine ihtiyacı olmadığını, kendisine Allah'ın
yeteceğini bildirir. Eğer Hz. Ebû Bekir olayında olduğu gibi müşrikler
himaye karşılığında müslümanın inancından, ibadetlerinden vazgeçmesini
isterlerse o zaman onların himayesi reddedilir. Günümüzde de kapalı
yerlerde (mescitlerde, evlerde) Allah'a ibadeti serbest bırakan kâfirler
İslâm'ın toplum hayatına girmesini engelliyorlar. Bunu yaptıklarından
dolayı müslümanlarla onların arasında bir düşmanlığın olması
gerekir.</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">MEKKE DÖNEMİ,
GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANLARININ DERS ALACAKLARI BİRÇOK
ÖRNEKLE DOLUDUR:</span></b>
</div>
<div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;">Mekke döneminde inen
Kur'an ayetleri daha ziyade inanç temellerini konu edinir. Mekke döneminde
kâfirlerin baskısı altında ezilen, hiç bir güvencesi olmayan
insanlara hukukî emirler verilmedi. Meselâ bir tesettür ayeti yoktu o
dönemde. Çünkü müşriklerin insafına kalan zayıf müslüman hanımların
tesettürleri çekip çıkarılabilir ve müslümanlar buna karşı birşey
yapamazlardı. Allah müslümanlara uygulanma imkânı olan emirleri
veriyordu. Namazı bile gizlice kılan müslümanlara Allah ezan
okumalarını emretmedi. Mekke, imanın olgunlaşması, gerçekten
inanan insanların ortaya çıkması için bir imtihan dönemiydi. Ama
artık İslâm tamamlandı. Günümüzde de müslümanların baskı altında
olduğu yerleri Mekke Dönemi ile kıyaslayarak İslâm'ın hukuki
emirlerini yok saymak mümkün değildir. İslâm'ın ilk geliş dönemiyle
bu dönem bir tutulmaz. Kur'an tamamlanmıştır; müslümanlara farz kılınan
yükümlülükler kıyamete kadar geçerliliğini sürdürecektir. Müslümanlara
düşen, baskı altında ezildikleri Mekke Dönemini andıran zemin ve
zamanlarda bütün güçleriyle İslâmı yaşamaya çalışmak ve bir
an önce Medine Dönemini hazırlamaya çalışmaktır. Nefsine uyup,
"Mekke döneminde yaşıyoruz" diyerek İslâmî yükümlülüklerden
kaçmak çözüm değildir.</span></b></div>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih9.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih9.htm" width="1" /></td>
<td align="right" valign="bottom"><b><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G4.gif" width="10" /></b></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-41490572138475929342013-05-24T00:03:00.000+03:002013-05-24T00:10:08.821+03:00MİRAC<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><span style="color: navy;">MİRAC:<br />
</span>Arapça'da merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını
dile getirir. İslam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göğe yükselerek
Allah'ın huzuruna kabul edilmesi olayı. Mirac olayı hicretten bir yıl
ya da onyedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşir.
Olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.s)
Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın
andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında isra adını alır.
İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten
Allah'a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı
Kur'an'da anılmaz, ama çok sayıdaki hadis ayrıntılı biçimde anlatılır.<br />
Hadislerde verilen bilgiye göre Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe'de
Hatim'de ya da amcasının kızı Ümmühani binti Ebi Talib'in evinde
yatarken Cebrail gelip göğsünü yardı, kalbini Zemzem ile yıkadıktan
sonra içine iman ve hikmet doldurdu. Burak adlı bineğe bindirilerek
Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve
diğer bazı peygamberler tarafından karşılandı. Hz. Peygamber (s.a.s)
imam olarak diğer peygamberlere namaz kıldırdı.<br />
Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve yanında
Cebrail olduğu halde göğe yükselmeye başladı. Göğün birinci katında
Hz. Adem, ikinci katında Hz. İsa ve Yahya, üçüncü katında Hz.
Yusuf, dördüncü katında Hz. İdris, beşinci katında Hz. Harun, altıncı
katında Hz. Musa ve yedinci katında Hz. İbrahim ile görüştü.
Cebrail ile birlikte yükseliş Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürdü.
Cebrail, "Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım"
diyerek Sidretü'l Münteha'da kaldı. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan
itibaren Refref adlı başka bir binekle yükselişini sürdürdü. Bu yükseliş
sırasında Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabını müşahede etti.
Sonunda Allah'ın huzuruna kabul edildi. Kendisine ümmetinden Allah'a
şirk koşmayanların Cennet'e gireceği müjdelendi, Bakara suresinin
son ayetleri verildi ve beş vakit namaz farı kılındı. Yeniden
Refref ile Sidretü'l-Münteha'ya, oradan Burak'la Kudüs'e, oradan da
Mekke'ye döndürüldü.<br />
Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayını anlattı. Olayı
duyan müşrikler yoğun bir kampanya başlatarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i
suçlamaya, alaya almaya başladılar. Bu kampanya bazı müslümanları
da etkileyerek şüpheye düşürdü. Olayın gerçek olup olmadığını
araştırmak isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir
kervana ilişkin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sınadılar.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdiği bilgilerin doğruluğu müslümanları
şüpheden kurtardıysa da müşriklerin inatlarını kırmaya yetmedi.
Mirac olayı inatlarını ve düşmanlıklarını artırarak onlar için
bir fitne nedeni oldu. Bu olay karşısındaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu
Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)'ce "Sıddîk" lakabıyla onurlandırıldı.
Hz. Ebu Bekir olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip
etmeyeceğini soran müşriklere "O söylüyorsa şüphesiz doğrudur"
cevabını vermişti.<br />
Ahad hadislere dayansa da Mirac olayının gerçekliğinde tüm müslümanlar
birleşmişlerdir. Ancak olayın gerçekleşme biçimi İslam bilginleri
arasında görüş ayrılıklarına neden olmuştur. Buna göre İbn
Abbas'ın da içinde bulunduğu bazı bilginlere göre Mirac olayı
uykuda gerçekleşmiştir. Bilginlerin büyük çoğunluğuna göre ise
uyku durumunda ve rüyada değil, uyanık iken gerçekleşmiştir. Fakat
bu görüşü savunanlar da Mirac'ın yalnız ruhla mı, yoksa hem ruh,
hem de bedenle mi olduğu konusunda ikiye ayrılmışlardır. Sonraki
Kelamcıların büyük çoğunluğuna göre mirac olayı uyanıkken hem
ruh, hem de bedenle gerçekleşmiştir. İçlerinde Hz. Aişe'nin de
bulunduğu bazı bilginlerle mutasavvıfların büyük çoğunluğuna göre
ise uyanık durumda iken ama yalnız ruhla gerçekleşmiştir.<br />
Mirac olayının gerçekleştiği gece müslümanlarca kadir gecesinden
sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası
gelenekleşmiştir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı
için Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve
tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin
okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.<br />
<br />
<br />
MİRAC GECESİNDE PEYGAMBERİMİZE VERİLEN HEDİYELER:<br />
Mirac günü peygamber efendimiz (S.A.V) hediye olarak üç şey verilmişti:
Bunlar; Beş Vakit Namaz, Bakara Suresinin Son Ayetleri, Ve Şirk Koşmamak
şartı ile ‘’LA İLAHE İLLALLAH ‘’diyen her Müslümanın
cennete girebileceği müjdesi.<br />
</span></b>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih8.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih8.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-76259956508081184112013-05-24T00:02:00.002+03:002013-05-24T00:02:29.067+03:00TEBLİĞİN BEŞ DEVRESİ<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><span style="color: navy;">TEBLİĞİN BEŞ
DEVRESİ: </span></span></b><br />
<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><span style="color: navy;">TEBLİĞİN BEŞ
DEVRESİ:<br />
</span>Davet`in bes devresi olup birinci devresi: Nübüvvet devresidir.<br />
Davetin ikinci devresi:En yakin hisim ve akrabayi, Ahiret azabiyla
korkutup uyarma devresidir.Davetin ücüncü devresi:Kendi
kavmini,Ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.Davetin dördüncü
devresi:Kendilerine, daha önce Ahiret azabiyle korkutup uyarma
devresidir.Davetin besinci devresi ise: Zamanin sonuna kadar, bütün
Cinlerden ve insanlardan, kendilerine davet erisebilecek olanlari,
ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.<br />
PEYGAMBERİMİZİN VAZİFESİNİ AÇIKTAN AÇIKLAMASININ EMREDİLMESİ:<br />
Peygamberimiz, Tebliğin ilk devresi olan nübüvvet devresini üç yıl
geçirdikten sonra<br />
açıktan tebliğ emri geldikten sonra akrabaları olan Abdülmuttalip oğullarını
kendisine inanmalarını ve ona yardımcı olmalarını istemişti.<br />
Fakat akrabaları kendisine yardım etmediği gibi Amcası Ebu Leheb
hakaret etmiş, bizi buraya bunun için mi çağırdın diyerek hakaret
etmişti.<br />
Bundan sonra Peygamberimiz, Kureyş kabilelerini, Safa tepesi yanına
toplayarak onları İslama davet etti, bu davetten de Kureyşilerden açık
bir destek alamadı. Hatta Amcası Ebu Lehep Peygamberimize Hakaret
ederek ona taş attı, bunun sonucu Tebbet suresi inzal oldu.<br />
<br />
<br />
İŞKENCELER:<br />
Peygamberimiz tebliği açıktan yapmaya başlayınca Kureyşiler müslüman
olanlara işkence yapmaya başladılar.<br />
Bu işkencelerin en fazlasını Peygamber efendimiz Aleyhisselam görüyordu.Ona,
hakaret ediyorlar,namazını kılarken üzerine pislik atıyorlar,geçeceği
yollara diken,butrak gibi şeyler saçıyorlardı. Secde de iken Deve
İşkembesini ve pisliğini kafasına atıyorlardı.<br />
Diğer Müslüman olan insanların da hemen hemen hepsi işkence görüyordu.
