NADİROĞULLARI
İLE YAPILAN SAVAŞLAR:
İslâm'ın ilk yıllarında
Medine'de yaşayan üç yahudi kabilesinden biri Nadirogullari
kabilesidir..
Nadir, birçok manâlarının
yanısıra "yeşil ve çiçekli bir bitki" anlamına gelir. Bu
kabile Medine ve çevresinde büyük hurma bahçelerinin sahibi olarak
bilinir.
Arabistan
yahudilerinin güvenilir vesikalara dayanan bir tarihi yoktur. Arabistan
yahudilerinin geçmiş tarihine ışık tutacak herhangi bir yazı,
kitap veya yazıt şeklinde bir bilgi de yoktur. Ayrıca Arabistan dışındaki
Yahudiler de Arap dindaşlarıyla fazla ilgilenmemiş ve tarihçiler ile
yazarları bunlardan hiç söz etmemişlerdir... Arap yahudilerinin
tarihini incelerken ister istemez araplar arasında kulaktan kulağa
anlatılan rivayetler ve söylenenlere itibar etme zorunluluğu vardır.
Bu rivayetlerin pek çoğu da bizzat yahudiler tarafından ortaya atılmıştır
(Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid, Mücadelesi ve Hz. Peygamber, Terc. N.
Ahmet Asrar, İstanbul 1983, I, s. 526).
Yahudiler yeryüzünde
en eski geçmişe sahip milletlerden birisidir. Arap yarımadasına ne
zaman gelip yerleştikleri bilinmeyen yahudiler, İslâm'ın ortaya çıktığı
yıllarda bu yarımadanın her tarafında görülmekteydiler. Bunlar,
gerek ferdî ve gerekse topluluklar halinde Akabe körfezindeki Eyle
limanından, Yemen ve Umman'ın en ücra köşelerine kadar uzanmışlardı.
Bu insanları Mekna'da, Vadiyu'l-Kura'da, Teyma'da, Fedek'te, Taif'de kısaca
bütün şehirlerde olduğu kadar, hareket halindeki kervanlarda da görmekteyiz.
Yahudiler Mekke'de hiç
bulunmamakla birlikte, sadece Ukaz'da yalnız ticâret yapan değil, kâhinlikten
para kazanan insanlar olarak da görülür.
Yahudilerin Medine (Yesrib)'ye
yerleşmeleri tarihinin Milâdî 132'den sonra olduğu tahmin edilir. M.
132'de Benu Nadir, Benu Kureyza ve Benu Kaynuka yahudilerinin Yesrib'e (Medine'ye)
yerleştikleri görülmektedir. İlk olarak Nadiroğulları ve Kureyzaoğulları
yerleşmiştir. Çünkü bu iki kabile diğer yahudi kabileleri arasında
soy ve itibar bakımından üstün tutulurdu. Bunların çoğunun, kâhin
ve rahipler sınıfından gelmesi de ayrı bir avantaj sağlamaktaydı.
Bu kabileler Medine'ye yerleşerek, dini bakımdan üstün bulunmalarının
verdiği ayrıcalıkla kısa sürede şehre hâkim olmuşlar ve en iyi
yerlere yerleşmişlerdi. M. 450- 451'de es-Sebe' sûresinde sözü
edilen büyük sel felâketinden sonra Yesrib'te bulunan birçok kabîlenin
şehri terkettiği bilinir. Bu büyük sel felâketiyle boşalan şehre
yerleşen Evs ve Hazrec gibi Arap kabileleri, şehrin asıl hakimi
bulunan Nadiroğulları ve Kureyzaoğulları yahudilerini şehrin dış
bölgelerinde yerleşmek zorunda bırakmışlardır. Yahudilerin üçüncü
büyük kabilesi olan Kaynukaoğulları Hazrecliler'e sığınma gereği
duydu. Bunun üzerine Nadiroğulları ve Kureyzaoğulları da Evs
kabilesine sığınarak Yesrib şehrinde yerleşmeye hak kazandılar.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in
doğumu ve nübüvvetinin başlangıç zamanlarında yahudilerin Hicaz
ve Yesrib'deki durumları şöyle görünmekteydi.
Yahudiler, dil, kıyafet,
kültür ve medeniyet konularında her bakımdan araplaşmışlardı. İsimleri
arapça idi. Hicazda yaşamakta olan Beni Za'urâ yahudileri hariç diğer
yahudi kabilelerinin isimleri arap ismi idi. Yahudiler kendi dilleri
olan ibraniceyi istisnalar dışında bilmezlerdi. Araplarla olan sosyal
ilişkilerinin her geçen gün artması yahudilerin duygu, düşünce ve
tavırlarına kadar yansımıştır. Ancak yahudiler bütün bunlara rağmen
kimliklerini muhafaza etmişlerdi (Mevdudi, a.g.e., s. 526, vd.).