Bunlardan köle ve cariye olanların işkencesi öylesine ağırlaşmıştıki
tahammül sınırlarını aşmıştı.<br />
En çok işkence gören Sahabileri şöyle sıralamak mümkün:<br />
Bilal-i Habeşi,Zinnure Hatun,Ümmü Ubeys,Nehdiyye Hatun,Amir b.Füheyre,Lübeyne
Hatun, Ebu Fukeyhe,Habbab b.Eret,Yasir b.Amir,Miktat b.Amr,Suheyb
b.Sinan, vb...<br />
<br />
<br />
EBU CEHL'İN PEYGAMBERİMİZİ ÖLDÜRMEĞE KALKIŞMASI VE NADR B.HARİSİN
BİR KONUŞMASI:<br />
Nadr b.Haris'in Peygamberimiz Hakkındaki Konuşması:<br />
Ebu Cehl, başından geçeni, Kureyşli müşriklerine anlatınca, Nadr
b.Haris, kalkıp "Ey Kureyş cemeati ! Vallahi, sizin başınıza
hiç bir zaman, bir benzerile mübtela olmadığınız,bundan sonra da,
kolay kolay çaresini bulamayacağınız bir iş gelmiş bulunuyor!<br />
Muhammed; Şakaklarına ak düştüğünü gördüğünüz zamana kadar,
içinizde,en çok hoşunuza giden bir gençti.<br />
En doğru sözlünüz ve en emininiz idi.<br />
Nihayet, size getirdiği şeyle gelince, ona (Sihirbaz!) dediniz.<br />
Hayır! Vallahi, o, bir Sihirbaz değildir!<br />
Biz, Sihirbazları ve onların üfürmelerini, düğümlemelerini görmüşüzdür.<br />
Siz, ona (Kahin!) dediniz.<br />
Hayır! Vallahi, o, bir kahin değildir.<br />
Biz, kahinleri ve onların titreyişlerini, görmüş ve Seci'li sözlerini,
dinlemişizdir<br />
Siz, ona (Şair!) dediniz.<br />
Hayır! Vallahi, o, bir Şair de, değildir.<br />
Biz, Şiiri görmüş ve onun her çeşidini: Hezec'ini, Recez'ini..
dinlemişizdir.<br />
Siz, ona (Mecnun!) dediniz.<br />
Hayır! Vallahi, o, bir mecnun da değildir.<br />
Biz, delilikleri, görmüşüzdür.<br />
Onun ise, ne boğulması, ne çarpınıp titremesi, ne evhamlanması, ne
de,<br />
sözlerini, karıştırması, vardır.<br />
Ey Kureyş cemeati! Durumunuzu iyice düşününüz, gözden geçiriniz!<br />
Çünki, vallahi, sizin başınıza, büyük bir iş gelmiştir ! ' '
dedi .</span></b>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih7.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih7.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-43091446859284043262013-05-24T00:01:00.003+03:002013-05-24T00:01:48.915+03:00MUHAMMED ( A.S) VAHY GELİŞİ:<table bgcolor="#FFFFFF" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><span style="color: navy;">MUHAMMED ( A.S)
VAHY GELİŞİ:<br />
</span>Muhammed (A.S), kırk yaşına gelince, Allah(C.C) onun
kerametini açıklamayı ve kullarına,onunla rahmet etmeyi dilediği
zaman,Kendisine, ilk vahiy ve peygamberlik baslangıcı,uykuda Sadık rü`yalar
görmekle olmuştur.<br />
Peygamberimiz, altı ay bu hal üzere kaldı.<br />
Yüce Allah, bu altı Ay içerisinde Peygamberine, Uykuda, sonrada uyanık
Vahiy etti.<br />
Peygamberimiz, her yıl, Ramazan ayında Hira dağında bir ay itikafa
girer,Kureyşilerin yapageldikleri gibi, yanına gelen yoksullara yemek
de yedirirdi.Peygamberimiz, kavminin sürü sürü putlara tapıp
durduklarını gördükce,onlardan uzaklaşmayı, Halvet ve Uzlete çekilmeyi
özler, Hira dağına girer,Halvet ederdi.<br />
Peygamberimiz (A.S),yüce Allah tarafından Peygamber olarak gönderilecegi
ve ilahi rahmetin, kullari, onunla ihsan olunacağı gün, gelmis
bulunuyordu.<br />
Peygamberimiz; Ramazan ayının on beşinci cumartesi ve on altıncı
pazar gecelerinde, Hira mağarasında uyuduğu bir sırada,Rüyasında,
Vahy meleği Cebrail (A.S) atlastan bir kab içinde bir kitapla gelip
Peeygamberimize ``OKU`` dedi.<br />
Peygamberimiz``Neyi okuyayım?`` diye sordu.<br />
Cebrail,Peygamberimizi,nefesi kesilinceye kadar,sikti.<br />
Peygamberimiz,kendisini ölecek sandı.<br />
Bundan sonra,Cebrail (A.S),bırakıp Peygamberimize,`` OKU``! dedi.<br />
Peygamberimiz ``Neyi okuyayım?`` diye sordu.<br />
Cebrail Aleyhisselam,Peygamberimizi,tekrar,nefesi kesilinceye kadar
sikti.<br />
Peygamberimiz, kendini ölecek sandı.<br />
Sonra, Cebrail Aleyhisselamın sıkmasından kurtulmak icin``Neyi okuyayım?``
diye sorduğu zaman, Cebrail Aleyhisselam, Alak suresinin başındaki beş
ayeti okudu.<br />
Peygamberimiz de, onları, okudu.<br />
Cebrail Aleyhisselam, ayrılıp gittiği ve Peygamberimiz,uykudan uyandığı
zaman, o ayetler,, sanki,bir kitap olarak Peygamberimizin kalbine yazılmış
gibi idi.<br />
Peygamberimiz, mağaradan ayrılıp Hidra dağının ortasına geldiği
zaman,gökten,bir ses isitti ki: ``Ya Muhammed! Sen, Allahin Resulusun!
Ben,Cebrailim !`` diyordu.<br />
Peygamberimiz,basini kaldirip bakinca, Cebrail Aleyhisselam`i
ayaklarini,gögün ufukuna basmis bir insan suretinde gördü!.<br />
``Ya Muhammed! Sen, Allahin Rasulüsün!Ben, Cebrailim! Diyordu.<br />
Peygamberimiz,duraklamis, Ona, baka kalmisti.<br />
Ne bir adım ilerliyebiliyor,ne de,gerileyebiliyordu!<br />
Eve döndügünde ,gördüklerini hazreti Haticeye anlatti,hazreti
Hatice,``Sana Müjdeler olsun!<br />
Yüce Allah sana ,hayirdan baska bir sey yapmaz.!diyerek onu teselli
etti.<br />
<br />
<br />
HAZRETİ HATİCENİN PEYGAMBERİMİZİ VERAKAYA GÖTÜRMESİ:<br />
Peygamberimiz, yüce Allah tarafindan, Cebrail Aleyhisselamin getirip
teblig ettigi Risalet vazifesini kabul ederek evine dönerek, hic bir
agaca ve tasa rastlamadiki, kendisini selamlamasin!.<br />
Peygamberimiz,yüregi titreyerek eve gelip,``Beni örtünüz!,beni örtünüz!``buyurdu.<br />
Kalkinca, hazreti Haticeye basindan gecen olaylari anlatti.<br />
Hazreti Hatice de onu alip Hiristiyanliga girmis olan,Veraka b.Nevfel´in
yanina götürdü.Ona, Ey Amucamin oglu! Dinle bak! Kardesiyin oglu,ne söylüyor!<br />
Veraka!´´ Ne gördün kardesimin oglu?´´ diye sordu.<br />
Peygamberimiz;gördüklerini,isittiklerini,haber verince,Veraka:´´Senin
bu gördügün,Allah tarafindan Musa Aleyhisselama indirilmis olan
Namusul-Ekber´dir.<br />
Ah Keske, kavminin,Seni (yurdundan)cikaracaklari zaman,ben,sag ve genc,
dinc olsaydim!´´ dedi.<br />
Peygamberimiz´´ Onlar, beni cikaracaklarmi ki? !´´ diye sordu.<br />
Veraka ´´Evet! Cikaracaklardir.<br />
Cünkü, senin gibi, bir sey getirmis kimse yoktur ki, düsmanliga ve
iskenceye ugramasin!<br />
Eger, ben, Senin davet günlerine yetisirsem, Sana,son derece yardim
ederim!´´ dedi.<br />
Cok gecmeden de, vefat etti.<br />
<br />
<br />
İLK ABDEST VE İLK NAMAZ:<br />
Peygamberimiz, Hiradan döndügü ve Mekke´nin yukari tarafinda
bulundugu sirada Cebrail Aliyhisselam, gelip vadinin bir kösesinde ökcesini
yere vurdu.<br />
Oradan, bir su kaynadi.<br />
Cebrail Aleyhisselam, ondan Abdest aldi.<br />
Peygamberimiz,Cebrail Aleyhisselamin Abdest alisina bakiyordu.<br />
Cebrail Aleyhisselam,Namaz icin nasil Abdest alinip temizlenilecegini görsün
diye,yüzünü dirseklerine kadar ellerini yikadi.<br />
Agzini, su ile calkalandi.<br />
Burnuna, su cekti, ve ona,Abdest almayi,Namaz kilmayi ögretti.<br />
Peygamberimiz de hanımı hazreti Haticeye, Cebrailin öğrettiklerini
öğretti.<br />
<br />
PEYGAMBERİMİZİN TEBLİĞE BAŞLAMASI VE İLK MÜSLÜMANLAR:<br />
Allah (C.C) ilk teblig emri olan ´´Ey örtülere bürünen (Resulüm),
kalk ve insanlari uyar.´´ Ayeti celilesi gelince Peygamberimiz teblig
görevine baslamis<br />
ve insanlari Allahin birligine, davet etmeye baslamisti.<br />
Davete ilk icabet edip müslüman olanlarin isimleri sunlardir:<br />
Ilk Müslümanlik serefine sahip olan kisi hazreti Hatice´dir.<br />
Hz.Ali,hz Ebubekir,hz Zeyd b.Harise,Bilal-i Habesi ve Annesi Hamame,Ebu
Fukeyhe, Halid b.Said,Umeyne bint-i Halef,Amr b.Said,Zubeyr b.Avvam, hz.
Osman,hz.Talha b. Ubeydullah,Sad b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Ebu
Ubeyde b.Cerrah, Ebu Seleme,hz Ümmü Seleme,Osman b.Mazun, vb...</span></b>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih6.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/G3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih6.htm" width="1" /></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-6604177322026929532013-05-24T00:00:00.002+03:002013-05-24T00:00:54.407+03:00Hz. MUHAMMED (s.a.s) DOĞUMU, ÇOCUKLUĞU VE GENÇLİĞİ: <div align="center">
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><span style="color: navy;">Hz.
MUHAMMED (s.a.s) DOĞUMU, ÇOCUKLUĞU VE GENÇLİĞİ:<br />
</span><br />
İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini
sağlamak üzere Allah Teâlâ tarafından gönderilen peygamberlerin
sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle
kabul edildiğine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü
Mekke'de doğdu. İslâm tarihi kaynakları, Hz. Peygamber'in nesebi ta
Hz. Adem'e kadar sıralanan Şecere tabloları ile belirlemişlerdir. Bu
kaynaklarda Hz. Peygamber'in yirminci göbekten atası olan Adnan'a
kadar ittifak edilmiş, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazı
farklılıklar ortaya çıkmıştır. Ama O'nun Hz. İbrahim'in oğlu
Hz. İsmail soyundan olduğunda şüphe yoktur. Buna göre Adnan'a kadar
Rasûlullah'ın şeceresi şöylece sıralanır: Muhammed b. Abdullah b.
Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdümenâf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre
b. Ka'b b. Lüeyy b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. En-Nadr b. Kinâne b.
Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizâr b. Me'add b. Adnan.<br />
<br />
Hz. Peygamber'in doğumundan iki ay kadar önce babası Abdullah, ticarî
bir seferden dönüşünde Yesrib (Medine)'de vefat etmişti. Annesi
Amine, Kureyş Kabilesinin kollarından Benû Zühre'nin reisi Vehb b.
Abdümenaf'ın kız idi. O sıralarda Mekke eşrafı, çocuklarını
çölde bir süt anneye vererek emzirme âdetine sahip oldukları için
Hz. Peygamber, kendi annesi Amine tarafından ancak bir kaç kez
emzirilmiş, süt anneye verilinceye kadar da amcası Ebu Leheb'in
cariyesi Süveybe, O'na süt annelik yapmıştı. Daha sonra Mekke'ye
komşu çöllerde yaşayan Hevâzin kabilesinin kollarından Benû
Sa'd'a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz. Peygamber'e süt
emzirmiştir. Mekke eşrafı tarafından Mekke'nin ağır ve sıcak
havası çocukların gelişimine ve sağlıklarına zararlı görülüyor;
ayrıca hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan
Mekke'de arap dili, yabancı tesirler altında kalabildiğinden, fesahat
ve belâğata önem veren Mekkeliler çocuklarının dili öğrendikleri
ilk yıllarının Arapçanın saf ve bozulmamış şekliyle ve olanca
fesahat ve belâgatıyla arı duru konuşulduğu badiyelerde geçmesini
gerekli görüyorlardı. Bu bakımdan Araplar arasında fasih Arapçaları
ile ün yapmış Benû Sa'd kabilesi arasında yaklaşık ilk iki buçuk
yılını geçiren Hz. Peygamber, ileride üstleneceği ilâhî risâlet
görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazırlanmış oluyordu.
Hz. Peygamber'in kırk yaşından itibâren yürüttüğü İslâm'a
davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslında meşakkatli, yorucu,
bir takım sıkıntıları olan mukaddes bir vazifedir. İşte bu yorucu
ve meşakkatli görevi lâyıkıyla yerine getirebilmek için sağlam ve
sıhhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu. Hz. Peygamber, böylelikle
çocukluğunun ilk yıllarında Mekke'nin boğucu sıcak ve sıtmalı
havasından uzaklaşmış, suyu ve havası güzel bâdiyede sağlıklı
bir şekilde gelişme imkânını bulmuş oluyordu. Diğer taraftan güzel
konuşmanın kitleler üzerindeki etkisi malumdur. İleride muhtelif
insan kitlelerine muhâtap olacak bir peygamberin şüphesiz iyi bir dil
bilgisine sahip olması ve dili, davasının uğrunda en iyi şekilde
kullanması gerekiyordu. İşte bu yönlerden Hz. Peygamber henüz çocukluğundan
itibâren davet faâliyeti için hazırlanıyordu. Yalnız kendisi henüz
o sıralarda ileride peygamber olacağı konusunda hiç bir bilgiye
sahip olmadığından, bu hazırlanma O'nun bizzat iradesi ile ve
bilerek olmayıp, Cenâb-ı Hakk'ın yönlendirmesi, kontrol ve murâkabe
altında tutması şeklinde cereyan ediyordu. Peygamber Efendimizin süt
annesi Halime'nin yanında iken vukû bulan "Göğsünün yarılması"
(Şerhu's-Sadr veya Şakku's-Sadr) olayını da yine davete hazırlık
olarak değerlendirmek gerekir. Bu olayda Hz. Peygamber'in göğsü, görevli
iki melek tarafından yarılmış, kalbi çıkarılarak Şeytanın ve
nefsin tasallut ve saptırmasından arındırılmış ve Zemzem'le yıkanarak
tekrar yerine konulmuştur. Böylece Hz. Peygamber, rûhen davete hazırlanmış
oluyordu.<br />
<br />
Şerhu's-sadr olayından sonra süt anne halime tarafından Mekke'ye
getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim edilen
Hz. Muhammed, altı yaşına kadar annesi Amine'nin yanında kaldı. Bu
sıralarda Amine, Hz. Peygamber'i de yanına alarak Medine'deki
akrabalarını ziyarete gitmişti. Bu vesile ile, altı yıl kadar önce
Medine'de ölen eşinin kabrini de ziyaret etmiş olacaktı. Bir ay süren
bir misafirlikten sonra Mekke'ye dönerken henüz Medine'den pek fazla
uzaklaşmadan Ebvâ denilen köyde Âmine aniden rahatsızlandı ve
vefat etti; oraya da defnedildi. Artık hem yetim, hem de öksüz kalan
çocuğu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadı Ümmü Eymen
Mekke'ye getirip dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti. Yaşlı dede,
kalben büyük bir muhabbet beslediği bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki
yıl bağrına bastı. Abdülmuttalib'in temsil ettiği HâşimoğullarınınMekke'deki
itibârı ile Abdülmuttalib'in şahsî özellik, kabiliyet ve ahlâki
faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem
suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çıkarmış olması, onun
Mekke'de kendisine son derece saygı duyulan, sözüne itibâr ve itâat
edilen bir reis hâline gelmesini sağlamıştı. Abdülmuttalib, Kâbe
duvarına bitişik olarak sırf kendisine mahsus serilen minderde ve
Mekke idare meclisi hüviyetini taşıyan Dâru'n-Nedve'de Mekke halkının
çeşitli problemlerini dinler ve çözüm yolları arardı. Dedesi Abdülmuttalib'in
yanından hiç ayrılmayan küçük Muhammed, Dâru'n-Nedve'de yapılan
idareye ve çeşitli problemlere ait müzâkerelerde de dedesinin yanında
bulunuyor ve daha o yaşlarından itibaren zulmün hâkim olduğu Mekke
toplumunda ortaya çıkan problemleri, insanların dinî, idârî,
iktisadî, ilmî, ictimâî yönlerden nasıl bir bataklığın içinde
bulunduklarını yakından görüp idrâk ediyordu.<br />
<br />
Hz. Peygamber sekiz yaşına geldiği zaman Abdülmuttalib seksen iki yaşına
erişmişti ve yaşlı bünye, uğradığı hastalıklara tahammül
edemeyerek bu dünyadan ayrıldı. Abdülmuttalib vefatından önce
sevgili torununu oğulları arasında, Hz. Muhammed'in babası
Abdullah'la ana-baba bir kardeş olan Ebû Talib'e teslim etmişti. Artık
Hz. Muhammed sekiz yaşından yirmibeş yaşına kadar amcası Ebu
Talib'in yanında kalmıştır.<br />
<br />
Gelecekte peygamber olacağı hakkında ne kendisinin ne de çevresinin
kesin bir bilgisi olmadığından, tâbiîdir ki Hz. Peygamber'in bu
devrelerdeki hayatı hakkında fazla bilgimiz yoktur. Ancak sadece Hz.