Hz. Peygamber (s.a.s)'e
risalet görevinin verilmesinden önce araplar, danışmak ve onların
fikirlerini almak amacıyla yahudi veya hristiyan olan birisine gider,
ondan bazı bilgiler alırlardı. İslâm'ın ortaya çıkışı ve müslümanların
Mekke şartlarında İslâm'ı yaşamaya çalışmalarından önce bütün
ehl-i kitap yeni bir peygamberin geleceğini biliyor ve onu bekliyorlardı.
Hattâ Peygamberimizin amcası Ebu Talip'le yaptığı Şam ticaretinde
Rahip Bahira'*nın Ebu Talip'e "O çocuğa dikkat edip üzerine
titremesini" öğütlemesini buna delil gösterirler.
Daha Akabe bey'atlarından
önce yahudiler, Medine araplarına bir nebinin geleceği ve bu nebiye
kendilerinin uyacağını ve böylece Medinelilere karşı üstün bir
duruma geçeceklerini söyleyip onları korkuturlardı. Bundan haberdar
olan Medineliler Akabe'de Peygamberimiz'e bey'at ederek yahudilerden önce
davranmışlardır. Yahudiler Tevrat'ı doğrulayıcı bir kitap olarak
Kur'anı getiren Hz. Peygamber'e "saldırmak, hased etmek ve kin gütmekten
dolayı düşmanlık yapmaya başladılar. Çünkü Allah Teâlâ Rasûlünü
araplardan seçmişti. Yahudi alimleri, Rasûlüllah'ın zor durumda
kalması için çalışırlar, onu olmadık yalanlarla şaşırtmak
isterler ve hakkı batıla çevirirlerdi" (İbn Hişam, İslâm
Tarihi, Terc. Hasan Ege, İstanbul 1985, I. s. 282; II. s. 187). Çünkü
onlar yeni bir peygamberin kendi kavimlerinden çıkacağını ümid
ediyorlardı. Gururları yüzünden yalanlayanlardan oldular.
Yahudilerin,
Allah'tan gelen peygamber ve kitabını daha önceden bildikleri de bir
gerçektir. Fakat bu peygamber ve kitap gelince tavırlarını değiştirdiler.
Bu hususta en güvenilir rivayet Ümmül Mü'minin Hz. Safiyye'nindir.
Hz. Safiyye'den rivayete göre Hz. Muhammed (s.a.s), Medine'yi şereflendirince
babası ve amcası beraberce kendisiyle görüşmeye gittiler ve
kendisiyle uzun müddet sohbet ettiler. Babası ve amcası eve dönünce,
aralarında şöyle bir konuşma geçti:
Amca: Bu, gerçekten
kitaplarımızda haber verilen peygamber midir?
Baba: Evet, vallahi o
aynı peygamberdir.
Amca: Sen buna inanıyor
musun?
Baba: Evet.
Amca: O halde, ne
yapmak istiyorsun?
Baba: Vallahi, ben yaşadığım
müddetçe ona muhalefet edeceğim (İbn Hişam, II. s. 165).
Yahudilerin bu peygamberi bekledikleri fakat ona tabi olup onun yolundan
gitmek için değil de doğar doğmaz ona bir suikast tertipleyip öldürmek
için beklediklerine dair bir takım rivayetler de nakledilir (bk.
Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, l. s. 595; İbn Hişam, age,
s.116, İbn Sad, Tabakat, 1/1, s.21)
Hz. Peygamber ve müslümanların
Medineye hicreti sırasında yahudiler şehrin yarısına hâkim
durumdaydılar. Bu hâkimiyet gerek ilmî seviyedeki Bilim Evi (Beytul-Midras),
gerekse Nadiroğullarının elinde bulunan hazineler (Kenz) yoluyla her
yönden görülen bir gerçeklikti. Buna rağmen yahudiler kendi aralarında
sürtüşme halinde idiler. Bu durum onları bazı arap kabileleriyle
ittifak yapmaya itmiştir. Bundan dolayı da Nadiroğullarının Evs
kabilesinin hakimiyeti altında bulunduğu zikredilmelidir.
Hz. Peygamber tarafından
yürürlüğe konulan Medine-şehir-devleti anayasasında dokuz yahudi
kabilesinden bahsedilir. Burada yahudilerle karşılıklı haklar ele alınmış
ve Medine'yi birlikte savunma kararlaştırılmış; onlardan Hz.