Peygamber'i değil, aynı zamanda diğer Mekkelileri de ilgilendiren bazı
olaylarda Hz. Peygamber'in aldığı yer ve oynadığı rol, kaynaklarımızda
tespit edilmiştir. Bu devreye ait mevcut bilgiler arasında şüphesiz
önemli olanlarından birisi, Hz. Peygamber'in Râhib Bahîrâ ile karşılaşması
meselesidir. Hz. Peygamber on iki yaşlarında iken amcası Ebû Tâlib
ile birlikte Şam'a doğru yol alan ticarî bir kervana katılmış ve
kafile Şam yakınlarında Busrâ adlı bir mevkide mola verdiği zaman
buradaki manastırda bulunan Bahirâ adlı râhib, İslâm kaynaklarına
göre Hz. Peygamber'deki özelliklere bakarak O'nun ileride çıkması
beklenilen son peygamber olabileceği kanâatine varmıştı. Müsteşrikler
bu olayı kendi yanlı bakış açıları ile ele alarak İslâm'ın doğuşunda
Hristiyan rûhiyâtının etkileri olduğunu, Râhib Bahîrâ'nın dinî
telkinlerinin tesirinde kalan Hz. Muhammed'in bu dinî şuuru geliştirerek
ileride İslâm'ı ortaya attığını iddia ederlerse de, İslâmiyet'in
temelini oluşturan tevhid akidesi ile Hristiyanlığın temeli olan
teslis * inancının aslâ bağdaşamaz bir karakterde oluşu, İslâm'ın
Hristiyanlık'da mevcut teslis düşüncesini şirk olarak kabul etmesi,
bu iddiânın ne derece asılsız ve gülünç olduğunun en açık
delillerindendir (geniş bilgi için bkz. Bahîrâ maddesi).<br />
<br />
Hz. Peygamber, bu ilk seferin ardından daha sonraki yıllarda diğer
amcaları ile birlikte Mekke. dışına yapılan bazı ticari seferlere
katılmış, muhtelif bölgelerde yaşayan insanların farklılık
arzeden dinleri, örf ve âdetleri, hal ve vaziyetleri hakkında bilgi
sahibi olmuştur. Peygamber Efendimizin daha sonraları İslâm'ı tebliğ
ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduğuna göre cereyan
eden bu olayları da O'nun peygamberliğe ilmen hazırlanması olarak değerlendirmek
gerekir.<br />
<br />
Cenâb-ı Hakk'ın kontrol ve murâkabesi, müstakbel peygamberi rûhen
de davete hazırlıyor ve cahiliye döneminin her türlü şirk ve sapıklığından,
kötülük ve ahlâksızlığından uzak tutuyordu. Mekkelilerin dinî
bir âyini ve bayramı olan Büvâne'ye çocukluk yıllarında amca ve
halalarının zorlamaları ile götürülen Hz. Muhammed, âdet üzere
diğer akrabalarının yaptığı şekilde burada hazır bulundurulan
bir puta tapmak içiri sıraya girdiğinde, henüz kendisine sıra
gelmeden ilâhi bir ikaz ile puta tapmaktan alıkonulmuş ve olayın haşyeti
içerisinde Hz. Peygamber kısa bir baygınlık geçirmişti. Bu olaydan
sonra artık akrabaları O'na putlara tapmak için her hangi bir ısrarda
bulunmadılar. Tabîidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yıllarından
itibâren hayatı boyunca aslâ hiç bir puta tapmadığı gibi, onlar
adına kurban kesmemiş, putlar adına kesilen hayvanların etini yememiş,
onlar adına yemin etmemiş, hatta onların adını dahi ağzına
almaktan hoşlanmadığını belirtmişti.<br />
<br />
Geçim sıkıntısı çeken amcası Ebû Tâlib'e yardımcı olmak için
gençlik yıllarında Mekkelilere ücretle çobanlık yapan Hz. Muhammed,
çobanlığı sırasında Mekke'nin dağdağalı, debdebeli, şirkin hâkim
olduğu havasından uzaklaşarak tabiatla karşı karşıya gelmiş, bu
anlarda muhakeme ve idrâk gücü gelişerek herşeyin yaratıcısı
olan Cenab-ı Allah'ın varlığı ve birliğini, O'na eşler koşmanın
sapıklık olduğunu iyice kavramış, karşılaştığı bir takım sıkıntı
ve meşakkatler O'nu rûhen olgunlaştırmıştı. Çobanlık yaptığı
günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadaşına emanet ederek
Mekke'de tertiplenen gece eğlencelerini seyretmek için kırdan şehire
inen Hz. Peygamber, eğlence yerine gelip oturur oturmaz Cenâb-ı Hakk'ın
kendisine verdiği bir uyku ile, içkilerin içildiği, oyunların
oynandığı, ahlâksızlıkların yapıldığı bu işret âlemini
seyretmekten dahi alıkonulmuştu. Bir başka sefer yine böyle bir eğlenceyi
seyretme arzusu aynı şekilde engellenmiş; artık bir daha da Hz.
Peygamber böyle bir şeye teşebbüs etmemiş, istek de duymamıştı.<br />
<br />
Hz. Peygamber yirmi yaşlarında iken Mekkeliler ile Hevâzin kabilesi
arasında Ficâr Harbi vukû buldu. Aslında savaşabilecek bir yaşta
ve güçte olmasına rağmen Hz. Peygamber bu harpte sadece savaş alanının
gerisine düşen okları toplayıp amcalarına vermekle yetinmişti. Böylece
genellikle cephe gerisinde bulunmasına rağmen bu olayın O'nda harp
taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler oluşturduğu
bir gerçektir. Peygamberliğinden sonra dahi hatırladığı zaman bir
üye olarak katılmaktan şeref ve iftihar duyduğunu açıkça belirttiği
Hılfü'l-Fudûl ise hemen bu savaştan sonra gerçekleşmişti. Bu
vesile ile Hz. Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanımış, câhiliye
toplumunda güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğini, güç ve kuvvet
karşısında zâlimlerin nasıl eriyip titrediğini örnekleriyle görmüştü.<br />
<br />
Yirmibeş yaşında bizzat kendisinin idare ettiği bir ticaret kervanı
Hz. Muhammed'i Hz. Hatice ile karşılaştırdı ve aralarında gerçekleşen
evlilik, Hz. Muhammed'in amcası Ebû Tâlib'in yanından ayrılıp yeni
bir aile yuvası kurmasını sağladı. Hz. Peygamber'in bu evlilik
dolayısıyla Hz. Hatice'den altı çocuğu olmuştu. Bunlardan dördü
kız olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fâtıma adlarını almışlardı.
Bunların dördü de babalarının peygamberliğine erişmişler ve O'na
iman ederek hicret etmişlerdir. Oğulları ise Kasım ve Abdullah adını
taşıyordu. Hz. Peygamber'in ilk oğlunun adı Kasım olduğu için
kendisine Ebû'l-Kâsım künyesi verilmişti. Bazı kaynaklar bunlardan
başka Hz. Peygamber'in Tayyib ve Tâhir adında iki oğlu daha olduğunu
zikrederken, diğer bazı kaynaklar bu son iki ismin Abdullah'ın lâkabı
olduğunu belirtmişlerdir. Hicretten sonra doğan oğlu İbrahim ise Mısırlı
câriye Mâriye'dendir. Hz. Peygamber'in bütün erkek çocukları henüz
küçük yaşlarda vefat etmişlerdi.<br />
<br />
Hz. Hatice ile evliliğinden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini
ticaret yoluyla sağlamaya çalışmış, bazan ortaklık yoluyla, bazan
müstakil olarak ticaret yapmıştı Hz. Muhammed, bu ticarî
muamelelerindeki dürüstlüğü, doğru sözlülüğü, ahde vefası,
âdil ve âlicenâb davranışları, herkes hakkında iyimser davranıp
elinden gelen iyilik ve yardımı yapması, yoksulun, muhtacın elinden
tutması, yakınlarına ve akrabalarına karşı gösterdiği ilgi, ahlâkî
olgunluk ve rûhî üstünlükleri ile derhal temâyüz etmiş, çevrede
herkesin güvenip itibar ettiği, sayıp sevdiği bir kişi hâline
gelmişti. Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn = güvenilir
kişi" lâkabını vermişlerdi.<br />
<br />
Hz. Peygamber'in otuz beş yaşında iken meydana gelen Kâbe tâmiri
olayı ve bu olay sırasında el-Haceru'l-Esved'in* yerine konması
meselesinde Mekke sülâleleri arasında çıkan ve kanlı bir çatışmaya
dönüşme temâyülü gösteren anlaşmazlığı herkesi memnun edecek
bir tarzda ve âdil bir şekilde çözmesi, O'na duyulan güveni daha da
artırmıştı.<br />
<br />
Allah'ın mukaddes evi Kâbe'nin tâmiri dolayısıyla herkeste olduğu
gibi Hz. Muhammed'de de dinî duygu ve heyecanlar şüphesiz harekete geçmiştir.
Bu sebeple O'nda bu yıllardan itibâren Rabbi ile başbaşa kalma
arzusu görülür. Bir de buna toplum içinde işlenen haksızlıklar,
zulümler, ahlâksızlıklar, din adına icrâ edilen sapıklık ve akılsızlıklar
eklenecek olursa, Hz. Muhammed'in böylesi câhilî bir toplumdan
kendisini uzak tutarak yalnız, sessiz, sakin bir mağarada bir süre
uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlaşılır. Artık otuz beş yaşından
itibâren Hz. Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayı
boyunca Mekke'den uzaklaşıyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtiği Hıra
dağındaki bir mağarada günlerini geçirerek Cenâb-ı Hakk'ın varlığını,
birliğini, kudret ve azametini, O'nun gücü karşısında mahlûkatın
aczini ve zayıflığını düşünüyor; Rab Teâlâ'nın insanlara
sonsuz nimetlerini, buna karşı insanoğlunun nankörlüğünü, onların
dinî, siyasî, ictimâı, ahlâkî vs. yönlerden içerisine düştükleri
kötü durumları hatırlıyordu. İşte bu uzlet,günleri Hz.
Peygamber'i rûhi, ahlâkî bir olgunluğa götürdüğü gibi tefekkür
ve istidlâl melekelerini geliştirerek aklî ve ilmî bir yüceliğe de
eriştirdi.<br />
</b></span>
</div>
<span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><b><span style="color: navy;">PEYGAMBERLİĞİ
VE MEKKE DÖNEMİ:</span><br />
Böylece kendisine verilecek ilâhî risâlet görevini üstlenebilecek
bir seviye ve vasata geldiği bir sırada, kırk yaşında iken yine böyle
bir uzlet anında Hıra mağarasında, Cenâb-ı Hakk'ın peygamberlere
vahiy getirmekle görevli meleği Cebrâil (a.s), O'na ilk vahyi, Alak Sûresi'nin
ilk beş âyetini getirdi. Artık Allah'ın Rasûlü, insanları hak din
olan İslâm'a çağırmakla görevli idi. O, bu görevine ailesi halkından
ve hak davaya gönül verebilecek yakın arkadaşlarından, gerçeği
kabul edebilecek kabiliyetde olan, fıtratı bozulmamış, düşünme
istidadı körelmemiş kişilerden başladı. İlk önce O'nu sevgili eşi
Hz. Hatice tasdik etti. Erkeklerden Hz. Ebûbekir, çocuklardan Hz. Afi,
âzadlı kölelerden Zeyd b. Hârise kendisine ilk iman eden kimselerdi.
Ardından Hz. Ebûbekir'in de aracılığıyla Hz. Osman, Abdurralıman
b. Avf, Zübeyr b. el-Avvâm, Talha b. Ubeydullah, Sa'd b. Ebî Vakkâs,
Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Sa'id b. Zeyd, Abdullah b. Mes'ûd gibi şahsiyetler
müslüman oldular. Hz. Peygamber ilk üç yıl davetini gizli sürdürdü.
Yalnız bu gizlilik, İslâm'ın esasları ve prensipleri açısından
değildi. İslâm, sır perdeleri arkasında, gizli saklı, esrarengiz
ve gizemli, anlaşılmaz bir takım düşünceler ve doktrinler ihtiva
eden bir din değildi. Onun esasları gayet açık, net, anlaşılır, sâde,
arı duru olup akıl ve mantığa da uygun idi. Aynı şekilde bu
gizlilik, İslâm'ın sadece belli bir zümreye has bir grup dini oluşundan
da değildi. Aksine İslâmiyet cihanşümûl bir din olup bütün bir
beşeriyetin hidayet ve saâdetini hedeflemişti. Ancak Hz. Peygamber'in
ilk üç yıl davetini gizli sürdürmesi, çevredeki insanların İslâm'a
karşı takındıkları düşmanca tavırdan, inanç ve ibadet hürriyeti
tanımayacak kadar insafsız ve bağnaz oluşlarından kaynaklanıyordu.
Müslüman olanların mallarına ve canlarına bir zarar gelmemesi,
filizlenmekte olan İslâm davâsına acımasız bir balta vurulmaması
açısından gizli davete gerek duyulmuştu. Bu safhada Hz. Peygamber faâliyetini
genellikle davet merkezi edindiği Dâru'l-Erkam'dan yürütmüştür.
Burası ilk iman edenlerden el-Erkam b. Ebi'l-Erkam'ın* Kâbe karşısında
Safâ tepesi yamaçlarındaki evi idi. İlk müslümanlardan bir çoğu
İslâm'ı burada kabul etmişler, Hz. Peygamber'in eğitimine burada
mazhar olarak İslâm'ın eşsiz esaslarını ruhlarına ve hayatlarına
burada nakşetmişlerdi. Hz. Peygamber burada İslâm davâsına gönül
bağlayarak mallarını ve canlarını bu hak davâ uğrunda fedâdan çekinmeyen
sâdık, vefâlı ve ihlâslı bir kadroyu oluşturmakla meşgûldü. O,
biliyordu ki böyle bir kadro olmaksızın İslâm davâsının ortaya
çıkıp yayılması mümkün değildir. Bu bakımdan Hz. Peygamber'in
bu devredeki icraatı ashabını birbirine kenetlendirmiş ve aralarında
mükemmel bir bağlılık oluşturmuştu.<br />
<br />
İşte Hz. Peygamber İslâm davâsı etrafında böyle bir kadro oluşturduktan
sonra peygamberliğin dördüncü yılından itibâren İslâm'ı açık
açık tebliğ etmeye başladı. Kureyş müşriklerinin İslâm'ı
engellemek için başvurdukları çok çeşitli çareler, Hz.
Peygamber'e ve İslâma samimiyetle bağlı kadro elemanlarına engel
olamıyordu. Bu arada Mekke müşrikleri özellikle korunmasız müslümanlara
insaf ve vicdana sığmayan eziyet ve işkencelerde bulundular. Bu işkenceler
karşısında Hz. Peygamber, isteyen müslümanların Habeşistan'a
gidebileceklerini belirtip hicret izni verince, nübüvvetin beş ve altıncı
yıllarında müslümanlardan birer grup I. ve II. Habeş hicretlerini
gerçekleştirdiler. Mekkeli müslümanların böylece Mekke hâricine
İslâm'ı taşımaları, müşriklerin hınç ve kinini artırmıştı.
Ama Cenâb-ı Hakk'ın yardım ve inâyeti sebebiyledir ki İslâm'a gösterilen
bu düşmanlıklar bile hak dinin yayılmasına yardımcı oluyordu.