Peygamber izin vermeden askeri bir harekete girişmeyeceği ve Medine'ye
bir saldırı sözkonusu olduğunda şehrin birlikte savunulacağı sözü
alınmıştı (Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul
1969, s. 34 vd.). Yine araştırmalara göre bu anayasa dünyanın ilk
anayasasıdır. Elli iki maddeden oluşan mezkur anayasada 23-35 ve 46.
maddeler yahudilerle ilgili olup bu maddeler ayrıca kendi işlerinde
alt bölümlere ayrılmıştır (bk. Muhammed Hamidullah, a.g.e., l. s.
211 vd.). Fakat yahudiler tarihen sabit olduğu gibi antlaşmalarına
sadık olmadılar. Bu antlaşmaya katılmaktaki gayeleri, kendilerine başka
bir yol bulana kadar zaman kazanmaktı. Daha ilk anda bu yeni dinin
onların senelerdir övündükleri bir üstünlüklerini ellerinden
alacağını hissetmişlerdi.
İslâm'ın Medine'de
devletini kurduktan sonra tarihte benzeri görülmemiş tür şekilde
yayılma göstererek bölgeyi hakimiyetine alması, müslüman olmayan
diğer kabileleri olduğu gibi yahudileri de telâşa düşürdü. Zira
onlar İslâm'ın yayılışını geçici görüyorlardı. Bu amaçla
Kureyş müşrikleriyle yaptıkları bir çok antlaşmada askerî yönden
Kureyş müşrikleri, fikri yönden de yahudiler İslâm'a karşı
koyacaklarını taahhüt etmişlerdir. Ancak yahudilerin giriştiği bu
tür bir yol bir fayda vermedi. Hattâ İslâm'ın son tevhid dini olduğunu
öğrenen bazı yahudiler de müslüman oluyorlardı. Yahudilerin önde
gelen âlimlerinden Abdullah b. Selâm bunlar arasındaydı. Bundan
sonra yahudiler için tek çıkar yol, İslâm'ı kılıç zoruyla
sindirmek, yayılmasını önleyerek ortadan kaldırmaktı.
Bedir savaşında müslümanların
üstün gelmesi bütün yahudileri olduğu gibi Nadiroğullarını da kızdırmıştı.
Bu savaş onların kinlerini açığa vurmalarını sağladı. Öncelikle
Kaynukaoğulları, müslümanlara karşı işledikleri hareketlerden
dolayı şehir dışına sürüldüler (bk. Kaynukaoğulları maddesi).
Yahudi şair Ka'b b.
Eşref yalan teşvikleri ile Mekke müşriklerini yeni bir savaşa
sokmaya çalışıyordu. Bunu öğrenen müslümanlar, aralarında Ka'b'ın
süt kardeşinin de bulunduğu bir grup olmak üzere Ka'b b. Eşref'i öldürmüş;
bu olay üzerine Nadiroğulları Hz. Peygamber (s.a.s) ile bir ittifak
antlaşması imzalamışlardı. Ancak bu barış dönemi fazla sürmemiş;
Nadiroğullarının diğer müttefiki Benû Amr kabilesinden müslüman
olan Amr h. Umeyye iki kişiyi öldürmüştü. Olay şöyle cereyan
etti: Necid halkını İslâma davet için Rasûlüllah tarafından gönderilen
bütün müslümanları öldüren Amr b. Tufeyl ve Necidlilerin elinden
kurtulan tek kişi olan Amr b. Umeyye, Kilâhoğulları kabilesinden iki
adamla karşılaştı. Resûlullah onlarla antlaşma yapmıştı. Fakat
Amr bunu bilmiyordu. kendisini öldürürler diye korktuğundan, dalgınlıklarından
yararlanarak onları öldürdü. Resûlullah da onların diyetini üstlendi.
Diyetin ödenmesi müslümanlara ağır geldi. Ödeyemez duruma düştüler.
Hz. Peygamber de yahudilerle yaptığı anlaşmaya dayanarak Nadiroğullarından
diyet ödeme işine katılmalarını istedi. Nadiroğulları bu teklifi
düşüneceklerini söyledi ve mühlet istediler. Ancak kendi aralarında
yaptıkları görüşmede Hz. Muhammed'i suikastla öldürmeyi planladılar.
Onların yanına giden ve görüşmelerinin sonuçlanmasını bekleyen
Resûlullaha, Amr b. Guhâş adlı yahudinin kendisine suikast yapacağı
bildirildi.
Bu çirkin olaydan
sonra "Ey iman edenler Allahın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.