Meselâ azılı müşriklerden Ebû Cehil'in bizzat Hz. Peygamber'e yaptığı
sözlü ve fiili bir sataşma, Kureyş arasında şahsiyeti ve
kuvvetiyle büyük bir itibâra sahip olan Hz. Hamza'nın müslüman
olmasını sağladı. Ardından Mekke idare meclisi Dâru'n-Nedve'de alınan
Hz. Peygamber'i öldürme kararını uygulamak için harekete geçen güçlü
şahsiyet Ömer b. el-Hattâb, Hz. Peygamber'i öldürmek üzere O'nu
ararken aslında ayakları onu hidâyete sevkediyor ve Ömer'in gücü
İslâm saflarına yeni bir heyecan ve şevk katıyordu. Arka arkaya Hz.
Hamza'nın ve Hz. Ömer'in müslüman olmaları, Kureyş müşriklerinin
gözünü bir süre yıldırmış, artık müstümanlara dokunamaz olmuşlardı.
İşte bunu izleyen günlerde Habeş muhâcirlerinden bir kısmı
Mekke'ye geri döndü. Ancak bu sırada müşrikler yeniden şiddete başlayıp,
cehâlet ve bağnazlıkla bağlandıkları ata dinlerini, zulme dayalı
olduğu için İslâm'ın ortadan kaldıracağı şahsî çıkar ve
menfaatlerini, bâtıl tahakküm ve zorbalıklarını kurtarabilmek için
akıl almaz çarelere başvurmuşlardı. Bu türden olmak üzere hem müslümanlar,
hem de müslümanları koruyan Hâşimoğulları, peygamberliğin
yedinci senesi ile onuncu senesi arasında tam üç yıl devam eden bir
boykot ve muhâsaraya marûz kaldılar. Mekkeliler ne müslümanlarla,
ne de onları koruyan Hâşimoğulları ile hiç bir münâsebette
bulunmayacaklarına, her türlü ilişkiyi keseceklerine, onlarla hiç
bir şekilde alış-verişte bulunmayacaklarına, oturup kalkmayacaklarına,
kız alıp vermeyeceklerine dair bir karar almış, bu karan yazdıklan
sahifeyi Kâbe'nin iç duvarına asarak dinî bir hüviyet de vermişlerdi.
Bu karara muhâlefet eden, hem vatana, hem de dine ihânet etmiş sayılacak
ve en ağır şekilde cezalandırılacaktı. Mekkeliler tarafından üç
yıl süreyle ve titizlikle uygulanan bu karar, elbette müslümanlara sıkıntılı,
güç günler yaşatmıştır. Peygamberliğin onuncu yılında bu karar
iptal edilip boykot ve muhâsara kaldırıldığı vakit müslümanlar
pek ziyade sevinme imkânı bulamadılar. Çünkü çok geçmeden Hz.
Peygamber iki büyük yakınını, amcası Ebû Tâlib'i ve eşi Hz.
Hatice'yi üç gün arayla ardı ardına kaybetti. Rasulullâh'ın üiüntüsüne
müslümanlar da katıldılar ve bu seneye Hüzün yılı* adını
verdiler. Özellikle Ebû Talib'in vefatı, Hz. Peygamber'in Mekke'de İslâm'ı
tebliğ etmesini bir hayli güçleştirdi. Çünkü Ebû Tâlib'in sağlığında
Mekkeliler Ona hürmet duydukları için himayesine aldığı yeğenine
dokunmuyorlardı. Şimdi bu himaye ortadan kalktığı için Hz.
Peygamber her yerde sataşma ve engellemelerle karşılaşıyordu. Böyle
bir ortamda İslâm'ı tebliğ etmek âdeta imkânsız hâle geldiğinden
Hz. Peygamber, İslâm'ı kabullenecek yeni bir kitle aramaya başladı.
Bu sebeple de azadlı kölesi Zeyd b. Hârise ile birlikte bir gün
gizlice Tâif'e gitti. Ancak dolaylı akrabalarından olan reislerinden
gördüğü alaylı ve acımasız muâmele Hz. Muhammed'in derhal
Mekke'ye geri dönmesini gerekli kıldı. Hz. Peygamber şehirden
gizlice çıkmıştı. Şayet bu durum Mekkelilerce öğrenilmişse onun
gidişi ülke dışına kaçma olarak değerlendirilebilir ve kendisi
siyâsi suçlu sayılabilirdi. Bu düşüncelerle Hz. Peygamber şehre
ancak bir emân ve himâye altında girmek gerektiğine kanâat
getirerek müşriklerin ileri gelenlerinden Mut'ım b. Adî'nin himâyesini
sağladı ve onun koruması altında şehre girdi.<br />
<br />
Yıllar boyu Mekkelilerin İslâm'a karşı gösterdiği kin; düşmanlık
ve engellemeler, üç yıl süreyle devam eden ve insafsızca uygulanan
toplumdan dışlanma ve muhâsara olayı, ardından Ebû Tâlib'in ve
Hz. Hatice'nin vefatları dolayısıyla Hz. Peygamber'in himayesiz
kalması ve Mekkelilerin sataşmalarına mâruz kalması, bunu tâkiben
de Tâif halkının horlayıcı tavn, her ne kadar Allah Rasûlünün ümit
ve azmini kıramamış, davet şevk ve iştiyakını azaltamamış ise
de, şüphesiz bir beşer olarak O'nu üzmüş ve rencide etmişti. İşte
böyle bir durumda Hz. Peygamber'i sevindirecek ve Kur'an'dan sonra en büyük
mûcizelerinden biri olan bir mucize meydana geldi. Cenâb-ı Hak, Rasûlünü
teselli etmek, bunca gördüğü düşmanlıklara rağmen gösterdiği
sabır ve sebat dolayısıyla O'nu taltif edip lütuf ve ikramda
bulunmak üzere katına çağırdı ve Hz. Peygamber'in İsrâ ve Mirâc
mûcizesi gerçekleşti. Bir gece vakti Hz. Peygamber, bir an ifade
edilebilecek çok kısa bir zaman dilimi içinde önce Mekke'den Kudüs'e
gitti. Oradan da göklere yükselerek Rabbinin huzuruna çıktı; dünya
ötesi âlemi, Cennet ve Cehennem'i müşahede etti. Böylece rûhen
takviye görmüş, Rabbi tarafından mükâfaatlandırılmış olarak
tekrar aynı anda Mekke'ye döndü.<br />
<br />
Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) İslâmî tebliğine yine devam
ediyordu. Fakat İslâm'ın kitlesi olacak zümreyi arayışı
genellikle Mekke'ye dış kabilelerden hac, umre veya ticaret gibi
maksatlarla gelen yabancılar arasında oluyordu. Önceleri bu teşebbüsü
bazen olaylı, bazen sert, nâzik, veya mütereddit, ama hep menfi bir
tavırla karşılanıyordu. Ancak nübüvvetin onbirinci senesinde
Medine'nin Hazrec kabilesinden altı kişi Akabe adı verilen yerde Hz.
Peygamber'le karşılaşıp kısa bir görüşmeden sonra O'na iman
ettiler. Bu altı Medineli, şehirlerine dönüşte Hazrec ve Evs
kabileleri arasında İslâm'ı yaydılar. Ertesi senenin hac mevsiminde
ikisi Evsli, onu Hazrecli oniki kişilik bir heyet yine Akabe'de Hz.
Peygamber'le buluşup O'na bey'at ettiler. I. Akabe bey'atı olarak
tarihlere geçen bu görüşmenin akabinde Hz. Peygamber, İslâm
kadrosunun ilk elemanlarından Mus'ab b. Umeyr'i davetçi olarak
Medine'ye gönderiyordu. Mus'ab'ın Medine'de bir yıl süreyle yaptığı
faâliyet öylesine verimli olmuştu ki İslâm'ın bahsedilmediği ve
girmediği bir ev hemen hemen kalmamıştı ve Medineliler, Allah Rasûlünü
şehirlerine buyur edip O'nu koruma konusunda her tehlikeyi göze alacak
bir kıvâma erişmişlerdi. Peygamberliğin onüçüncü yılında
Medine'den gelen daha kalabalık bir heyet Akabe'de Hz. Peygamber'le bir
gece vakti gizlice buluşup II. Akabe Bey'atı'nı gerçekleştiriyor ve
şehirlerine göç ettiği takdirde Hz. Peygaber'i ve Mekkeli müslümanları
malları ve canlarını korudukları gibi koruyacaklarına and içiyorlardı.
İşte bu and ve karşılıklı söz vermelere İslâm tarihinde
"Akabe bey'atları * " adı verilmiştir.<br />
<br />
<span style="color: navy;"><br />
HİCRET VE İSLÂM DEVLETİ:</span><br />
Mekkeliler bu görüşmeleri haber aldıkları zaman başlatılan yeni
baskılar, müslümanlara hicret kapılarını açtı. Hz. Peygamber'in
izni ile Ashâb-ı kirâm gruplar halinde ve çoğunlukla gizlice şehri
terkedip Medine yolunu tuttular. Artık şehirde Hz. Peygamber ve
ailesi, Hz. Ali, Hz. Ebûbekir ve ailesi ile hicrete imkân bulamamış
olanlarla yakınları veya akrabaları tarafından hicretleri engellenmiş
kimseler kalmıştı. Müslümanların Medine'de toplanarak zinde bir güç
oluşturmaları, Mekkelileri ürküten ve korkutan bir husus olmuştu.