Hani bir kavim size el uzatmaya kalkışır da, Allah onların ellerini
üzerinizden çekmişti” (el-Maide, 5/11) âyeti nazil olmuştur (Muhammed
Hamidullah, a.g.e., I, s. 626 vd).
Kaynaklarda anlatılan
diğer bir görüşe göre ise; Bedir savaşından sonra Mekke
putperestleri, Nadiroğullarına gönderdiği bir mektupla onları Rasûlüllah
ile çatışma haline getirmeye kışkırtmışlardı. Diğer taraftan
Medine'den çıkarılan Benû Kaynuka yahudilerinin bu hali, zamanla sayıları
artan Nadiroğulları (Benü Nadir) yahudilerinin müslümanlara dair
birtakım endişeler taşımasına sebep oldu. Bu şart ve durumlar karşısında
onlar, hıyânet dolu bir komplonun içine sürüklenmiş oldular. Bir gün
Resûlullaha bir haberci göndererek, "Üç müslümanı da yanına
alıp gel. Bizden seçilecek Üç alimle karşılaşıp görüş; şayet
(bizimkiler size) inanıp kanacak olurlarsa biz de hep birden senin
yoluna gireriz" deyip Resûlullah'ı aralarına davet ettiler. Bu
üç yahudi (elbiseleri altına) hançerler saklamışlardı. Ancak Benû
Nadir (Nadiroğulları) yahudileri arasından bir kadın müslüman Ensâr
zümresi arasında oturan erkek kardeşine, Nadirlilerin kalkıştığı
bu suikast işini anlatmış ve bu erkek kardeş de Resûlullah
Nadirlilerin mahallesine henüz varmadan haberi kendisine yetiştirebilmişti.
Bunun üzerine Resûlullah yoldan geri dönmüş ve fakat ertesi sabah
erkenden askeri kuvvetlerin başında olduğu halde Nadirlilerin karşısına
çıkmış ve gün boyu onların oturdukları mahalleyi kuşatma altında
tutmuştu (Muhammed Hamidullah, a.g.e., I, s. 626-28).
Resûlullaha karşı
teşebbüs edilen bu tür suikastlar müslümanlara, Nadiroğullarının
artık aralarında yeri olmadığı kanaatini verdi. Bu arada Kureyş müşriklerinin
müslümanlara karşı bir hazırlık içerisinde bulunduğu duyuldu. Müslümanlar,
içeride bulunan ve müşriklerle her an ittifak kurabilecek bir düşmandan
emin olmazlarsa durumun daha da vahim sonuçlar doğurabileceğini
biliyorlardı. Bunun işin öncelikle yapılması gereken şey,
Medinedeki Nadiroğullarını zararsız bir duruma getirmekti.
Hz.Peygamber, Nadiroğullarına
yaptığı ilk kuşatmadan hemen sonra Kureyzaoğullarına yaptığı kuşatmayı
bırakıp onlarla antlaşma yoluna gidince, vakit kaybetmeksizin tekrar
Nadiroğulları üzerine yürüyerek onların eşlerini ve kalelerini kuşatmıştır.
Yahudiler müslümanlara karşı bir güçle çıkamadılar. Bu kuşatmada
her iki taraftan herhangi bir ölüm olayına rastlanmaz. Kuşatma
sonunda yahudiler İslama davet edilmiş, kabul edenler affedilerek
serbest bırakılmış, reddedenler ise silahları dışında, diğer bütün
menkul mallarını alarak Medine dışına çıkmalarına izin verilmiştir.
Bunlardan bir kısmı Filistin'deki Ezri'at şehrine, diğerleri ise
Hayber bölgesine yerleştiler (Buhârî, Meğazi, 14, 32; Müslim,
Siyer, 20, Cihad, 20; Muhammed Hamidullah, a.g.e., I, s. 628).
Medine'den sürülmeleri
sırasında Benû Nadirler değerli sayılan eşya ve mücevheratlarının
yanı sıra beraberlerinde götürmek üzere evlerinin kapılarına varıncaya
kadar herşeyi söküp aldılar. Sürülenler, arkalarında çalgıcı
ve şarkıcıların kopardığı bir şamata olduğu halde altıyüz
develik bir kervan oluşturarak yola çıktılar.
Nadiroğullarının
Medine'den sürülmelerinden bir yıl sonra beş kişilik bir heyet,
Hicri 5. yılda Medine'nin kuşatılmasına girişecek ve Hendek savaşını
çıkaracak olan büyük saldırı ittifakını organize etmiştir (Muhammed
Hamidullah, a.g.e., I, s. 629; Ayrıca bk. Kaynukaoğulları, Kureyzaoğulları,
Yahudi mad.).