Bu günlerde sık sık olağanüstü toplantılar yapan müşrikler,
gizli bir celsede, karşılaşılan bu zor problemi çözme yollarını
aradılar. Yegâne kurtuluş yolu olarak Hz. Muhammed'in öldürülmesi
görüldü. Kararlaştırılan komplonun icrâsı için hazırlıklar
yapılırken Cebrâil (a.s) vâsıtasıyla durumdan haberdâr olan Hz.
Peygamber de hicret için hazırlığa koyuldu ve hicrette kendisine yol
arkadaşlığı yapacak Hz. Ebûbekir'le önceden hazırladığı plân
gereğince geceleyin Mekke'yi terketti. Uzun ve zaman zaman tehlikeli geçen
yorucu bir yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi günü Medine'nin
banliyösü Kubâ köyüne geldiği zaman Ensâr ve Muhâcirûn'un O'nu
karşılaması son derece heyecanlı ve içten olmuştu. Hz. Peygamber
bu köy halkının ricası üzerine burada beş gün istirahat etti ve
bu kısa istirahatı sırasında bilfiil kendisi de çalışarak bir
mescid inşâ ettirdi. Kubâ'ya gelişinin beşinci günü sabahleyin
buradan ayrılarak Medine şehrine yöneldi. Günlerden cuma idi. Öğle
vakti Rânunâ adlı mevkiye gelindiği vakit Hz. Peygamber burada
durdu; ilk cuma hutbesini îrad etti ve ardından ilk cuma namazını kıldırdı.
Sonra yoluna devam etti. Şehirde bir bayram havası vardı. Büyük küçük
herkes yollara dökülmüş, coşkun bir tezâhürât, sevgi ve saygıyla
Hz. peygamber'i karşılıyor, şehirlerine ve evlerine buyur ediyordu.
Hz. Peygamber hiç kimsenin davetini reddetmiş olmamak ve hiç kimseyi
kırmamak için uygun bir çare buldu ve üzerinde hicret ettiği devesi
Kasvâ kendi hâline bırakıldı; devenin çöktüğü yere en yakın
evde Hz. Peygamber misafir olacaktı. Deve, şehrin orta tarafında iki
yetim çocuğa ait boş bir arsada çöktü ve Hz. Peygamber kendisine
ait hâne-i saâdetleri inşâ edilinceye kadar buraya evi en yakın
olan Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî Hazretlerinin evinde misafir
kaldı.<br />
<br />
Böylece Hz. Peygamber'in hayatında ve davet faâliyetinde yeni bir dönem,
Medine dönemi başlamış oluyordu. Medine'de Hz. Peygamber, İslâm'a
kucak açmış büyük bir kitleye kavuşmuştu; İslâm'ın bağımsızlığı
ve hâkimiyetini ilân edeceği bir vatana da sahipti. Artık yapılacak
şey, bu vatan sathında İslâm cemâatını teşkilatlandırmak,
insanların birbirleri ile olan münâsebetlerini hak ölçüleri içerisinde
düzenlemek ve hakkın hâkimiyetini sağlayarak etrafa yaymaktı. Bunun
için de bir devlete ihtiyaç vardı. Peygamber Efendimiz bu ihtiyacı
gayet iyi bildiğinden, artık Medine'ye hicretin ilk günlerinden itibâren
O'nun davet merhaleleri arasında "devletleşme diye adlandırdığımız
safhayı gerçekleştirmek üzere çaba sarfetti. Kuruluş günlerini yaşayan
İslâm devletı'nin idâre merkesi, htikümet binası, harp karargâhı
vs. gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid'i inşâ etti.
Mescide bitişik olarak bina edilen suffa, İslâm cemâatının bütün
İslâmî meselelerde eğitildiği ve gerekli bilgilerin öğretildiği
önemli bir eğitim-öğretim müessesesi oldu. Bu sıralarda okunmaya
başlanan ezan, sadece namaz vaktinin geldiğini bildiren bir ilân değil,
aynı zamanda İslâm hâkimiyetini âleme haykıran bir sembol ve şiâr
idi. Komşu devletlerle münâsebetlerin tanzimi için henüz hicri
birinci senede ilk sınır tespiti gerçekleştirilmiş ve bu sınırlar
içerisindeki müslümanların gücünü belirleme açısından Hz.
Peygamber'in emri üzerine nüfus sayımı yapılmıştı. Ensâr'dan
bir kişi ile muhâcirûn'dan bir kişinin bir araya getirilerek İslâm
topluluğunun ikişer ikişer kardeşleştirilmesi ameliyesi demek olan
muâhât *, başka bir çok faydaları yanısıra İslâm devleti'nin asıl
unsurunu oluşturan müslümanlar arasında tam bir kaynaşma ve dayanışma
sağlıyordu. Yine aynı senede hazırlanan anayasa, müslümanları
olduğu kadar Medine'de bulunan müşrikleri ve Yahudileri de kapsamına
alarak Hz. Peygamber'in devlet başkanlığını bu gayri müslim azınlıklara
da kabul ettiriyor ve aynı ülkede yaşayan vatandaşlar olarak bu
insanlar İslâm'ın hakimiyet ve koruması altına alınarak devlet açısından
güvenliğin sağlanması hedefleniyordu.</b></span>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-8462277712652133970.post-66777249951816108302013-05-23T23:59:00.003+03:002013-05-24T00:00:22.643+03:00 FİL VAKASI (EBABİL KUŞLARI) <table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td align="center" width="100%"><table border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" style="width: 100%px;"><tbody>
<tr><td width="100%"><div align="center">
<b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><span style="color: navy;">FİL
VAKASI (EBABİL KUŞLARI) <br />
</span><br />
Kâbe'yi yıkmak üzere büyük bir orduyla gelen Yemen valisi
Ebrehe'nin ordusuna saldıran kuşlar.<br />
<br />
Ebâbil, Arapça'da "bölükler, sürü, sürüler"
demektir. Kelime, Kur'ân-ı Kerim'de Fil sûresinin üçüncü âyetinde
geçmektedir. Fil sûresinde olay şöyle anlatılmaktadır: "Görmedin
mi Rabbin fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı
mı? Üstlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. Onlara çamurdan
sertleşmiş taşlar atıyorlardı. Nihâyet onları yenilmiş ekin
yaprağı gibi yaptı." (el-Fil, 105/1-5).<br />
<br />
Bu olay Hz. Peygamber'in doğduğu yıl olmuş ve orduda bulunan
fil/fillerden dolayı Araplar arasında "Fil Vak'ası", geçtiği
yıl ise "Fil Yılı" olarak meşhur olmuştur. Olay
kaynaklarda şöyle zikredilmektedir:<br />
<br />
Habeşistan Kralı Necâşi Ashame'nin, Yemen'e hükümdar tâyin ettiği
Ebrehe b. Sabbah el-Eşrem, Mekke'ye giden kervan ve Kâbe ziyaretçilerini
çekmek ve San'a şehrini ticaret merkezi haline getirmek üzere
burada Kulleys veya Kalis denilen bir tapınak (kilise) yaptırdı.
Ancak tapınağa gelen olmadığı gibi Fukaym kabilesine mensup bir
Arap veya bir grup Arap kiliseye girerek pislediler. Bunu öğrenen
Ebrehe çok kızdı ve Kâbe'yi yıkacağına yemin etti. Büyük bir
ordu ve gayet iri cüsseli "Mamud" adlı fili önde olduğu
halde Mekke'ye yöneldi. M.S. 570 veya 571 yılında altmış bin
asker ve on yahut dokuz fille yola çıktı. (İbnü'l-Esir, el-Kâmil
fi't Târih, Nşr: Tornberg, Beyrut 1965, I, 442).<br />
<br />
Ebrehe yolda Yemen kralı Zû Neferi bozguna uğrattı, ardından
Has'amlıları yendi ve bunların Nufeyl b. Nubeyb adındaki liderinin
hayatını bağışlayarak kendisine Mekke'ye gidişte rehber yaptı.
Taif'teyken Sakif'liler tanrıları Lât'ı korumak uğruna Ebrehe ile
işbirliğine yanaşıp Ebû Regal'i ona rehber olarak verdiler.
Ebrehe'nin fillerin desteğindeki muazzam ordusunun karşısında hiçbir
ordu dayanamadı ve Kureyş'liler bu gelişe bakarak Kâbe'nin yıkılacağına
kesin olarak inanmaya başladılar.<br />
<br />
<br />
<br />
--------------------------------------------------------------------------------<br />
<br />
Abdülmuttalibin Ebrehe ile Görüsmesi:<br />
Mekke yakınında Mugammes denilen yerde Ebrehe ordusu çadırlarını
kurdu ve çevredeki Mekke'lilere âit develeri yağmaladılar. Burada,
Ebû Regal öldü. Develerin içinde Abdülmuttalib'in de iki yüz
devesi vardı. Ebrehe'nin elçisi Hınata el-Himyeri Mekke'ye giderek
Kureyş'lilerin ileri gelenleriyle görüştü ve "Kâbe'yi tavaf
etmeyi bıraktıkları takdirde onlara saldırmayacaklarını" söyledi.
Onlara sadece Kâbe'yiyıkmak için geldiklerini, kendileri ile savaşmayacaklarını
bildirdi (İbnü'l-Esir, a.g.e., s.443).<br />
<br />
Abdülmuttalib, "Biz onunla savaşmak istemiyoruz, buna gücümüz
de yetmez. Orası Beytullah'tır, eğer korursa O (Allah) Harem'i
korur" dedi; develerini görüşmek üzere Ebrehe'nin yanına
vardı. Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karşılayan
Ebrehe, Abdülmuttalib develerini isteyince şöyle dedi: "Seni
ilk gördüğümde gözüme büyük bir şahsiyet olarak görünmüştün.
Ama sen Kâbe'nin korunmasını isteyeceğin yerde develerinin peşine
düşünce gözümden düştün." Abdülmuttalib, "Ben
develerin sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi.<br />
<br />
Abdülmuttalib develerini alıp Kureyş'lilerin yanına döndü,
onlara olup biteni anlattı ve hepsi, muhtemel bir katliâma karşı
Mekke'den ayrılıp dağlara çekildiler.<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Fillerin Yere Cökmesi:<br />
Sabaha karşı Ebrehe, Mekke'ye ilerledi. Mamud denilen büyük fil,
şehre yaklâşınca yere çöküverdi; kalkması için çok uğraştıkları
halde kalkmadı. Öteki fillerin de, Kâbe yönünde sürüldüklerinde
yere çöktükleri, başka bir yöne yöneltildiklerinde koşarak kaçmaya
çalıştıkları görüldü. Bu mucizeyi olayın sıhhati Hz.
Peygamber (s.a.s.)'in Kusva adlı devesinin Mekke yakınlarında çökmesi
olayında, Nebi (s.a.s.)'in söylediği sözlerle sâbit olmuştur:
Devesi çökünce Rasûlullah'ın ashâbı, "Deve çöktü"
dediğinde, Rasûlullah; "Hayır, Kusva çökmedi, yalnız onu
'Fili engelleyen' engelledi" buyurmuştur. Buhâri ve Müslim'de,
Rasûlullah (s.a.s.)'in Mekke'nin fethi günü şöyle dediği
nakledilmektedir: "Yüce Allah filleri Mekke'ye girmekten alıkoydu.
Ama Rasûlünü ve mü'minleri oraya gönderdi. Dün olduğu gibi bugün
de oranın hürmeti iâde olmuştur. Dikkat edin, hazır olan olmayana
bildirsin. "<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Kuşlarn Ebrehe Ordusuna Saldirmasi:<br />
Ebrehe ordusu Mekke'ye girerken deniz tarafından, dahâ önce o bölgede
hiç görülmemiş, kırlangıca benzer kuş sürüleri bir anda
ortaya çıkarak Ebrehe ordusuna saldırdılar. Gaga ve pençelerinde
taşıdıkları taşları ve çamurdan balçıkları askerlerin üzerine
bıraktıklarında onlar, kurumuş, paramparça olmuş ağaç
yaprakları gibi dağıldılar. Rehberleri Nufeyl kaçtı, askerler kuş
saldırısında telef olup feci şekilde öldüler; yolda kalanlar,
geriye dönenler de helâk oldular. Mekke'liler bu mucizeyi dağlardan
seyrederken Allah'ın irâdesi karşısında hayret ve dehşet içindeydiler.
Ebrehe, bu saldırıda etleri parçalanmış, çürümüş halde
San'aya dönerken, Hasm kabilesinin yaşadığı bölgede göğsü
ikiye yarılarak acıklı şekilde öldü (Kadı Beydâvî, Envârü't-Tenzil,
Fil Sûresi tefsiri).<br />
<br />
Kuşlar ve attıkları taşlar hakkında çeşitli rivâyetler vardır.
Bu olay Rasûlullah'ın dünyaya geldiği yılda vukû bulduğundan,
Peygamberimizin ilk mucizelerinden sayılmıştır. Muhammed b. İshak
ve İkrime o yıl çiçek hastalığının Mekke'de yaygınlaştığını
söylemişlerdir. Muhammed Abduh (v. 1905) bu rivâyetlerden hareketle
Kur'ân'da geçen "Tayran Ebâbile" ifâdesiyle kastedilenin
"sinekler" olduğunu ayaklarında salgın hastalık mikrobu
taşıyan sinek sürülerini Allah'ın, Ebrehe ordusuna musallat kıldığını
belirtmektedir. Yeryüzünün en ihtişamlı ordusu ve hayvanları
(filleri) ile gelen Ebrehe ve ordusunu Allah, bir ibret olsun diye gözle
görülemeyen küçük canlılarla mikroplarla helâk etmiştir. Bu görüşü
yukarıda zikrettiğimiz gibi daha önce ilk siyercilerden Muhammed b.
İshak da kaydetmiştir.<br />
<br />
Bu tefsirde önemli olan husus; Muhammed Abduh, Reşid Rıza, ve diğer
bazı müfessirlerin, Allah'ın, olağanüstü, fevkalâde, harikulâde
mucizesi ile bu Allah düşmanı orduyu helâk edişini dile
getirmeleridir. Tefsirlerde kuşların mâhiyeti hakkında değişik görüşler
bulunmaktadır. İbn Abbas ile Dahhak, Ebâbil'i "birbiri arkasından
gelenler" diye yorumlamışlardır. Hasan-ı Basri ile Katâde,
"çok" mânâsına; İbn Zeyd "çeşitli, sağdan
soldan gelenler" mânâsına; Mücâhid, "toplu halde arka
arkaya gelen" mânâsına geldiğini söylemişlerdir. Kuşların,
bölük bölük, karışık türde oldukları anlaşılmaktadır. Rivâyetlerde
kuşlar; kırlangıca, kekliğe, sığırcığa, yarasaya, hatta
"zümrüdü anka"ya benzetilmektedir .<br />
<br />
"Siccil" kelimesi, taş ve çamur demektir. Yahut, çamurla
sıvanmış taş anlamına gelir. "Asf" kelimesi, ağaç
yaprağı anlamına gelir. Haşerelerin ağaç yaprağını yiyip
ufalttıklarında yaprak yenik yenik hale gelir ki, sûrede anlatılmak
istenen budur.<br />
<br />
Sûrenin anlamı; Allah'ın, Kâbe'nin müdafaasını müşriklere bırakmadığını,
saldırganları alışılmadık şekilde helâk ettiğini bize
anlatmaktadır.<br />
<br />
<br />
<br />
Olayın Gerceklestigi Yer:<br />
Fil olayı, Müzdelife ve Mina arasındaki Muhassab vadisi arasında
bulunan Muassıb'da meydana gelmiştir. Müslim ile Ebû Dâvûd, Câbir'den
rivâyetle onun şöyle dediğini yazarlar: "Rasûlullah Müzdelife'den
Mina'ya hareket ettiği zaman Muassıb vadisin de hızlanmıştı."
İmam Nevevî bunu şöyle izah etmiştir: "Ashâb-ı Fil olayı
burada cereyan etmiştir. Onun için, sünnet olan, hacıların
buradan hızla geçmesidir" (Mevdûdî, Tefhimul Kur'an Trc:
Muhammed Han Kayanı ve diğerleri, İstanbul 1988, VII, 238)<br />
<br />
İmam Mâlik de Hz. Peygamber'den, "Müzdelife durma yeridir, ama
Muassıb vadisinde durulmamalıdır" hadisini nakleder.<br />
<br />
Müşrik Kureyşlileri bu olay o kadar etkilemiştir ki, üç yüz
altmıştan fazla Kâbe putunu unutup yedi yahut on sene Allah'a tapmışlardır.
Fil sûresin de Allah, Ashâb-ı Fil'in acı âkıbetinin fecâatine
sadece ana hatlarıyla değinmiş ve müşriklere, Hz. Muhammed
(s.a.s.)'in dâvetine karşı çıktıklarında, onların başlarına
gelebilecek acıklı azabı hatırlatmıştır.</span></b>
</div>
</td>
</tr>
</tbody></table>
</td>
<td align="right" style="border-right: #000000 1px solid;"><img border="0" height="1" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih3.htm" width="9" /></td>
</tr>
<tr>
<td valign="bottom"><img border="0" height="10" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/T3.gif" width="10" /></td>
<td align="center" style="border-bottom: #000000 1px solid;" width="100%"><b><span style="font-family: Verdana; font-size: xx-small;"><img border="0" height="9" src="http://www.dindersihocasi.com/efm/Peygamberimizin-hayati/tarih3.htm" width="1" /></span></b></td></tr>
</tbody></table>
Unknownnoreply@blogger.com